12 Aralık 2013 Perşembe

kutsal toz zerreleri

güneş ışığının oluşturduğu ince koridorda uçuşan tozları izliyordum. en büyüğünü yakalıyordum. parmağımın ucunda kaybediyordum. sanki yok oluyorlardı. bir süre sonra yok olmalarına kıyamadığımı fark ettim. sadece izlemeye koyuldum. annemin sesiyle irkildim. hadi görüşürüz şükran teyze. haydi allah'a emanet gızııım. ellerine gollarına sağlık. haydi uğurlar ola. hadi oğlum, kalk sen de, gidiyoruz. nereye anne ya? eve, hadi kalk. o an kalkmayı hiç istemiyordum. annem kolumdan çekiştirirdi. eve kadar sürürdü. aramızda iki sokak vardı şükran teyze ile. köydeydik. 4 yaşındaydım. yüzünü hayal meyal hatırlıyorum şükran teyze'nin. ama o toz zerreleri... eskiler, baya eskiler bilirler. köylerdeki evlerin kiremit çatılarına güneş penceresi yaparlarmış eskiden. yani çatıda küçük dörtgen bir bölüm ya cam yada naylonla kapatılmış. elektriğin olmadığı dönemlerde gündüz de karanlık olan odalar için bir pratik çözüm. yokluk insana bu kadar güzel şeyler yaptırıyor işte. şükran teyze'nin evinin çok büyük olduğunu hatırlıyorum. hatta hep, uff burda ne biçim top oynanır ha, diye hayal ederdim. bu büyük salonda tek bir divan bile bulunmazdı. yerlerde çeşit çeşit, çoğu dokuma, çok azı satın alınma kilimler halılar mevcuttu. yer minderleri süslerdi duvar kenarlarını. ve bir köşede siyah beyaz asla yüzlerini hatırlayamayacağım bir fotoğraf dururdu. şükran teyze'nin gençliği. ben 5 yaşındayken o 90'larını yaşıyordu. annem ona yemek yapmaya gidiyordu. elden ayaktan düşer olmuştu şükran teyze. ama yıllar önce vefat eden halim amca'nın resmi hala duvardaydı. fotoğrafın altında da ucu kırık bir saz uzanırdı. eskiden saz çalarmış halim amca. göç ederken kırmış sazın ucunu. oraya her gittiğimde o yüksek çatının ortasındaki güneş penceresinden ışık sızardı içeri. sanki kutsal bir ışıktı. sadece beni aydınlatıyordu. altında duruyordum. toz zerrelerini izliyordum. ne olup bittiğinden bihaber; en büyük hayali mahalledeki topçu ismail'e çalım atmak olan ben... annem birgün gitmedi; bir gün daha, bir gün daha... şükran teyze'den çok toz zerrelerini özledim, ne yalan söyliyim. anne bir daha gitmicek miyiz şükran teyze'nin evine? annem cevapsız bıraktı sorumu. neden sonra kendi evimizdeki toz zerrelerini izlemeye başladım ama hiç o güneş penceresinin toz zerreleri gibi değildi. onlar kadar kutsallık atfetmemiştim belki de. çok sonra annem anlattı. şükran teyze vefat etmiş o ara. çoluk çocuğu gelmiş izmir'den. eve çoktan müteahit bulmuşlar zaten. ölünce vermişler müteahit'e. verilen daireyi satmışlar; parasını bölüşmüşler. zevksiz, iğrenç bir bina dikmişler. insanoğlu böyle işte. onlar hiç bilmiyorlar ki orada müthiş kutsal toz zerreleri vardı. dokununca kaybolan hem de. uff ne biçim...

13 Kasım 2013 Çarşamba

sevemedim karagözlüm

koş kız koş! ayol ne acelen var bu kadar anlamadım ki... eve gitmem lazım. neden? söyleyemem. off ayşe! nerden bilsin cemile, ayşe'nin içinde yanan ateşi? yıllardan 1983. askerler yeni yeni çekilmeye başlamış sokaklardan. anayasa daha yeni kabul edilmiş. daha çığlıkları duyuluyor mahkumların cezaevlerinde. daha asılacak olanlar için bekletiliyor dar ağaçları. bütün bunlardan habersiz koşuyor ayşe. ayağında çarıklar. alev alev yanan yüzüyle koşuyor. kolay değil. akşama kadar ateş gibi tuğlaların başında bekliyor ayşe. tuğla fabrikasında çatlıyor elleri. ah o narin eller... cemile en son pes ediyor. ayşe almış başını gidiyor. mesut'u görecek; zeytin toplamaktan gelecek mesut. fabrika çıkışı az önce olmasa, o bir anlık bakış, o bir anlık his,  - belki mesut, ona bile bakmayacak, sigarasını yakacak tam da o an belki - o  bir anlık umut... ayşe çatırdayan tabanlarına aldırmıyor. koşuyor, yetişiyor. mesut bilmiyor ayşe'yi. görmemiş de. bir iki kulak kabartmış ayşe, sağda solda. mesut demişler adını delikanlının. dalyan gibi delikanlı. terlemiş, yorulmuş belli ki. bilekleriyle kavramış çuval çuval zeytini. lakin saçları her zaman taralı. mesut o gün biraz gecikiyor. ayşe'nin gözü köşebaşında. ne vakit atının böğrüne vursa mahmuzu mesut, at koşar adım döner gelir köşeden. o anı bekliyor ayşe. geliyor mesut. belli belirsiz izliyor perde ardından. kendini gösteremez ki. ayıp. mahalleli ne der sonra? ne söyler? ''şu kız kendini gösteriyor millete'' demezler mi hiç? babasının başı öne eğilmez mi? anasının yüzü düşmez mi? ayşe'nin önünde yükseliyor duvarlar. mesut geçiyor perdenin diğer yanından. sadece perde mi ya... perdenin ardında duvarlar, duvarların ardında ayşe var. mesut habersiz, mesut hep traşlı, mesut hep yorgun, mesut hep saçı taralı, mesut hep yakışıklı. tuğlalardan daha fazla kızarıyor ayşe'nin yüzü. kime desin, ne etsin? sevdiği var mı acaba mesut'un? nişanlı mı? sözlü mü? vurgun mu birine? saçı o yüzden mi taralı hep? ayşe'nin dünyası engin bir deniz. ayşe'nin aklı bir küçük kayık. savruluyor dalga dalga. cemile'ye dertlense kendinden utanıyor. sevgi öyle bir şey ki, yaşamayan utanacağı yerde yaşayan utanıyor. ayıpmış günahmış gibi. utanıyor ayşe her şeyden. haber alıyor ki haftaya düğün varmış kasabada. en güzel kıyafetleri alıyor; bir haftalığını yatırıp. cemile bile kıskanıyor ayşe'yi. düğünde mesut'u arıyor gözleri. buluyor da hem. mesut da yakıyor ortalığı. hele bir rakı bardağı tutuşu var ki... o içmese kimse içmeyecek sanki. ayşe yanık; ayşe vurgun, ayşe suskun. mesut bir de zeybek oynuyor, dizlerini yere vura vura. efelik yiğidin şanındandır. heeeeeyt diye haykırıyor mesut. belinden çıkarıyor kırıkkale 5'liyi. pat pat pat pat pat. bir seferde bitiriveriyor kurşunu. ayşe mahmur gözlerle bakıyor sevdiğine. kendine bile söyleyemiyor ki, kime ne desin.
aradan zaman geçiyor. geceler gündüze, gündüzler geceye ekleniyor. neden sonra duyuyor ki, bir kıza söz kesmiş mesut. üstelik o düğünde beğenmiş kızı. kız da güzel olsa ayşe'nin içi yanmayacak. hayata küsüyor ayşe. fabrikadan eve gitmiyor ayakları. tuğlalardan kızarmış elleri yüzünden ayrılmıyor geceleri. hıçkıra hıçkıra ağlıyor. ta ciğerine oturuyor acısı sevdanın. öyle ki ciğeri sıkışıyor arkadaşları gittiğinde. cemile bile teselli edemiyor ayşe'yi. tam alışır gibi oluyor ki, nişan haberi geliyor davetiye ile birlikte. sevdiği adamın nişanına davetli. içi burkuluyor ayşe'nin. dili olsa da anlatsa... dermanı yok nefes almaya; değil ki nişana gitsin. mesut hergün geçiyor yine sokaktan. ayşe bazen yakalıyor mesut'un geçişini. bu defa açıyor perdeyi. mesut nişanlı. laf olmaz artık. parmağında ışıldıyor yüzüğü mesut'un. mutlu görünüyor. taş mı bassa yüreğine? ne dindirir bu acıyı? günler günleri kovalıyor yine ve bir ikinci davetiyeyi alıyor ayşe. kendi eliyle üstelik. mesut'un annesi gelmiş. şimdi hoşgeldin anne, demek vardı. teyze diyerek açıyor kapıyı. içine keder doluyor. yok yok bu böyle olmayacak. hazırlanıyor ayşe düğün günü. annesi babası da hazır. çıkıyorlar evden. ayşe'nin ayakları gitmiyor ki... baba, diyor usulca. anahtarı ver hele. evde bişi unutmuşum. hemen gelirim. baba, bir küfür sallıyor okkalıklı. aldırmıyor ayşe. alıyor anahtarı. gidiyor eve. açıyor teyibi. sevemedim karagözlüm şarkısını çalıyor teyipten. anasının çamaşır ipini bağlıyor tavandaki çengele. iskemleye çıkıyor ayşe. gözlerinden yaş damlıyor. ilmeğini kendisi atıyor. ayşe'ye sorsalar neler dökülecek dudaklarından. ama dökülebilenler gözlerinden yol buluyor dışarı. ilmeği boğazına geçiriyor ayşe. sevemedim karagözlüm diyor uzaktan mesut'a. mesut o sıra jilet gibi olmuş. takımları çekmiş. yakasını açmış. güle oynaya düğün yapıyor. babası meraklanıyor ayşe'nin. bir küfür daha sallıyor. ayşe iskemleyi itiyor ayağıyla. ağırlığıyla geriliyor ip. ince, narin boynunu kırıveriyor ayşe'nin. sallanıyor ayşe'nin ayakları. bir kere, bir kere, bir kere daha. yavaşça titriyor sonra. belki ruhu bir öpücük konduruyor mesut'un yanağına. mesut mutlu. ne güzel esiyor rüzgar, diyor...
sevemedim karagözlüm... bu yüzden annem hiç dinleyemez bu parçayı. ayşe'yi uzaktan tanırmış. ama hikayesi içine işlemiş. ayşe sallanırken teyip devam etmiş çalmaya. sanki düğün sesini bastırmak ister gibi: ...hep kıskandım seni elden, yıllar boyunca...

8 Kasım 2013 Cuma

''karizma''nın ''fiyaka'' olduğu zamanlar

eskiden limon sürerlermiş. jöle de neymiş derdi dayım. dayım da tam bir ferdi tayfur o zamanlar. saçlar kabarık; yatırıyor sağa sola. bıyık vs. bırakıyor ama sakal yok. erkek adam sakallı olmaz o dönem. kalkık yakalar, gri, siyah noktalı ceketler, sivri burun ayakkabılar - ama tabi çok sivri değil -, ispanyol değil ama geniş paça pantolonlar... hatta vefat eden diğer dayım terzi olduğu için pantolon paçalarına fermuar ağzı dikermiş. yere sürtünce yıpranmasın diye. bir beldeye modayı o yaymış. herkes diktiriyor fermuar ağzı. paçalar da uzun tabi. o zamanlar ''karizma''nın ''fiyaka'' olduğu zamanlar... karizma yok, fiyaka var. cool çocuk yok, jilet gibi delikanlı var. zamanla ''filinta''ya dönmüş olay, lakin dayım hep aynı. 40'ına kadar sürmüş. yengeme sorarım; kendine bakardı ama hiç hovardalığı yoktu, der. tam bir ''jilet gibi, fiyakalı mı fiyakalı, afilli filinta'' dayım. hepsi var. moda neyse o. trt'de dallas var o dönem. modayı belirleyen de o. ceyar'ı baldızının öldürdüğünü bağırıyor hoparlörlerden belediyeler. öyle ciddiye alınmış. sabah 7'de istiklal marşı'yla açılıp, akşam 12'de istiklal marşı'yla kapanıyor televizyon. öyle bir kanal. mahalle zenginleri iyice belli oluyor. onun evine doluşuluyor. televizyon onun evinde. ama dayım hep aynı... dayım, millet tv başındayken şöyle bir göz gezdiriyor ekrana. televizyondaki gençlere bakıyor. hop, deri ceket. yakalar geniş ve açık. iki haftalığını ayırıyor fabrikadan. ateş gibi tuğla ocağının başında, cehennem alevinin arasında, alnından, sırtından ter damlarken biri görse, o filinta adam hayal artık. ama bi çıktı mıydı işten... ilk deri ceket dayımda. kızlar hayran. erkek ya, hep abartmayı sever. kızlar peşinde koşarmış. he deyip geçerim, muhabbeti açıldığında. ama can yakmışlığı vardır, ona da eminim. nineme haber gelmiş köyden. falancanın düğünü var. kaçar mı? kaçmaz. piyango gibi haber. köyün kızları en güzel halleriyle orada. erkekleri desen jilet gibi. dayım giyiyor deri ceketini. önü açık. altta sivriburun rugan ayakkabı. ütülü tertemiz bi pantolon. cebine de sıkıştırıyor bi paket birinci'yi. uzaktan uzaktan kesiyor sağı solu. arada saçları gözünün önüne düşer gibi oluyor. serçe parmağıyla düzeltiveriyor hemen. fiyakadan ödün vermek yok. bir kız görüyor. cennette gibi sanki. ışıl ışıl... deri ceketinin içine atıyor elini. hop, bi birinci çıkarıyor. kibritin ucu sigarayla buluşuyor. çatırdıyor tütün. usul usul kora dönüyor, dayım da beraber... adı neymiş? hülya olm. hülya ha... ancak hülyalarda olurdu zaten... deri ceket yarım maaş yiyor. ama tam bir aşk kazandırıyor. uzun etmenin anlamı yok. o dönem dayım kızların gönlünü yakar imiş. şimdi gönlünü en çok yaktığı kız dayımın cebini yakıyor. ateşe düştün müydü, ateş kimi yakacağına, kimin içinin kuruduğuna göre karar veriyor. şimdi dayımın, yengemin elinden çekeceği var...

22 Ekim 2013 Salı

şimdi yazılmalı en güzel şiirler

şimdi yazılmalı en güzel şiirler. tam da şimdi. sokak lambasını tepeden gören bir çatıda. ay ışığında. tahta bir masanın başında. bir kadeh rakı yuvarlanırken döşünde, nazlı yarin düşünde... kalın çam odunları çatırdamalı ateş ile. o ateş ki, yüreğimdekinden küçüktür. sigaranın dumanı eşlik etmeli dizelere. her biri dumanlı kelimeler... bir dost eli arıyor insan. bir dert ortağı. bir sırdaş bulutlardan. alıp, götürüp, yağmalı başka diyarlara; bu sözcükleri... damla damla, hece hece. şimdi yazılmalı en güzel şiirler. tam da şimdi. nazım hikmet, ve gerisi laf-ı güzaf, dediğinde; atilla ilhan, ben sana mecburum, dediğinde, mendilinde kan sesleri duyulduğunda edip cansever'in, cemal süreyya iki dizeyle özetlediğinde tüm varlığı, orhan veli, bir nisan akşamında en güzel şiirlerin atasını yazarken... şimdi yazılmalı en güzel şiirler. 3. kalite bir saman kağıdına, tavuktan yolunmuş bir tüy ile. bir hokka mürekkep, mutlaka da radyoda bir türkü olmalı: bir ay doğar, ilk akşamdan geceden. neyden neyden geceden. şavkı vurur pencereden, bacadan. dağlar kış imiş, yolcu üşümüş, perişanım ben... şimdi yazılmalı en güzel şiirler. tam da şimdi. en son dize selam durmalı yâre ve neşet baba'ya: evvelim sen oldun, ahirim sensin... tam da o an bitmeli sigara, o an görmeli insan kadehin sonunu, o an yanmalı pervaneler, sokak lambasının aşkına dayanamayıp, o an girmeli ay buluta. o an başlamalı usul bir yağmur. sözcüklerle birer birer, hece hece, damla damla ıslatmalı tüm şehri. şimdi yazılmalı en güzel şiirler. tam da şimdi. hepimizin yazacak bir kaç kelâmı, güvendiği dostları ve sevdiği bir yâri varken...

halil ibrahim sofrası

kanka sende bozuk çıkar mı ya? noldu lan, gene mi paran yok amınakoyim? olm vardı dün kira verdik la. ekmek alcak paramız kalmadı, evde 3 kişi birbirimizin gözüne bakıyok. tamam tamam hadi. saol kanka; bu piç nerden sorucak biliyo musun? nerden biliyim olm, daha bugün gördüm adamın yüzünü. neyse, kızlardan buluruz ya. aynen. kanka kızlar demişken, dgs'yle gelen hatunları gördün mü ya? bizimkiler 3 çocuk annesi gibi amınakoyim. memeler dizlerine geliyor. gördüm la, gördüm. ama içlerinden bi tek sarışın olan var güzel. diğerlerinde bi cacık yok. esmer olan da güzel lan, uzun boylu olan. ne biliyim hoş geldi bana. hah ben ileride inicem, istersen bize gel la? çay falan var. o kadar da ölmedik. yok olm, evde işler var halletmem gereken. daha sonra geleyim. eyi madem, hadi görüşürüz. görüşürüz kardeşim. basık dolmuşun içi, nefes ve ter kokuyordu. arada bir benzin kokusu gelirse, dünyanın en güzel kokusuymuşcasına ciğerlerimi dolduruyordum. şöför gençti. peugeot p9 minibüsle bile hız yapmaya meyilliydi. ah şu trafik kuralları olmasa, bulutların üzerinde güzel bir köşkte olabilirdim şuan. arkadaştan 2 durak sonra da ben indim. eve 1 durak daha vardı ancak yürümek istiyordum. kulağıma kulaklığımı taktım ve telefondan yavuz bingöl - allı turnam.mp3'ü açtım. kendimi ne zaman gurbette hissetsem bu parçayı dinlerim. ne kadar yürüdüğümü hatırlamıyorum. telefonum çaldı. arayan dolmuşta beraber geldiğim arkadaşımdı. alo? alo, kanka. çabuk çık bize gel. noldu lan? olm, fırında tavuk yaptm. süper. gel gel. çay falan da içeriz. olm, yorma beni şimdi oraya kadar ya. lan, bi daha yapmam bak. hadi bekliyorum. elalem hatır için çiğ tavuk yer; ben sana... tamam tamam. geliyorum. görüşürüz kanka. görüşürüz. o kötü espriyi duymak istemediğimden hemen kısa kesip geleceğimi söyledim. fırında tavuk mu? ulan? ev arkadaşından birine para geldi sanırım, diye düşündüm. kısa bir yürüyüşün ardından evlerine ulaştım. yarı bodrum bir evde oturuyorlardı. yoldan evin kapısına doğru inen merdivenleri geçtim ve maviye boyanmış demir bir kapının önünde dikildim. zile bastım. elimi zilden çekmemle kapının açılması bir oldu. ooo hoşgeldin bro. naber? gel bak tam da sofrayı kurmuştuk. nerden buldunuz lan tavuğu? bunu sorarken ayakkabılarımı çıkarmış, montumu asmış, sofraya doğru hafiften de yol almıştım. birden yükselen kahkahalar ve ardından şşt şşt susun susun sesleriyle irkildim. noluyo olm? dur lan dur, anlatıcaz. kanka bu bizim komşunun tavuğu. nası yani? olm, bugün okula çıkarken pencereleri açmıştık. malum güneş görmüyo ev, bari dedik hava alsın. komşunun tavuğu da yememiş içmemiş, içeri girmiş. bizim çocuklar da yakalamış içerde bunu. napalım napalım. önce yatak odasına atmışlar. ev sahibi arıycak mı diye. sonra bakmışlar ses, soluk yok; çıkarmışlar. o an karşımda iki tane sırıtan surat vardı. arkadaşım uzun olanı göstererek, aha bu  kurban falan da kesiyor, dedi ve devam etti: ordan bu almış bıçağı kesmiş lavaboda tavuğu. tüylerini yolmuşlar. temizlemişler. ama nasıl pişireceklerini bilmiyorlar. ben de şaşırdım gelince. bi baktım, mutfakta tüyler uçuşuyor amınakoyim. ellerimi yıkıycam tam, bi tane tavuk kafası bana bakıyor. fak dedim ya. bu ne dedim amınakoyim. sonra anlattılar durumu böyle böyle diye. son paralarımızı da koyduk. iki de ekmek aldık kardeşim, temizinden. değme keyfimize. gülmemek için kendimi zor tutuyordum. diğerleri şşt şşt olm yapma lan, diyorlardı. tutamadım. patladım. hepimiz birden gülmeye başladık. üst kattan nazife ninenin bastonunun sesi tüm kahkahamızı bastırdı. nazife nine inip aşağı dövse bizi, gene de gülerdik. çünkü para olmadan da tavuk yiyebilen, para olmadan da kahkaha atabilen, 3 kişi birleşip 2 ekmek parası çıkarabilecek kadar parasız ama onu bir 4. kişi ile paylaşabilecek kadar zengin insanlarla aynı sofradaydım. halil ibrahim görse kıskanırdı.

9 Eylül 2013 Pazartesi

uçacağım

güzel bir şarkı, bir sigara ve bir kadeh rakı. bir günbatımı olmalı, deniz kenarı. usul bir rüzgar. güneş batmalı yavaşça, yakamozlarda yayılarak... bulutlar yanmalı alev alev. güzel bir şarkı, bir sigara ve bir kadeh rakı. tüm bildiklerimi yazmalıyım. hepsini. her harfine kadar hem de. sonra hafifleyeceğim. sonra güzel bir şarkı, bir sigara ve bir kadeh rakı. bu an'ı yazmayacağım. bunu hissetmek için, haketmek gerek çünkü. bedelini ödemek. kendimden geçtim. bedenimden. kaçıp, kurtulmak istiyorum tüm organlarımdan. sevmediğimden değil üstelik. ellerimi çok severim mesela. insanlar da sesimi seviyor garip bir şekilde. ben sevmem oysa ki. sonra hafifleyeceğim. gerçekten uçmak istiyorum. o an uçacağım. leyleklerin göç yolundan gideceğim. dünyanın etrafını 7 kere dolaşacağım. oradan ay'a gideceğim. toprağına üfleyeceğim ciğerimdeki son havayı. ve tanrı'yı bulacağım. yapışacağım yakasına; be kodumun tanrısı diyeceğim; mal benim istediğime veririm, dedin. bi bok yok. saadet benim istediğime veririm, dedin. bi bok yok. hidayet benim istediğime veririm, dedin. o zaten yok. şimdi al o fuhuş yuvası cennetini götüne sok, diyeceğim. ve bu defa mutlu bi şekilde cehenneme gideceğim. güzel bir porno yıldızı ile tanışacağım. riley steele olabilir. ne ben onu ateşten kurtarabilirim. ne o beni. ama en azından güzel bir manzaraya bakıyor olacağım. güzel bir kadının vücudu ne kadar çirkin olabilir ki...
biraz sonra öleceğimi bilirsem, ağlar mıyım ki? son 5 dakikamı bilirsem, ne yaparım? dua mı ederim? en sevdiğim şarkıyı bir daha mı dinlerim? duymak istediğim bir sesi dinlemek için telefon mu ederim? yoksa sevdiğim bir aksiyon filminin en heyecanlı sahnesini bir daha mı izlerim? son sözüm ne olur? son baktığım şey? son gördüğüm? bunları bilmek mi bunları özel kılıyor? yoksa bunlar zaten özel şeyler miydi hep?
susmak istiyorum be moruk. ölümüne susmak. sessizlik. sigara, müzik ve rakı. sonra uçacağım.
boş geliyor, ağır geliyor artık. eğitim, kariyer, iş, güç, şan, şöhret, para, konum, lüks ev, süper arabalar, vs... ne için? mutlu bir hayat için. kim diyor? sistem. hayır! benim mutlu bir hayat anlayışımda bunların hiçbiri yok ki... ben çizmeliyim, yazmalıyım, çalmalıyım, söylemeliyim, dinlemeliyim, yontmalıyım bir taşı; duygularımı, düşüncelerimi özgür bırakmalıyım. ama yok. sistem, zaten benim için bir hayat seçiyor. çalışmalıyım. para kazanmalıyım. daha çok. daha çok. ve sonra ölmeliyim. ölürken de kazandığım paraların nasıl dağıtılması gerektiği hakkında bir de rehber bırakmalıyım. hiçbir şey yaşamadan ölmeliyim. zaten öyle de öleceğim. böyle ölmek istemiyorum aslında. ama ne kadar çabalasam da biliyorum ki böyle öleceğim. ... ve akşam önüme konulan şey bir tabak yemek olmuyor artık. bu, bir delikanlının elinde bir demet çiçekle sokakların arasından geçip, sevdiğine giderken hissettiğinden de kötü. o şen şakrak muhabbetlerin döndüğü masa, o masa değil şimdi. suratlar asık. sözler kurşun. her biri bir yanını deliyor insanın. kan kaybetmiyorsun belki ama her biri bir hayalimi öldürüyor. her biri bir can alıyor benden. her bir kurşunu namludan çıkarken görüyorum.
insanlar güzel bir müzik dinlemekten o kadar uzak ki...
güzel bir müzik,
bir sigara,
bir kadeh rakı.
ve sonra
uçacağım...

1 Eylül 2013 Pazar

be ebeyin amı!

yahu bişeyi anlamıyorum ya; insanın inancıyla ilgili olan şeylere niye karışırlar amınakoyim? arkadaşım, ben ilmihal kitapları okumuş, kuran'ı birden fazla kere hatmetmiş, incelemiş, islam alimlerine bakmış, hadisleri okumuş bir kişiyim. bir şeyin doğruluğunu yine o şeyi göstererek ispat edemezsin. ki zaten konu da burada başlıyor. ispat gerektirmiyor din. ''inanma'' işi. arkadaşım ben; çamurla oynayan, her şeyi bilen (kimin inanıp inanmayacağını vs.), kendi yarattığıyla iddiaya giren, sürekli övülmek ve hatırlanmak isteyen, bana inanırsanız ben de sizi ve uçkurunuzu mutlu ederim diyen, inanmazsanız ateşlerde yakarım, götünüze zebani sopası sokarım diyen bir tanrıya inanmadım, inanmıyorum, inanmayacağım. kendimi bu noktada ateist olarak görmüyorum. bunun bilinemez olduğunu düşünüyorum. ne zamana kadar? bilim bizden başka bir tür bulana veya evreni tam olarak açıklayabilene kadar. bunu yaptığında stephen hawking'in de dediği gibi, artık tanrıya ihtiyaç kalmayacak. dinlerin kökeni hep aynı. insanlar parlaklığı ve büyüklüğü sayesinde güneş'ten korkmuşlar. başedemeyeceklerini düşünmüşler ve ona tapınmışlar. kurbanlar kesmişler. ay'a tapmış insanoğlu gecenin karanlığını yarıyor diye. deniz'e tapmış, rüzgar'a tapmış. her birini tanrı bellemiş. neden? çünkü bilmiyor. zamanla güneş'in basit bir yıldız, ay'ın çok küçük bir uydu, deniz'lerin büyük su birikintisi, rüzgar'ın da basit hava akımları olduğunu öğrenmişler. ve o korkunçluk, o tanrısallık yitip gitmiş. şimşek'ten korkmuş insanoğlu. bunu kesin bir adam fırlatıyor demişler. banko dağ başındadır. o zamanlar olimpos'un zirvesine çıkan yok. ak sakallı bi dayı da farketmiş bu mallığını insanların, ben fırlatıyorum demiş. kimim ben? zeus. tanrıların tanrısı. zaman geçmiş. iskandinav mitolojisinde odin'ler thor'lar birbirini kovalamış. kurbanlar kesilmiş. kan akıtılmış. neden? insanların götünden uydurdukları tanrılar kan istiyormuş. kızılay mı bunlar amınakoyim? sonra insanlar gördükleri her şeyi açıklamaya başlayınca, bu defa psikolojik bir boşluk, bir amaçsızlık peydah olmuş. ee? napalım? bütün bildiğimiz büyük güçleri, bizim asla göremeyeceğimiz, bilemeyeceğimiz, duyamayacağımız bir soyut varlığa yükleyelim. kaç tane olsun bundan? 30.000? yuh amınakoyim naptın? ben böyle istiyorum, tamam lan. ben de bunları 1 tanesinde topluycam. en güçlü benimki olucak. biri hindistan'a, bir ortadoğu'ya. orada yeşertmişler bu masalları. öyle bir hal olmuş ve insanlar kendi yazdıkları hikayeye o kadar inanmışlar ki... milyonları peşlerinden sürüklemişler. kan dökmüşler. kendi masalına değil de başka masallara inananları kılıçtan geçirmişler. yani demişler ki ahmed arif, cemal süreyya'dan daha iyi yazıyor. yok efendim cemal daha iyi. vurmuşlar kırmışlar. ne için? sırf insani özelliklerin alayını taşıyan bir tanrı için. ben buna karşılık bilimin güzelliğini savunanlardanım. hepimiz bilimi savunalım, demiyorum tabi ki. ama ben bunu savunuyorum. mesela miller deneyi, m kuramı, biyolojik çorba kuramı, klasik evrim teorisi, modern evrim teorisi, sicim kuramı, katman evren kuramı, yaprak evren kuramı, vs... bunları seviyorum ben. bunları okuyorum. araştırıyorum. cern'deki bir higgs bozonu haberi, beni hz. muhammed'in ay'ı ikiye yarma rivayetinden daha çok heyecanlandırıyor. koskoca uydu amınakoyim lan. nasıl yarılsın ayrıca. neyse. bunların çoğunu bilmiyor adam. okumamış. ama ben dinle alakalı şeyleri okudum. paganizm'den tut, satanizm'e kadar hem de. mesela bugünkü hristiyanlık uygulamalarının alayının paganizm'den geldiğini, isa'nın son güneş tanrısı olduğunu ve bu yüzden de ibadet günlerinin sun-day olduğunu biliyorum ve bunu anlatabilirim. çoktan yazılı tarihe geçmiş insanlığın neden isa ile ilgili tek bir cümle yazmadığını da, isa'nın aslında yaşayan bir kişi olmadığını, güneş tanrılarına verilen bir isim olduğunu ve tarihte isa ile aynı özellik ve yaşama sahip 24 tane daha tanrı olduğunu, en meşhurlarının da mısır güneş tanrısı ra olduğunu söyleyebilirim. ben okuyorum, arkadaşım. bunu böyle bir üstünlük taslamak için söylemiyorum. bilmiyorsam, bilmiyorum der öğrenmek için elimden gelen çabayı gösteririm. ben sadece inanmayı değil, bilmeyi seçtim bu kadar.
bu noktaya kadar kendimle ilgili olan kısmı anlattım. şimdi diğer arkadaşlarla ilgili kısmı anlatıcam:
arkadaşım, benim inancım bana. sorduğun zaman bunları söyleyeceğim. ben senin inancına karışmıyorum. ama efendim, sen yanlış yoldasın, doğru yola gel, demiyorum. sen de bana deme? lan dalyarak; senin inancına göre; cehennemde yanacak olan benim. korkudan altıma sıçacak olan benim. bundan sana ne? seni ne ilgilendirir? seni ne alakadar eder? amman doğru yola gel. ne o? benim dinim. ispatı? kuran. ispatı? kuran. ispat? kuran. bu döngünün sonu yok. kuran'daki bir kıssanın ispatı olarak bana yine kuran'ı gösteriyor adam. ona bakarsan ben de da vinci'nin şifresi'ne inanıyorum, nolucak? bence var o kase. ispatı? da vinci'nin şifresi kitabı. ispatı? da vinci'nin şifresi kitabı. lan zaten orda yazıyor o. işte bu tarz adamlar geliyor, aman doğru yola gir. yahu arkadaşım, sen ''i-na-nı-yor-sun''. neye? onun doğru yol olduğuna. ben inanmak yerine, ispat etmeyi seçiyorum. bilimsel ispat. lütfen artık azıcık saygı amınakoyim ya. ben kelle kesmiyorum arkadaşım, belime bomba bağlayıp sağda solda patlatmıyorum, 9 yaşındaki kızlara uçkur çözmüyorum, karım öldükten sonra 8 saat boyunca sevişmeyeceğim (nekrofili miyim amınakoyim ben), cennette memesi yeni tormurcuklanmış bakire kızlar istemiyorum, aletimin sürekli dik olmasını istemiyorum, 5 adam gücünde olmak istemiyorum, sürekli bir tanrıyı övmek istemiyorum, ne yapacağımı bildiği halde beni yakmakla tehdit eden bir varlığa tapmak istemiyorum. bunu önerebilirsiniz; eyvallah, derim. ama bunu doğru yol olarak dayatanlara da ''be ebeyin amı'' demek istiyorum.

ha, hadi az bilinçlen diye; bugünkü ve geçmişteki bildiğimiz bir çok dinin de kökenini anlatan iki belgesel koyayım şuraya:

26 Ağustos 2013 Pazartesi

fak dı sistım

birkaç haftadır iş görüşmeleri yapıyorum. en sikindirik mülakatlara giriyor; en olmadık adamlara hoş görünmeye çalışıyorum. bu psikoloji çok tanıdık. öylesine tanıdık ki 40 yıllık bildiğim birisi gibi. hani o herkesin bahsettiği; ''ıyy o mu, sakın onla konuşma'' dediği kişi işte bu. şimdi onunla muhatap oluyorum. uzun zamandır. ve koyan o kadar çok şey var ki. para yok zaten kafadan. çalışmıyorsun. üstüne üstlük devlet (şu amınakoduğumun devleti) sikindirik bir sağlık sigortası için çalışmayanı aylık 350 tl borçlandırıyor. gelir beyanı vermek gerekiyor. yani battıkça batıyorum. bankalar bi yerden bastırıyor. telefon faturası, internet faturası vs... hepsi öyle büyüyor ki gözünde. ve sürekli duyduğum şu hikayeler iyice çileden çıkarıyor adamı. falan kişi şurda bi sik yapmadan 5.000 tl maaş alıyor. bilmem kim şu kadar para alıyor gibi şeyler. az biraz düşününce cidden öyle. ben bir işe girecek olduğum zaman; üniversite mezunu halimle; ilkokul, ortaokul, lise mezunu adama patron demek zorunda kalacağım. neden? çünkü o orospu çocuğu işle alakalı bir sikten haberi olmamasına karşın zamanında bok gibi para kazanacak bir kapısı, amcası, dayısı olduğu için. bu koyuyor. en boktan mesleklere, hatta temizlikçiliğe bile girmek için mutlaka birilerine para yedirmek zorunda olduğunu bilmek koyuyor. babamın, alın terini, el emeğini; götü geniş, yağ bağlamış, sıfatsız, suratsız, göt yalamaktan diline bok sıvanmış adamlara vermek için biriktirdiğini bilmek koyuyor. bu en çok, bir halta yaramayacağımdan dolayı bari en azından bu yolla bir iş sahibi olmamı istediklerini düşündürdüğü için koyuyor. yani akşam sofraya oturulduğunda konuşulmuyor tabi bunlar. üstü kapalı hep, bakışlarda buluşuyor sözcükler. babam yorgun. anam yorgun. yaşlanıyorlar. ayı gibi adam olan ben ise bi sike yaramadan her gün kahvehanelerde ömür çürütüyorum. elalem cidden sadece akşama kadar feysbuk, tivitır, haber siteleri gezip 30.000 tl parayı kıvırıyor ayda. cidden sadece bu işi yapıyorlar ya. valla bak. gözümle gördüm. burada bir inşaat firması var. baya büyük bi firma. 20 küsür inşaat mühendisi çalıştırıyor yanında. ve patron deyip, eline baktıkları adam elin diyarbakır'ından gelmiş ilkokul mezunu bir adam. konuşmaktan haberi yok. bıyıkları çeneye inmiş. gömlek göbeğe kadar açık. karşısında filinta gibi takım elbiseli, beyaz gömlekli mühendisler ip gibi diziliyor. niye? vereceği sikindirik 3 kuruş maaş için. özel sektör böyle bişi. amınakoyim ben o hizmet sektörünün. anasını avradını sikeyim. bu denli kızgınım. bu denli yerle yeksan ve iğrenç bir sektör. bu kadar işçiyi hunharca siken ve sadece işletmenin zevk aldığı bir sektör. hani sikildiğin için; tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak durumu da yok. bildiğin acımasızca geçiriyorlar işçiye. yemin ediyorum, kanının ilik ilik, damla damla çekildiğini, sömürüldüğünü hissediyorsun. günde yaklaşık 12 saat, hatta bazen daha fazla çalıştırıyor ama 750 tl maaş veriyor. kodumun işletme müdürleri, patronları milyarları sayarken sen 300'ünü şuraya 200'ünü şuraya versem, şu kadarı bana kalıyor çay sigara parası hesabı yapıyosun. mecbursun. neden mecbursun. bir yandan da ülkenin abazalığından mecbursun. biz am'a, göte, memeye çok meraklı bir millet olduğumuz için, işletmeler de doğal olarak bayan eleman arıyor. amınakodumun demir-çelik işletmesinin muhasebesine eleman arıyorlar ama bayan olacakmış. neden amınakoyim, neden? memesinin çapını da mı geçeceksin mal varlığı olarak? neden? dosyaları odana koyup, o kız dosyaları alırken götüne bakıp, masa altında 31 mi çekeceksin? beleşe çalıştırıp, gün boyu sikecek misin? neden? bir insan neden bayan muhasebeci arar amınakoyim? sorsan güven meselesinden girer. daha önce bundan bi arak yaptıysa bir erkek muhasebeci, ona yaslar yalanların hasını. siktir ordan diyemiyosun işte yüzüne. desen kaç yazacak ki? nereye gitsen kadın amınakoyim. sürekli bayan eleman, bayan eleman. hayır adamlar da haklı. atıyorum bi bayanı al kafeye. giydir mini eteği. satış patlaması yaparsın. ha, burada bayanlardan meta olarak söz ediyorum, evet. neden? çünkü piyasa cidden öyle. bayan dediğimiz kişi bir çalışan evet ama aynı zamanda işletmenin malı. girişte hiçbirine sen bizim malımızsın demiyorlar. ama öyle bir kullanıyorlar ki... bu konuda pozitif ayrımcılıktan ziyade eşitlik ve adaletten yanayım ben. birgün aklımda var. ulan diyorum, sat varını yoğunu. al bir silah. doldur şarjörünü. git nerde, ne kadar, milleti işe sokmak için alnının teriyle kazananlardan alıp, gazinolarda, içki masalarında karıya kıza yediren orospu çocuğu kodaman varsa sık kafasına. ben yiyemiyorsam siz de yemeyin amınakoduklarım. adamlar burda eşek gibi çalışıyor. tarla, fabrika, maden, inşaat, yarak kürek demiyor. ama bu koduklarım ne yapıyor? adam tek kelime türkçe konuşmaktan aciz, anadil gibi ingilizce istiyor amınakoyim. bak bak bak. lan dalyarak! siktirgit kendin öğren önce. ama işte o tamam inceleyelim deyince içinde kalıyor bu sözler. belki bir umut hesabı. okul bir sike yaramıyor arkadaş. gerçekten bir sike yaramıyor. sadece boktan bir kağıt parçası veriyorlar; o. onu da kıvır götüne sok zaten. başka bi şeye yaramaz o kağıt. üniversiteyi yeni bitirmiş adamdan 5 yıl, 3 yıl iş tecrübesi istiyorlar. anamızın karnında staj yapıyoruz zaten amınakoyim. bu ülkede bir sikim olmaz arkadaşım. hiç bir sikim olmaz. 70 yaşında adam enter tuşunu yarım saatte buluyor. hala memur. lan bi siktirgit amınakodumun çocuğu. bi siktirgit. siktirgit de gözü gören, eli ayağı tutan birileri gelsin oraya. defol git, öl bi yerde amınakoyim. devlet beni çalışmadığım için borçlandırıyor. kentsel dönüşüm sikkoluğu için borçlandırıyor. napıcakmış? evimi yıkıp, yerine 5 katlı apartman dikecek, bir katını bana verecek, diğerlerini satacak ve üstelik eski tapu değerimle yeni tapu değerini karşılaştırıp, aradaki farkla beni borçlandıracak? yok ya! amınakodumun devleti, ben senden ev istemedim, bark istemedim. sen elalemden borç alacaksın, benim kurulu düzenimi bozacaksın. bu borçları yine bana ödeteceksin. vergi üstüne vergi bindireceksin. sonra kendine sadakat bekleyeceksin. siktir ordan. söylenebilecek tek bir şey var. ülkede 20.000.000 insanın kellesini alacaksın. şu kamburları, hainleri, orospu çocuklarını temizleyeceksin. din'i komple yasaklayacaksın. ondan sonra aydınlığa kavuşur ülke amınakoyim. sonuç olarak ortalama 75 - 80 yıllık kısacık bir ömrüm var. ve ilk çeyreğinden fazlasını zaten bitirdim. kalanı da bir ensesi kalının götünü kaldırmak, cebini doldurmak, gururunu okşamak, egosunu tatmin etmekle geçirmeye niyetim yok. bu yüzden beyin göçüne evet. bu yüzden hedef yurtdışı. bana bugüne kadar bi sik sağlamamış ülkenin de canı cehenneme! velhasıl kelam; fak dı sistım!

15 Ağustos 2013 Perşembe

melek gibi hatun

ne alırdınız? kola var mı? var efendim. bardakta mı arzu edersiniz, yoksa kendi kabında mı getireyim? kendi kabı ne amk? kendi kadında olsun lütfen. peki efendim. hemen geliyor. teşekkür ederim. bu sıkıcı elitist konuşmadan sonra gözlerimin içine baktığını farkettim. ee, dedi. ee, dedim başımı iki yana sallayarak. bişi demiycek misin? ne diyim yav? yahu sana melek'le serdar'ın ayrılığını anlatıyorum. çocuk bunu bi başkasıyla yakalamış diyorum. ikisi de arkadaşımız. bişi yapmayacak mıyız? beni bunun için mi çağırdın buraya? melek orospuluk yapmış, serdar boynuzlanmış ve biz ne yapabiliriz? bunu mu konuşacağız. ya sen ne kadar umursamaz biri olup çıkmışsın yaa! ben seni böyle bilmezdim. ben seni hiç böyle bilmezdim. nolmuş sana y... şşşt, ya bak, bundan bana ne? bundan sana ne? bu ikisinin arasındaki ilişki. ben bunu anlamıyorum ya. serdar bana sevişirken hangi pozisyonu deneyeyim diye mi soruyor? ne kadar ilişkinin içindeyiz? kaldı ki neden içinde olalım? onlar varken bize bok yemek düşer. ağzının kenarında boncuk kalmış, sil istersen... ya, ufff, tamam yaa. neyse kalkalım mı? yoo, ben kalkmıycam. sen gidiyo musun? evet? ha bunu konuşmaya geldik yani buraya? ben duş aldım, evden çıktım, dolmuşa bindim, terledim, duş aldığım bi sike yaramadı, geldik buraya, kolayı da söyledim ve serdar, melek'i başka bi adamla bastı'yı konuşmadık diye şimdi gidiyosun yani? offf, senle uğraşamıycam. öyle mi? ya sen ne kadar umursamaz olmuşsun böyle ya? ben seni hiç böyle bilmezdim... cümlemi tamamlamamı beklemeden çoktan çantasını almış gidiyordu. bi yandan haklı olabileceğini düşündüm. ne yapayım amınakoyim? serdar bildiğin mal. boynuzlanmış. en azından çocuğu bi arayıp, moralini düzeltmeye çalışayım diye düşündüm. sonra vazgeçtim. ne diyecektim ki? boşver kanka herkes boynuzlanıyo yaa, bi sen misin sanki? falan mı diyecektim. acısını yaşasın, dedim kendi kendime. yaşasın ki akıllansın. bu acıyı tatmalı. tatmalı ki güçlenmeli. acayip felsefe yaptım iki dakkada; garsonun uzattığı kabında kolayı alırken. ayrıca bu kızların her ilişkiye karışma gereği duymalarını anlamıyorum. yahu sana ne amınakoduğum. sana ne göt. ilişkiyi yaşayan bir kız bile bu kadar içinde değil ilişkinin. kız kalkmış, hariçten ilişkiye karışıyor. senin üzerine ne vazife ki böyle bişi. moruk, buradan sevgili olan kızların arkadaşlarına sesleniyorum. sevgilisi olan kızın hayatından siktir olup gidin, lütfen ya. valla bak. böyle bi sapıklık yok lan. sen orda iki dedikodu çeviricen diye, kızı dolduruyor da dolduruyor. hayır, taktik de güdüyor orospular. hem çocuk piçin teki diyorlar; hem iyi çocuk diyorlar. neden? çünkü kız kötü ayrılırsa çocuk piçti zaten diyecekler. iyi ayrıldıysa, iyi çocuktu ya diyecekler. ikisinde de ben demiştim deme şansları var. küçük hesaplar peşindeler. neyse, kabında koladan ilk yudumumu aldıktan sonra telefonumu çıkardım. bişeyler karalamaya niyetlendim. çünkü mekanda bütün şehri görebiliyordum. tam da böyle balkon tarzı bi yerindeyim mekanın. boşa gitmesin. temiz hava, güzel ortam. bir iki karalarım diye düşünüyorum. tam kalemi elime aldım, ekranda bir iki karalama yapmaya başladım. garson yaklaştı. az önce beyefendi'li falan konuşan adam gitti. yerine kamyon şöförü geldi amınakoyim. abi sen karakalem mi çiziyosun? karakalem çizmek... yoo, dedim. ben karikatürle uğraşıyorum. abi ya, bişi sorucam. sana zahmet olmazsa ben sana kızla benim fotoğrafımı versem, bi karikatürümüzü çizer misin? ne kadar diyosan veririm abi. ya şimdi ben... abi valla çok mutlu edersin ya, ha? bak, ben... hem kız arkadaşım da mutlu olur. olmaz mı? ben port... doğum günü de yaklaşıyo abi. hediye olarak veririm. be ebeynamı! bi sus da beni dinle amınakoyim. diyesim geldiyse de kendimi tuttum. bi dinlersen... dedim sertçe. sustu. bak, ben bunun eğitimini almadım. dolayısıyle portre çizemiyorum. o yüzden yapamam. milyar versen de yapamam. tamam? yaparsın be abi ya? yapamam olm. yapacak olsam yapayım. seni kıracak değilim. içten içe esnaf ayağının dibine vurduğumu hissettim. tamam abi, bigün çizersen haberim olsun ama. ilk müşterin benim, ehehe. diyerek ayrıldı yanımdan. ben de bir iki eskiz attım, kolayı içtim ve mekandan ayrıldım. sakinlik ve dinginlik hoşuma gitmişti. serdar'dan haber alamadım. büyük ihtimal kendini eve kapatmış, melek'e mesaj üstüne mesaj atıyordu. büyük ihtimal; ben sana o kadar değer verdim, senin yaptığına bak! ayarındaydı. hatta kızmışsa orospu da diyemediğinden; senin yaptığını başkası yapsa direk kaşar derler, gibi pısırık mesajlar atıyordu. hani sen gene kaşar değilsin de, hani başkası yapsa kaşar diyebilirler belki gibi geldi bana... tam olarak da bunu kastederek yazmıştır. öyle bir mal serdar. bu satırları okuyosan kardeşim, bu satırlar (her iki anlamda da satır) götüne girsin cemali nur kaplı kardeşim benim. o kız da tam bir orospuydu serdar. söyliyim de içimde kalmasın. bi bana vermedi. neden vermedi bilmiyorum ama vermedi. serdar'ı o olaydan çok sonra gördüm. üniversite okuyan kardeşinin yanına gidecekti. mutluydu lan. gülümsüyordu. kafa tokuşturarak selamlaştık. kafam acıdı. boynuzdan mı, kafası kalın olduğundan mı bilemedim. ah serdar; 31 zamanı geyiklere dalaşan serdar...
güzel bir öğleden sonra tekrar mekana çıktım. kabında kola sipariş ettim. aynı garson oradaydı. yüzünü ekşitiyor. hayırdır, dedim. daha önceki muhabbetten gelen samimiyetle, sorma abi ya, dedi. noldu lan? abi hani sana söylemiştim ya kız arkadaşım var, çizer misin? diye. ee? kız beni 3 aydır aldatıyomuş abi. dün öğrendim, dedi. yapma ya, dedim. valla, dedi. gitti. mekandan ayrılırken, görüşürüz, dedim. görüşürüz abi, dedi. elini uzattı. ya sıcak mı geçti nedir, burnum akıyor, bu seferlik sadece tokalaşalım, sana da bulaştırmıyim, dedim. tokalaştık gereksiz yere ve ayrıldım. kafa tokuşturur falan. boynuzu moynuzu tosar. riske atmaya gerek yok.

3 Ağustos 2013 Cumartesi

ayla'nın titreyen memeleri

kızla buluşacaktık, belki eve gidecektik, gidersek de büyük ihtimal sevişecektik. cepte 70 lira para. lakin bir büyük devirdik o gün. has gönlümüze ağladık. bir dostun derdini, bir kadının koynuna tercih ettik. mezeye de çıkışmadı paramız. sek içince yek devrildik masadan. bir iki sarhoş beden çekilir köşeye, toplanır amma, düşmeden kırılan yüreğin parçaları kaybolur çoktan. masada kadın yoksa da, uğruna içilen bir kadın vardı hep. yeni rakı içe içe eskidik. ne vakit duysam bir rakı fabrikası daha açtığını yeni rakı'nın; o zaman sevinirim. verdiğimiz paranın yeri bellidir artık. cümbüşünde bayıldığımız, belinin kıvrımlarında kaybolduğumuz, balık etli dansöz ayla... ankara pavyonlarının gülü. ta ki sırattan o elim ateşe düşene dek sevdalım. çıkar ulan parayı. çıkar da sıkıştır memesine! belde silah doluşur kabadayılar. ceket iliklememek olmaz. ne diyorduk. kızla buluşacaktık. belki sevişecektik. ama ayla'ya değer. senin için ölümü göze aldım orospu! hangi kabadayı düdüklüyor seni!? allah herkese nasip etmez böyle dilberi. kaç adam vurmak lazım ayla? bedelin parayla ödenmiyor belli ki. can istiyorsun, can. ah, titreyen kalçalarına kurban. heyecandan titreyen ellerim sarar mı belini birgün? kız soğukta beklemiş. ben ayla'nın düşünde. yıkıldığımız yerden sürgün ettiler bizi. kalk lan, dedim. kalk çavuş. bu iş olmayacak böyle. gönül ferman dinlese, uçkur dinlemiyor bu defa. ölmüş babanı sikeyim, kalk! açtım anamın sandığını. iğne oyalarının arasından söktüm çıkardım pederin yunan vurduğu beylik tabancasını. kafa o biçim kıyak. bastım girdim içeri pavyondan. götü bütünler götürüyor yavruyu! heeeeyt, dedim. çengiler sustu. ayla'nın sütyenden taşan memesine takıldı gözlerim. 2 el sıktım havaya. altıpatlarda kaldı 4 kurşun. en büyüğünü seçtim kabadayıların. tam göğsüne, tak! bi de yaverine... baktım mekanda ordu var sanki. namlular doğruldu yüzüme karşı. ayla'm kaskatı kesilmiş. merak etme yavru. alacam seni de yanıma. bir kurşun da ona sıktım. tam kalbine nişanladım ki nasıl ona vurulduğumu anlasın kahpe. son kez titredi ayla'mın memesi. pullu elbisesi yere saçıldı şakır şakır. tüm namlulara sürüldü mermi. heeyt be, bende size yem olacak göz var mı lan? son kurşunu sakladım kendime. çenemin altından, göğü seyret! şair adamla dost olacaksın haspam. şair adam anlatır hikayeni en iyi. ardımdan deyivermiş dizeyi, babasının ölüsünü siktiğim. cehennem'de serinliğim oluyor nane. ah ulan, seni de mi vursaydım kahpenin dölü!

soğukta bir adam.
soğukta bir kadın.
sevişirlerdi belki, eğer buluşsalardı.
şimdi birinin yanağından sızan kan donuyor.
birinin yanağında çoktan donmuş gözyaşı.

şimdi ayla da ben de cehennemdeyiz. ayla'mın ateşi cehennemden büyük. memeleri yanıyor ayla'mın. amınakodumun karısı; dünyada yaktın, bari burda yakma beni...

30 Haziran 2013 Pazar

ekenler dize kadar

''çocuk olsaydı, ağzını sonuna kadar açar, düşen kar tanelerini yakalamaya çalışırdı. oradan oraya koşardı. kardan adam yapardı ve evde her daim bir havuç bulunurdu.  annesini düşündü. yemeklerini özlemişti. babası hala tır başında direksiyon sallıyor olmalıydı. kimbilir; belki bir gün yolu bu taraflara düşerdi. ama bunu hiç istemezdi.
bu hayal dünyasından acilen çıkması gerektiğini düşündü. uzandığı kaya karla kaplanmaya devam ediyordu. kar gece boyunca aralıksız yağmıştı. üç gündür aynı kaya üzerinde bekliyordu. ulu dağların arasındaki vadiyi net görebileceği bir yer seçmişti kendine. Vadinin ortasından uzayıp giden yer yer kırılmış asfalt bir yol uzanıyordu. her yer bembeyaz bir örtünün altındaydı. sevkiyatı bekliyordu. silahın üzerinde biriken karları sildi. 15 dakikadır uyuyan gözcsüne baktı. uyandırmanın zamanıydı. fazla uyursa uyşukluk çöker; ayıkamaz ve donarak ölmesi işten bile olmazdı. neden sonra yolun ucunda bir hareketlilik sezdi. hemen gözcüsünü uyandırdı. zaten yarı uyanık olan gözcü hemen kendine geldi ve yerini aldı. dürbünü gözüne götürdü ve teyit etti. bu bizim hedefimiz. silahını son bir kez kontrol etti. namluya mermiyi sürdü ve doldurdu. dürbünün ayarını kontrol etti. hava buz kesiyor ve kar yağmaya hala devam ediyordu. rüzgar güçlüydü. tek bir şansı olacaktı. üç gündür bunun için bekliyordu. eski model ford marka araçlar vadinin girişinde durdu. 3 araç vardı. ilk araçtan iki kişi indi. silahlıydılar. ardından vadinin ortasından 2 aracın daha vadi çıkışına doğru ilerlediğini gördü. alışveriş orada yapılacaktı. silahın dürbününden olan biteni izliyordu. rüzgar oldukça sertti. gözcüsüne güvenmek zorundaydı. adamlar etrafın güvenli olduğuna inandıktan sonra patronlar arabalardan indiler. kalın paltoları altında iyice küçülmüş görünüyorlardı. ancak paltoları yine de onlar bir heybet katmıyor değildi. ikisinin arasında yaklaşık 10 metra vardı. o mesafeden konuşuyorlardı. silahlı adamlar etraflarında bekliyordu. tek bir yanlış harekette ortalık savaş alanına dönecekti. vakit daralıyordu. her an anlaşmadan vazgeçip dönüp gidebilirlerdi. bu adamı böyle yakalamak için çok çalışmışlardı. askeri bir operasyonla halletmemek için bir çok sebepleri vardı. bu yüzden temiz bir iş çıkarmak istemişlerdi.  gözcü sık sık koordinat veriyor; atış için hazır olmasını istiyordu. tüfeğini düzeltti ve atış için hazırlandı. nefesini kontrol altına almaya çalışıyordu. hazırım, dedi. gözcü sık sık tekrarlayarak rüzgarı, mesafeyi, basıncı, sapma payını ve hedefleme derecelerindeki değişikliği bildiriyordu. iyi bir nişancıydı. başarabileceğini biliyordu ama hiçbir şeyin kesinliği yoktu. vakit iyice daralmıştı. parmağıyle tetiği kavradı ve bastı. namlunun alevi etrafında uçuşan iki kar tanesini savuracak kadar sertti. mermi saniyede 800 m. hızla yivden çıkmmıştı. 4 adet kar tanesini parçalayarak yoluna devam etti. o kısa süre içerisinde kar tanelerine daha fazla üzüleceğini düşündü.''
olm kalk, lan. noldu olm?  iki saattir şunun başındasın, ne yazıyosun amk saçma sapan. he amk, he saçma sapan. bi bok da bilse içim yanmıycak. kızlarla buluşmaya gidecektik. hadi olm geç kalıcaz lan. tamam ya, hazırım işte. bi parfüm sıktım mı tamamdır. sen hazırlan asıl. hala baksırla duruyon. eliyle apış arasını kaşıdı. tamam kanka, hazırlanıyorum madem ben. sen de çabuk bitir şunu. tamam.
gittiğimizde kızlar daha gelmemişti. biz gecikmiştik ama kızlar daha da geçikmişti. gelirler kanka şimdi. olm sana ayarlıycak olduğumda bir göt var; ufff! götüyle mi film izliycem olm, ben? götlü başlı mı yatıcaz yatağa? götüyle mi konuşucam? oo 69 diyosun kanka. yakışır. lan bi siktirgit yaa.  tamam lan kızma. gel dışarı çıkalım da iki dal öldürelim bari amk. tamam. olm var ya biri coğrafyadan bak. on numara hatun. izmirli. diğeri de kocaeli'nden. o da iktisat'tan. ikisi de taş. bi gelsinler; görceksin zaten. dibin düşücek. boş konuşmayız olm biz. görcez bakalım.
15 dk. sonra...
kahve? olur. 2 tane orta. peki efendim.
10 dk. sonra...
meyva suyu içiyo musun kanka? olur. 2 tane şeftali. peki efendim.
15 dk. sonra...
ben çay alıcam ya, istiyo musun? içelim. 2 çay, biri açık. peki efendim.
10 dk. sonra...
kanka ben şey söylüycem ya, neydi lan o past... kalk lan, kalk! siktirgit burdan. paranı bok edicen, iki kız gelicek diye amınakoyim. olm bi işleri çıkmıştır ya. lan dallama, ekmiş kızlar! o götü süper dediğin var ya; hah, o şimdi o götüyle gülüyor işte şuan süper süper. tamam kanka ya, zaten moralim bozuldu, bi de sen vurma. 3  tl bozuk çıkar mı? zerre çıkmaz benden amınakoyim. siktirgit öde. asshole! valla kuruş işlemez benden. sen çaldın benim iki saatimi. sen ödeyeceksin. ama gelselerdi böyle demiycektin dimi? o zaman biz kıza hesap ödetmeyiz ayakları... vaay vaay vaay şimdi böyle olduk he mi? he amk he! al şu 3 tl'yi git hesabı kapat hadi. süpersin kanka. başka param yoktu olm. az sömürdüm senden.
o hesabı öderken dışarı çıktım. gökten ince ince kar başlamıştı. rüzgar çıktı. yarım kalan hikayemi düşündüm. havada kurşun uçar halde asılı kalmış, beni bekliyordu... kör kurşun tabiri tam yerindeydi. bir kere namludan çıkan kurşunun, nelere sebep olacağını, işe yarayıp yaramayacağını kimse bilemezdi. tıpkı bu hikayenin sonu gibi... ben bunları düşünürken arkadaşım çıkageldi. hala söyleniyordu. gelirlerse ekime, gelmezlerde sikime kadar. sikin? o da dizime kadar!

atayist

saçının boya olduğunu düşündüm. değilmiş. o kadar koyuydu ki. uzun zaman olmamıştı tanışalı. hiç yüzyüze görüşmemiştik. ancak ortalama bir kıza göre oldukça zekiydi. güzeldi de üstelik. bende bu sorun var işte amınakoyim. güzel kız gördüm mü en ipten saptan konuları konuşuyorum. ulan yazsana kıza. yok olm. olmaz. gittim akşama kadar blog için hazırlamış ama yayınlamamış olduğum seks hikayesiyle ilgili şeyler konuştum. niye bilmiyorum. bu aralar bir rus'a ihtiyacım var sanırım. o da durumun vehametini anlamış olacak ki; doğum haritası mı ne, ''orospu'' gibi bi ismi var işte, ona bakmak istedi. bakıverdi de sağolsun. akrep çok orospuymuş. ibnenin önde gideniymiş akrep. vizitesi 50 tl.den açıyomuş kapıyı. manukyan'ın kardeşiymiş. ama koç öyle mi? tam bi alımlı kadın. ateşli. şehvetli. oyhhş bi kadın yani koç. akrep gibi değil. kötü yola düşmemiş. gösterip de vermiyo ama. öyle bi kaşar koç da. neyse bunlar böyle merkür'ün evini mi basmışlar, napmışlar; bişi olmuş. benim libidom tavan yapmış. böyle böyle anlattı. hayır, bazısını anlıyorum da bazısını anlamıyorum. şimdi merkür deyince benim aklıma öldürücü radyasyon gelir. hele bi de merkür'ün evi dendiğinde, kirada oturuyoruz lan biz, diye iç çekerim. öyle düz bi adamım. neyse gel zaman, git zaman skype'ta buluştuk. daha önce de konuşmuştuk ama göz gözü görmüyordu onda. tim burton filmlerinden fırlamış gibiydi. ortada uzun saç ve iki büyük siyah nokta vardı. gözlerine öyle bir gölge düşmüştü ki; altıma ıslattığımdan sandalyeden bi müddet kalkamadım. velhasıl kelam; ikinci konuşmamız oldu. ulan ikinci konuşma, ışıklar yanıyo. kız orda tatlı tatlı duruyo. ben? ben mi? dönmüşüm götümü yumurta pişiriyorum. midemi sikeyim. öyle böyle değil. hayır omlet diye başladığım olay, peynirin olmayışını farketmemle düz, dümdüz yumurtaya döndü. onu geçtim siyaset, eğitim, doğum haritası, vs. bi çok konu konuştuk. bütün bu süreçte ben ayı gibi yiyorum. göt göbek zaten arz-ı endam ediyor. yemin ediyorum memelerim büyüyor lan. yakında dekolte falan giyerim belki. çatalımın arasından ter sızar. eli yüzü görünüyor bu defa. güzel kız lan. hanım hanımcık. valla bak. şimdi sen her gördüğüne sulanıyosun, deme. bu öyle değil. hep seviyeli oldu olm bizim iletişimimiz. hatta bu okuduğun blogu bile söylememiştim de başka bi blogdan bakarken cart diye bulmuş. bi gün mesaj attı. ''sen nasıl bi adamsın ya?!'' dedi. aha, dedim. yarra yedik. buldu. neden, yazıp yolladım. gülmekten gözümden yaş geldi diye cevap geldi. olm, o kadar da komik yazmıyorum lan sanki. ne bileyim. hani ilginç olaylar buluyo beni; bulmuyo değil de. bana yazarken çok da komik gelmiyo. rahatladım sonra. ben burda ana avrat falan giydiriyorum. o da masumane, küfür olarak maksimum ''o... çocuğu'' falan yazabilen birisi. tezata gel. ama moruk bişi söyliyim mi? birincisi rahat olacaksın; ikincisi cesur. ben en başta laks diye aradım bunu. şaşırdı falan. nerden esti falan oldu. ondan beri ne zaman araşsak 2-3 saati deviririz. kulağım yeşil şuan. yok lan, yok o kadar da değil. ama çok dolu bi kız. boş değil yani. şimdi bu kadar övüyorum falan; yarın gelip de; abi, numarasını versene be, falan yapma sikertirim. acımam. one shot kill yaparım. eski bi arkadaşı da geçen ağır yazmış buna. karar verecek falan. şans döner lan belki. (göz kırpmalı, ibne gülümsemeli smiley) yarak döner. dönmez olm. çünkü ben atayistim. yani değilim de agnostik diyelim. inanç önemli moruk. valla önemli. yarın ben annemi babamı, bi paket çikolatamı, bi demet çiçeğimi, imitasyoncudan yüzüğümü alıp (param yok amk) gidip istesem, babası bana ilk iş ne iş yapıyosun, diyecek. sonra belki namazımı, niyazımı soracak. olur mu olur olm. kısmet bu işler. ama umut yok. atayistim ve atayiste verilecek kız da yok.

27 Haziran 2013 Perşembe

metro

dudakları dolgun. gözleri yeşil. beyaz tenli. siyah uzun ve düz saçları omuzlarından dökülüyor. ayağında mini bir kot şort. bacakları pürüssüz. göğüsleri dolgun ve dik. kalçası tam kavranacak cinsten. sabahın köründe işe giderken yutkunuyorum. metro sallana sallana durakları aşıyor. biliyorum ki son durakta inecek. kızılay'da. içimden bir ses takip et diyor. bi bok olacağından değil. sadece bu güzelliği daha fazla seyretmek istiyorum. sabah ereksiyonunu çoktan atlattım. gözlerim hala uykulu. metronun yer yüzeyine çıktığı anlarda güneş o kadar güzel bir açıyla vuruyor ki yüzüne; aşık olmamak için kör olmak gerek. ara sıra gözlerimiz buluşuyor. ne göğüslerine, ne bacaklarına bakıyorum. sadece gözleri ve yüzü... kulağında kulaklık var. ne dinlediğini merak ediyorum. gözlerimiz daha sık buluşmaya başlıyor. hem o, hem ben hemen kaçırıveriyoruz o andan kendimizi. çıkarken hafifçe çarpıp; pardon mu desem acaba, diye düşünüyorum. bu kızla konuşmalıyım. ama nasıl? gülümsüyor. hatta gülüyor bana bakarak... kimbilir neler düşünüyor. kendimden şüphelenip duruşumu falan değiştiriyorum. aksi gibi parfüm falan sıkmadım. karnıma ağrılar giriyor stresten. neden olduğunu bilmediğim şeyler düşünüyorum. seviştiğimi falan kurguluyorum. ama bir merhaba dese, aziz'ler gibi sekse tövbe edebilir, sadece onu sevebilirim. ama bunun sadece güzellikle alakalı olduğunun hemen farkına varıyorum. kendimi toparlamam gerek. gözlerimiz her buluştuğunda gülmeye başlıyor. hislerim karşılık mı buluyor acaba? metro sonunda son istasyona giriyor. labirent gibi çıkışlarda gözden kaybediyorum. takip edemem; yetişmem gereken bir iş var. iş yerine gidiyorum. her biri ''iş kaşarı'' olmuş karıların arasındaki masama oturuyorum. bilgisayarımı açıyorum. günaydın arkadaşlar... günaydın, günaydın, günaydın. arka arkaya farklı seslerden karşılıklar geliyor. aklım hala o efsanede. çay getiriyor çaycı abla. birim müdürü son uyarıları yapıyor ve mesai başlıyor. alo ... ... ile mi görüşüyorum? evet, benim. baba adınız ... mıydı ... bey? evet? ben ankara ... hukuk bürosundan arıyorum ... borcunuz için. 02.2013 ve 03.2013 tarihlerinden ödenmemiş ... kadar tutarınız var. üzerine ... kadar faiz işlemiş. dosyanız idari takibe düştü. icrai takibe düşmemesi için uyarı mahiyetinde arıyorum. icrai takip başlamadan borcunuzu ödemek ister misiniz? eğer icrai takip başlarsa bütün avukatlık masrafları, o süreçte işleyen günlük faiz, icra masrafları da dahil olmak üzere oldukça yüksek bir mebla ödeyeceksiniz. ... ... ... ... ... peki beyefendi. ben hakkınızda gerekli işlemleri başlatıyorum. iyi günler. ilk aramadan sonra çişim geliyor. içtiğim çayın da etkisi olabilir. aklımdaki fıstığın da. tuvalete gidiyorum. kemeri çözüyorum ve pantolonun düğmesini açıyorum. o an başıma kaynar sular dökülüyor. hayır, hayır, ufaklık yerinde duruyor. asıl sorun fermuarda. o bakışmalardaki gülüşlerin sebebini anlıyorum. anasını avradını siktiğim fermuarı ya! amınakoyim ben seni icat edenin. orospu çocuğu. bir yandan işemenin verdiği rahatlık; bir yandan rezil olmanın verdiği sinir harbi arasında çavuşun suyunu sıkıyorum. ah çavuş, zalım çavuş iyi ki kapıyı açık bulup da, ne var ne yok diye baş vermedin metroda. o zaman halimiz nice olurdu? o fıstık, ben yer fıstığı. yani her anlamda ''yer'' fıstığı. oyhş!

22 Haziran 2013 Cumartesi

ne tuhaf

ulan canını verirsin normalde. uğurlarına yapmayacağın şey yoktur. hani boğazla dese birini; acımadan ense köküne sokuverirsin bıçağı o orospu çocuğunun. ama para dedin mi duruyosun işte. para amınakoyim, para. yarak kürek bişi. karısını satan adam var ya, anasını satan var. pezevenklik yapıyor adam. çocuk satıyor. insan, hayvan, ot, çöp ne olursa alıp satıyor. bu nasıl bir düzen; bu nasıl bir çarktır amınakoyim ya! canını verirsin annen için, baban için. ama 3 kuruş para için, toplayıp tası tarağı; yerini yurdunu terkediyorsun, evini barkını, köpeğini, kuşunu, yatağını, vs... hepsini terkedip gidiyorsun. dedim ya, toplayıp tası tarağı, yemeye gidiyosun yarağı. sikeyim böyle işi ya...
tamam olm, sakin lan. az kendine gel. olur gider. sıkma tatlı canını, okşa patlıcanını. yaptığım bu buz gibi espriden olacak, içini ısıtmak için bir parça daha rakı doldurdu. olm, anlamıyosun lan. annem hasta amınakoyim, babam ne zamana kadar çalışacak. onlara bişi olsa ta ebesinin amından nasıl gelicem buralara? kanka anlıyorum, valla anlıyorum da napıcaksın amınakoyim. iş yok işte piyasada lan. olsa gir. hem bu işin parası da iyi. yollarsın ailene, az buçuk destek de olursun. süper işte. geçinir gidersin be olm. neden kötüsünü düşünüyosun. mecbursun kanka bazı şeylere. elinde olan bişi değil. kimsenin elinde değil. sözlerim biraz olsun rahatlatmış görünüyordu. neden sonra, gözlerini bana dikti. yak, dedi. ha? yak olm, bi sigara. haa, ver ver. bro, götünü yırtıyosun tamam mı? anasını sikiyosun okulun falan, derslerin. köpek gibi çalışıyosun. köpek gibi. gireceğin hiçbir işte bi sikine yaramayacak şeyleri sike sike öğretiyorlar. yemin ediyorum lise mezunu arkadaşım şimdi paranın amınakoyuyor. okumak kadar saçma bişi yok. burada edineceğin bakış açısını doğru kitapları okuyarak pek ala edinebilirsin. bi sik katmıyor. ha ne var; iki karı sikiyosun, iki ortama giriyosun. tek başına yaşamaya çalışıyosun. millet nedir, ne değildir öğrenmeye çalışıyosun; o. e şimdi böyle canımızı dişimize takıp çalışıyoruz. sonuç? sıfır. asgari ücrete talim amınakoyim. okumuycan olm. siktiğimin sistemin dayatması bu. iki kıçı kırık diplomayı tutuşturuyolar eline. o kağıt olmadan da bi bok değilsin diyorlar.
haklısın, ne diyim... ne desen haklısın da alışırsın be olm. kimler alışmadı ki. çek bakiyim sen. tokuştur kalçayı. kadehlerin çıkardığı ses salonda yankılandı. o gece içtik. çok içtik. mesaiden erken gelmişti. yorgundu. ama bana mısın demedi. vurdu dibine dibine. annesi hastaydı. çok hastaydı. söylemiyorlardı. iyiyim, diyordu kadın. çorbayı babası yapıyordu da ayarını tutturamıyordu. annesi, babası adına özür dilerdi ondan. elimin ayarı kaçıyor artık oğlum. çalışmaya gitti. ayda bir geliyordu. yakın arkadaşımdı. annesi de beni severdi. ben de arada sırada annesini ziyaret ederdim. oğlu yerine koyar, öper okşardı.
bir çarşamba sabahı olan oldu. 11 saatlik yol bitmedi. hastaneye kaldırdık, demişler. yoğun bakımda, demişler. durumu iyiye gidiyor, demişler. yoğun bakımdaki hastanın durumu nasıl iyiye gider amınakoyim? yalan da söyleyememişler. 11 saatlik yol, hasret, özlem, acı, sevgi, merhamet, masumiyet, dürüstlük ve yalan... 11 saatlik hayat. 11 saat sonunda iki damla gözyaşı, yeni traş olmuş çenede buluştu. o kadar büyük haykırdı ki, dağlar parçalanıyor sandık. annesinin yemekleri hep güzeldi. elinin ayarı hiç kaçmamıştı. babasının  beceriksizliğini bile üstlenmek isteyecek kadar büyüktü yüreği. içten içe erirken, iyiyim, deyip gülümseyebilecek kadar... hafif de şişmandı hem. şairin dediği gibi: big heart needs big body. susuşmalar başladığı an anlaşılıyordu zaten tükenen çok şeylerin varlığı. akrabalar çoktan toplanmıştı. en son gelmişti arkadaşım. o yol nasıl bitti hiç soramadım. mola yerlerinde ne yaptı? gene tuvalete gidip 1 tl verdi mi? feysbuk'a falan baktı mı gelirken? ekrandan film izledi mi? müzik dinledi mi? uyudu mu? naptı? bir insan canından bir parçayı kaybettiğini bile bile, onu gömmeye gelirken ne yapar? 11 saat bir insan ne yapar?
olm, anlamıyorsun beni... anlıyorum kardeşim. şimdi çok iyi anlıyorum. annemi, babamı, köpeğimi, yatağımı bırakıyorum. toplayıp tası tarağı, yemeye gidiyorum o yarağı. ben de gidiyorum. en çok sevdiğim o iki insanı bırakarak. annem hasta değil, babam da değil. ama o korku, bende bir hastalık. arasıra zihnimi kemiriyor. o gün yanındaydım. bugün yanımdasın. kaderin bana benzemesin de kadeşim... sesi titriyor. hissediyorum. duyuyorum. gözlerinde ışıklar birden çok oluyor. gözleri doluyor. şşş, tamam kardeşim. sabırlı olmak zorundayız. allah'a bir küfür sallıyor okkalıklı. en az küfür yiyen tanrıdır belki. cesaretini takdire şayan buluyorum. varsa, cehennemde sağlam bir yeri garantilemiş olmalı. otobüse bineceğim. 9 saatlik yol gideceğim. mola yerinde işiycem, ikramların dibine vurucam, film izliycem. ne tuhaf. aynı yolun, kaderleri farklı yolcularıyız... bir kişi de çıkıp; bu ne amınakoyim, demiyor. ne tuhaf...

sağı gör

sağı gör, sağı gör! abi napıyosun amınakoyim ya!? sikicem oynucaan topu senin ya. olm, durun lan, sanki halısahadasınız amınakoyim. pes'te iki kişi aynı takımdalardı. kanka, gazoz var mı? diye sordu puyol. var kanka ayıbediyon. dökerken az bardaa yatır. köpük yapıyo sonra. dallama o kola'da oluyo. bu gazoz lan, gazoz, dedi asi_jojuk. en son ales'e girecekken mail adresi istemişler. bu da yıllardır değiştirmemiş asi_jojuk'la başlayan adresini. 25 yaşında adamın kullanacağı şey mi lan öyle adres? biz de ona nazaran asi_jojuk (okunuşu: asialttirejojuk) diyorduk kendisine. puyol! ha? dışarı çıkalım mı kanka? napcaz lan dışarda? bişiler yiyelim ya, acıktım ben. taam maç gitti zaten. köfte akar mı? akar. nereye gidelim? erhan baba? yok lan, dayı götünü kaşıyıp kaşıyıp et pişiriyor amınakoyim. ee napcaz? gel bi yer biliyorum, oraya gidelim. tamam madem. lan yoksa... şşş! ticari, devam et! hızlı adımlarla ara sokaklardan geçtik. isimde döner - kebap salonu yazıyor ama; ismin bu kadar şaşalı olduğuna bakma. normalde köşebaşı dönercisi. dışarıda ufak taburelerle çevrelenmiş, ufak kare masalar vardı. birine oturduk. dükkanın dışı cam olduğundan bizi gördüler. sıska bi çocuk geldi, siparişleri almaya. puyol meraklı gözlerle içeri tarıyor. ne alırdınız? ben köfte ayran alıcam. aynı aynı deyip aceleyle yolladı çocuğu puyol. zürafa gibi uzatmış boynunu içeri tarıyor. napıyon lan? bişi yok olm ya, burda sarışın bi piliç vardı ya? ee? hah işte, o sana girsin. allah'ım sen sabır ver ya. tamam lan, tamam. o cıvırla kesişiyoduk da, bugün yok heralde. eleman gelsin de sorucam bi. la, olm saçmalama ya. yok olm, sorucam. kafaya koydum. o kızın kadınbudu köftesinden yiyicem. bi sigara yaktım. içeriden elinde tepsilerle yaklaşan çocuğu gördüm. şşt lan! buyur abi? burda senin bi ablan vardı, sarışın yok mu o? sarışın mı? haa, yok mu o? çocuğun yüzü kızardı. korkuyordu. sinirleniyordu. yok abi, hayırdır? bişi yok be olm, derin mevzular bunlar... abi, o benim ablam değil; kız arkadaşım! puyol dondu kaldı. ayranı püskürtmemek için kendimi zor tuttum. kahkayı yutkunduktan sonra basabildim. puyol hala donuktu. tamam koçum, şaka yapıyor, sen git diyerek yolladım çocuğu. puyol bana döndü. gözlerini kırpıştırıyordu. olm, bacak kadar çocuğa bak, lan! benim yarime çakıyor. kız da ne yediyse, domuz eti mi yediriyolar, napıyolar amınakoyim; ayı gibi kız, dedi. son lokmasını bitiremedi. kanka sen versene hesabı, ben sonra döneyim sana, dedi. hesabı ödedim. çıktım, puyol caddeyi kesiyor. sağdan da taş gibi bi hatun geçiyor. hani verse ezanlarda durmam, o derece. ben gelince kafayı bana çevirdi; yavşak yavşak göz kırpıyor: şşş, sağı gör sağı gör. bireysel oynama, sağı gör...

cami

gece 02:39'da birsen tezer dinlersem, olacağı buydu; ne tuhaf. ardından bir de sezen aksu'dan kimler aldı seni bağladım. iyice mazoşist oldum ben. bu şarkılar benim ağzıma sıçar. dinlenme tesisinde sıçsa adam 1 tl yerine 2 tl alır şarkıdan. o derece sıçar. ha, neyse; ne diyecektim ben? hah, cami. evet, cami. camiler acayip şeyler olm. çok acayip şeyler camiler. hele ankara'nın camileri. vakitlerken ben çok seviyorken gittim ankara'ya. en güzel mevsimi gibiydi. takvim yaprağı yalan söylüyordu. kim nerden bilecek en güzel mevsimini ankara'nın amınakoyim? yılmaz erdoğan kışını sever ankara'nın, maria sonatrau da yazını. (boşuna google'a aratma maria'yı, götümden uydurdum. böyle hafif bi avrupai tat kattın mı acayip entel gösterir dediler) en güzel mevsimiydi ankara'nın. takvim yaprağı yalan söylüyor. ben çok seviyorken gitmiştim üstelik. bir gece vakti; bir dernek koğuşunda balkona çıktım. kafamı kaldırmasam farketmeyecektim. 4 tane ışıl ışıl minare göğü deliyor adeta. karanlığı yırtmış. üflediğim tütün dumanından bulutlar yaptım, astım gökyüzü kancasına. bir şehri camisiz görmek koyardı gibi sanki. inançlı olduğumdan değil. olm, her adresin içinde bi cami yok mu sence de? camiden sola dön, caminin karşısı vs... cami = center. o devasa yapıya bakarken baktım telefona işte. ne bir çağrı, ne bir mesaj. onun için gelmemiş miydim lan ben o şehre? ilk gece otelde kalmıştık. yıldönümümüzdü. ikinci geceye para çıkışmadı. öğlen 12'den önce postalandık. yılmaz erdoğan'ın aksine ankara'da seviştim ben. bi fark yok. kışın sevişemezsin gibi ama sanki. üşütüyo biraz. mesaj atmadı. aramadı. çağrı bile bırakmadı. o geceyi camiyle geçirdim. müezzini bekledim. saat 4 buçuk gibi geldi. gecenin en dingin sesiydi. kulaklarımdaki kızın sesine karıştı. bastırdı. huzur verdi. bir son yaklaşıyor gibiydi. şimdi diyeceksin ki öncekiler gibi kayıtsız mı kaldın yine? hayır, bu farklı. bu çok farklı. ankara'dan döndüm. kızılay meydanı; yüksel caddesi. onu ankara'da gördüğüm son yer oldu. en son gördüğüm yer ise izmir otogar. ben ankara'dayken aramayan, aradı sonunda. uzağız ya; amınakoyim ne bacak varsa kilometrelerce uzaktan çaktı götüme tekmeyi. ağladım, çok ağladım. sabah ezanlarında buldum yine teselliyi. o an hangi şehirde olsam, en kötü mevsimini yaşıyor olacaktı şehir. ve yine yalan söyleyecekti takvim yaprakları. belki fazilet takvimi söylemezdi. ama o da allah'ın hikmetiyle götüne cop sokan ağaç dalı falan anlatırdı, fantastik fantastik. tozkoparan fırtınası yazmalıydı takvimler. aylardan ekim'di. olursa ekime, olmazsa sikime diyecek zaman değildi. dağıldım. ağladım. sümüğüm de aktı bazen. mendil taşıdım hep göt cebimde. arasıra bim'e girdim. alpella beyaz çikolatalı gofret aldım. sonra onlar da paketin üstüne ''happy cows'' yazınca, onu da bıraktım. sigara çok içmiyordum o zamanlar. sigaraya abandım. cebimde 3 kuruş olsa alkole yatırdım. 31'in dibine vurdum. saç sakal zaten koyverdi kendini. hani yolda görsen, hayrına bi çorba ısmarlar, karnımı doyururdun. sosyal medyalardan engelledik birbirimizi. küfürleştik. yarım saat küfürleştik lan. yarım saat sevgi sözcüğü söyleyemezdik ama severdik eskiden. yarım saat amınakoyim. bi kız küfrediyorsa canını fena yakmışsındır. o sövdükçe, ben de sövdüm. içimde bir zehir vardı; atmalıydım. o an hangi şehirde olsam, en kötü mevsimiydi o şehrin. takvim yaprakları yalan söylüyordu. ne diyordum; cami. evet, cami. ben içkiden değil, acıdan sarhoşken, sıla'dan ''vur kadehi ustam, bu gece de sarhoşuz'' akarken fondan; gene huzuru bir sabah ezanında buluyordum. gökyüzü aydınlık olduğunda kapıyordum gözlerimi. çünkü, acıyı en iyi karanlık anlardı. o an hangi şehirde olsam, o şehir yıkık, o şehir viran. sadece, yalnız bir cami var ayakta duran...

18 Haziran 2013 Salı

hayal etmeyi hayal etmenin hayali

bugün müdürle tartıştım. ottan boktan bi sebep. ama bıçağın kemiğe dayandığı andı sanırım. annemi arayıp; gece çalışması var, dedim. geç çıkmıştık. müdür, taksi tutacağını söylemiş. benimkini tutsun götveren. ben yürüycem, deyip ayrıldım arkadaşlardan. yürürken ankara'daki yeni iş olayıma odaklandım biraz. arkadaşımı aradım. biraz konuştuk konuyla ilgili. şimdi ben bayadır yazmayınca, sen de bu noktada afalladın tabi. ben de çalışıyorum. boş gezenin boş kalfası değilim. olm, bak bişi itiraf edicem. ben bu hayata atılma işine hiç alışamadım lan. çok yabancı, çok ibne bişi bu. cidden. hani o üniversitedeki muhalif düşüncelerin var ya; inan orda kalıyor. çarkların arasına giriyorsun. sistemin istediği tipe bürünüyorsun. top sakal bırakmayı özgürlük olarak görüyosun. umut sarıkaya'nın ''iyiydik lan'' diye bi yazısı var. başucuna konacak, her gün okunacak bir yazı. sık sık aklıma o geliyor. ben çok karamsarlaştım. çok halsizleştim. çok sikeyim böyle hayatı modundayım. karıdan kızdan geçtim. kendimden bile geçtim desem yeridir. hani o evde bekleyen iki dünya tatlısı insan ve şirinlikte 1 numara olan köpeğim olmasa hiç mücadele edemiycem sanırım.
karavan alıcaktım lan ben. valla bak. hani şu her ''into the wild'' izleyenin hayali gibisinden değil. hiç ev sahibi olmak istemedim, istemiyorum da. ne bileyim, şöyle bi iki dergide yazıp çizerdim. döşerdim karavanın içini. o şehir senin, bu şehir benim. yol üstüne yol. hikaye üstüne hikaye. geçinip giderdim lan. hayal kuruyosun ya gece yastığa başını koyduğunda. işte o güzel. o çok güzel. ulan cinayet bile işlediğini hayal etsen güzel. hayal etmekten güzel ne var sanki. okuldaki arkadaşlarımı özlüyorum. şimdi bir çoğu evlendi, çocuk sahibi oldu, askere gitti. bir yaşam kurmak ne demek amınakoyim ya! nasıl yaparsın lan bunu? nasıl yapabilirsin? aynı halı sahada göt terlettik biz. aynı soğukta dondu kemiklerimiz kız beklerken. aynı sigarayı döndük olm. aynı tostu böldük ikiye. yol paranı verdim senin, bozuğun çıkmadığında. aynı yatakta uyuduk olm götlü başlı. 8 kişi kaldık 1+1'de. aynı şeye güldük. sen çift attın, ben atamadım tavlada. aynı yaprak kaçtı içtiğimiz çaya. aynı pornoyu izledik pcyi boş bulduğumuzda; birbirimizden habersiz. aynı küfrü ettik. aynı şişeden demlendik. aynı dumanı soluduk. şimdi bir araya gelsem bir çoğuyla iki çift muhabbet edemem. edemiyorum da. kendi hayatını kurmak ne demek ulan? göt lalesi! nasıl yapıyosun bunu? nasıl beceriyosun? iş, güç, çoluk, çocuk, geçim, kira, fatura... bişiy diyim mi? annen - baban; ''akraban'' olduğunda her şeye yabancı olmuşsun demektir. yabancılaştık be olm. bıyık bırakmışsın, duydum. senin neyine lan bıyık? ne ara baba oldun da beyaz atletle maç izliyosun? ama emin ol konu bu değil. bunlar olacak. kabullenemiyorum sanırım bazı şeyleri. şimdi ankara'ya gidicem. annem'i bırakıcam. babamı bırakıcam. köpeğimi bırakıcam. evimi bırakıcam olm, evimi. hani o her akşam annemin sıcacık yemeklerini yediğim, mışıl mışıl uyuduğum, haberlere sinirlendiğim evim... yeni bir hayat kurucam. az önce saydım, sövdüm ya sana, sen gibilere... ben yapıcam olm, aynı şeyi bu kez. ben hiç yapmazdım böyle şeyler. ben hep uysal olandım. ''tamam lan, yapalım!'' diyendim ben. şimdi ''hayır, olmaz'' diyorum. ne ara değiştim, ne ara bu cesareti buldum kendimde bilmiyorum. geri getiremicez dimi? hani o yukarıda saydığım günleri... koca koca adamlarken güreş tutmamızı mesela. en altta kalanın canı çıksın yapmayı. yapamıycaz dimi lan bi daha? alışıcaz be olm. sen yerinde sağ ol. mutlu ol. kimler, nelere alışmıyor amınakoyim. biz de alışıcaz. belki bi gün buluşuruz seninle. bi iki tavla atarız. ben çift atarım bu defa. şans döner belki, mars ederim.
o, bu değil de iyiydik lan, cidden iyiydik... belki yanımda olsan bu kadar tırsmazdım. 
ama söz moruk. bir gün karavanla senin şehrine gelicem. bak, diycem amınakoyim; bak! karavanım var lan, diycem. gözüne gözüne sokucam arabayı. torpido gözünü açıcam. en hasından bi adıyaman tütünü sarıcam sana. ucuz olm, diyicem sonra. hala ucuzuna kaçıyor olucam tütünün bile. ama; akşama da kal, dersen donatıcam sofrayı. iki kadehin götünü tokuşturucaz. baktım samimiyet eskisi gibi, yığıcam seni çimlere; güreş tutuşucaz. ev alırsan müstakil yada bahçeli al o yüzden. benden söylemesi. şimdi yazıyorum falan da tek bi kişiye değil. beni arkadaşı olarak gören, arkadaşım olarak gördüğüm herkese... belki o yaşımızı asla geri getiremiycez ama hala hayal edebiliyor olalım lan. hayal etmeyi hayal etmenin hayali bile güzel.

23 Şubat 2013 Cumartesi

kız tavlama sanatı


orda burda "kız tavlama sanatı", "kadınları anlama kılavuzu" falan filan gibi sikindirik kitaplar satılıyor amınakoyim. gördükçe ayar oluyorum. olm, yok öyle bişi. kadınlar hakkında bilmen gereken iki şey var: 1.si her kadının iltifattan, ilgiden ve götlerinin kaldırılmasından hoşlanması, 2.si her kadının her saniye binlerce plan yapıyor oluşu. şimdi bak sana bi kız tavlama yöntemi anlatıcam. çeşitli varyasyonları uygulanabilir. %90 sonuç veriyor. amınakoyim %90 da hiç az buz bi oran değil. şöyle ki; doğa kanunları birebir hayatta işliyor. yani sen aslan'san, kadın geyik, ceylan vs. avını seçeceksin yani. bu yüzden giyimine özen gösterip, istediğin sosyal statü aralığında bi mekana gideceksin. maksimum 2 kişi olman lazım. tek veya 3 kişi gidersen boku çıkar. mekana gittiğinde kızları keseceksin, hoş olanların çok olduğu bir masaya yakın bi yer seçip oturacaksın. tabi bu planı işletmek için biraz genel kültür şart. sonra içinde bolca ...oloji, ...izm, akım, düşünce, fikir, rönesans, aydınlanma, sanat, tablo, sanatçı, bakış açısı vs... geçen cümleler kuracaksın. mümkünse kız masasının duyacağı şekilde. yanında götürdüğün arkadaş planı biliyor olacak. sonra götünden bi kısa film senaryosu uyduracaksın. atıyorum; "kadın'ın toplum içindeki gördüğü baskı ve anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçişteki yaşadığı sancılar" temasını işlediğini söyleyeceksin. sonra da ilkçağlardaki doğa, bereket, doğum tanrıçalarının hep kadın olduğu ve "doğa ana " tabirinin doğduğunu, hatta türk destanlarındaki asena'nın neden erkek değil de dişi bir kurt oluşundan dem vuracaksın. sonra; olm, mekan bakmalıyız lan aslında falan diyip, iki elinin işaret ve baş parmaklarını 90 derecelik açı yapacak şekilde açacaksın, sol elinin baş parmağı aşağı, sağ elinin baş parmağı yukarı bakacak şekilde birleştirecek ve kendine hayali bir vizör oluşturacaksın. tabi, az biraz medeni cesaret şart bu aşamada. elini o şekilde mekanda gezdirirken tak, avının üstünde gelip duracaksın. mümkünse kızın görebileceği şekilde. muhtemelen ya salağa bak, ya da napıyo lan bu çocuk, diyecektir. hiç önemi yok. o an sanki arşimet'sin ve suyun kaldırma kuvvetini buldun; her an çırılçıplak koşabilirsin. yüzüne bu ifadeyi vermen lazım. verdin mi? yürü be, kim tutar seni amınakoyim. bak, gazı da aldın. şimdi o an, kafanda götü boklu bi rol uyduracaksın o kıza. mesela modern zamanlardaki kadını oynayacak 3 dakikalık bir rol. hemen o göz temasını kaybetmeden masaya gideceksin. "bişi sorabilir miyim izninizle..." diyeceksin. kız eğer odun değilse kabul edecektir. sonra kısaca kısa film fikrinden bahsedip, kameraman, makyöz, ışık, ses falan her şeyimiz tamam. az biraz para vericek sponsor araştırıyoruz. düşünür müsün, diyeceksin. tabi bunu söylerken niye dünyadaki geri kalan 4 milyar kızı değil de onu seçtiğini bir iki kelimeyle anlatacaksın. ya, sanki sen bu rol için doğmuşsun. sen mutlaka bu projede yer almalısın. bir süredir seni izledim, o jestler, mimikler, o samimi duygu. sensin lan o güzel ve modern kadın, falan dedin mi masada kısa bir kahkaha ama o kızda derin bir göt kalkması oluşturursun. diğer kızlar da içten içe, ne var lan bu orospuda, onun yerine ben oynamalıyım bunu, falan diye düşünecek emin ol. ve bu da av sayısını otomatikman artıracak. bu gibi türlü söz oyunlarıyla numarayı alacaksın. asla sapıklık yapmayacağına söz verip, 2 - 3 gün sonra "naber? ehe!"li mesajı çakacaksın. şimdi bak, bi analiz yapalım: kızın gözünde acayip sanatkâr bi imaj çizdin, kadının toplumdaki yerini incelemek istediğin için "kadına değer veriyor" diye düşündürdün ve övgülerinle diğer tüm kızlardan güzel ve çekici olduğuna inandırdın. numarayı verirkenki sıkkın, neşeli, şüpheli tavırlardan da sevgili durumunu anlarsın zaten. o kadar da mal olma amınakoyim. sonra kızla kontağı kurup, bir iki sinema dışında muhabbet etmeye başlayınca da hemen seni süpersonik gösterecek diğer ilgi alanlarından bahsedeceksin ve ne kadar bulunmaz, ne kadar duygusal ve ince, ne kadar duyarlı olduğuna ikna edeceksin. kısa film mevzusuna gelince, "ya kameraman başka bi iş buldu, izin vermiyorlarmış. para da bulamadık zaten. gitti gül gibi sanatsal proje, off, of!" gibi bi cümleyle bu konuyu da kapatacaksın. kız sevişmeye hazır hale getirildi. şimdi ister duygusal ve uzun süreli, ister one night stand bir ilişki yaşamak senin elinde. bak, maksimum 3 günde kız sevişmeye hazır. hiç tanımadığın bi kız hem de. bu iş tipe bakmıyor olm, lafa bakıyor. eğer böyle bi kız düşürürsen, bana burdan yazıp, abini bu işe ortak edeceksin ki komisyonumuzu alalım. ehehehe, şaka lan şaka. ben 31'imle mutluyum. (yarrak mutlu! sen gene de haber ver.) açıkça gördüğün gibi, yok şöyle yaklaş, yok böyle bak, böyle otur, şöyle kalk'lara gerek yok. takır takır işliyor plan. ava giderken avlanmamaya dikkat et. kız oyuncuysa "hmm, oynasan iyi olurdu ama neyse madem." deyip uzaklaş. işin mutfağını bilmeyen bi kız lazım. gitar falan çalıyosan, "ya bi klip cekicez de oynar mısın?" falan diye de sorabilir. kendi yaptığın bi besteden bi iki örnek verebilirsin. gitarda hala yalın veya nating els medırs çalıyosan senin de ta amınakoyim ben. bu gibi çeşitli projelerle gidebilirsin. abinden şimdi bu kadar. şimdi iki çay çek bakalım. bir orgazm sigarası yakalım.

öküz


kanka işin var mı? yoo. o halde benle gel, eskişehir'e gidelim. napcaz olm orda? kıza hediye alıcam yaa; burda bi sikim yok. haa, iyi de olm, sik kadar paramız var zaten, neyle gidicez amk? kaçak gideriz. trenle? haa, olma mı? tamam amınakoyim, canım sıkılıyo zaten benim de. çıkışta gidiyoz mu? gidiyoz tamam. dolmuş durağına koşa koşa gittik. abi 2 öğrenci. al gülüm. eskişehir'e gidicez abi, tren 1 buçukta, yetişir miyiz ya? ayıbettin gülüm. geç, otur sen. eyvallah abi. zaten o sıra nadir derslere gelip gidiyoduk; ben de bi ajanda var onu getirip götürüyorum 2 yıldır. bütün dersler var içinde, her derste sıkılıp, kenara köşeye çiziktirdiklerim de dahil. o gün de yanımda o ajanda. olm, nasıl kaçcaz biletçiden. birimiz kaçıcak olm, diğerinin cezasını bölüşücez. nasıl olcak o? baktık biletçi geliyo, uçucak birimiz tuvalete. haa, o şekil yani. aynen. e, iyi bakalım. istasyooon! kolay gelsin abi. saol gülüm. koş lan koş. tren hareket ediyor. ananısikim. maraşlı önden koşuyor. arkasında ben varım. tren daha yavaş, atladı bu. ben de filmlerdeki gibi bi artistlikle yakala deyip, kavisle defteri fırlattım. ardından ben atladım. şimdi nasıl anlatıcam bilmiyorum ama ayağım merdivenin tam köşesine denk geldi ve "ananı" diyerek kendimi raylarla bekleme alanı arasındaki boşlukta buldum. bi sik duymuyorum. tabi ben atlayana kadar tren biraz daha hızlanmıştı. yüzüstü kapaklandım yere. kafamı geriye doğru kaldırdım. sol ayağım rayların üstünde, ama allah'tan o iki tekerlek arası geniş boşluğa denk gelmiş. tekerleğin ayağıma doğru gelişini gördüm, son anda çekmeyi başardım. tabi bütün bunlar en fazla 3 saniyede oldu. sonra ayağa kalktım. düşen, cüzdandı, anahtardı, onları topladım. o sıra duydum etraftaki sesleri. millet çığlık çığlığa, makinist treni durdurmuş, görevliler bana koşuyor. bazıları telefonu çıkarmış video falan çekiyor. bissürü üniversiteli kız var bi de istasyonda. amınakoyim, en az 100 kişinin önünde ölümle burun buruna geldim. hayır, insan ölümle burun buruna gelecekse bile yalnız gelmek istiyor amk. o kadar seyirciye gerek yok. neyse ben hiçbi şey olmamış gibi bindim trene. maraşlı'nın gözler büyümüş, bana bakıyor. olm, iyi misin lan, dedi nefes nefese. iyiyim lan iyiyim, dedim. o inilip, binilen aradayız. iki vagon arası yani. üstümü başımı silkeledim. amınakoyim eskişehir'in. ilk istasyonda iniyoruz, dedim. yeaa bişi olmaz, diyo hala maraşlı. yarrak olmaz, siksen gitmem bu halde, dedim. baktım, diğer vagon arasında kızlar var. karşılıklı net görüyoruz birbirimizi. bakıp bakıp gülüyorlar. rezilliğin dibine vurdun, gülecekler tabi, diye geçiriyorum içimden. bi ara pantolonun ceplerine bakayım dedim. eksik gedik var mı diye. ananısikim! sütun gibi bi bacağa dokunuyorum. lan?! bi baktım, pantolon kemer çizgisinden itibaren, dizin altına kadar yırtılmış yandan. baksır maksır meydanda. seher yıldız üstelik. öyle tivitili falan da değil. kızlar daha çok gülmeye başladı. meğer iki saattir benim yırtmaca bakıp gülüyolarmış orospular! ulan nasıl utandım. allah'tan mont biraz uzun. büzüldüm içinde amınakoyim. maraşlı hala, yeaa eskişehir'de diktiririz yeaa, diyor. sikicem eskişehir'ini şimdi haa, dedim hışımla. tam o sıra kapı açıldı ve şu ortada simit, ayran falan satıp, kazık üstüne kazık atan adamlardan biri geldi. direk anladı düşenin ben olduğumu. valla geçmiş olsun yeğen, dedi. eyvallah abi, dedim. verilmiş sadakan varmış, dedi. öyle valla, dedim. ama vermediysen bana verebilirsin, diye eklemesin mi amınakoyim! ulan içimden nasıl sövüyorum o an. o 5 saniye içinde adamın 11.000 yıllık modern insanlık tarihindeki tüm akrabalarını elden geçirdim. abi, bi siktirgit gözünü seveyim, dedim. adam küfre bile aldırmadı. sırıta sırıta kızların olduğu bölüme geçti. konuşuyor orda. büyük ihtimal bana dediklerini anlatacak, kızları güldürecek ve mutlu olup, 2 liraya simit ayran satmaya devam edecek. amacı bu adamın. 20 dakika sonra ilk istasyona geldik. kanka ben iniyorum. hemen bi çatal iğne falan buldum büfeden. yırtığı 2 - 3 yerinden iğneledim. dolmuşa bindik, geri döndük. maraşlı kıza hediye alamadı. kız biraz bozulmuş bu duruma. ulan ölüyodum amınakoyim, bacak mal gibi çıkmış ortaya; kız hala hediye derdinde. türk kızı işte amk, ne bekliyosun?! kız buna öküz demiş. maraşlı'yla daha sonra evde iki bira açtık, konuşuyoruz. mevzu açıldı. gülerek, ulan öküz damgası yedim senin yüzünden ha ehehehe, dedi. ı ıh, dedim. değiliz. neden? öküz bile trene sadece bakıyor, bizim gibi atlamaya kalkmıyor amınakoyim. hahahahaha, haklısın lan, kodumun hayatında öküz bile değiliz. ulan şurdan bile aforizma kastın ya, beyninin kıvrımlarını sikeyim senin... öküz!

alerji


birinde turşu yok abi. efendim? birinde turşu olmayacak. ha tamam; cemil, iki karışık çek, birinde turşu yok! abi, olunca sen bize sesleniver, biz hemen köşedeyiz. tamam gülüm. gel la geçelim şöyle. geçelim kanka. olm, şaka maka hoca götümüzden kan alıcak haa. valla öyle lan, kelini sikeceksin onun. boru gibi sordu vizelerde. finallerde kanırtacak. olm, siktiret şimdi finalleri. sen şu afete bak. off, o ne be olm?! insan mı lan bu? bu insansa biz neyiz amınakoyim? çok güzel lan. iyi bi ekip çalışması olmuş... bu ailenin 2. çocuğu sanırım; yada 3. ama kesinlikle ilk değil. o niye lan? olm, ekip ilk çalışmalarındaki hatalarından ders çıkarmış olmalı ki, ortaya böyle bişi çıksın... hay beynini sikeyim ya. karışıklar hazııır! geldik abi. ne içiyosun lan? ayran al ya. abi iki ayran verir misin? al kardeşim soğuk soğuk. pşşt lan! ha? olm tam karşı masaya oturdu ha! sevgilisi var mıdır ki? ne bileyim amk. daha yeni görüyorum. olm kesin dallamanın biriyle çıkıyodur bu. hep öyle oluyo.
üniversite kantininde geçen 1,5 saatin ardından yurda geri döndük. hocanın o hafta dersi iptal ettiğinden habersiz okula gitmiştik. dersin iptal olduğunu öğrenince bari kantinde takılalım, birer tost yiyelim falan diye kaldık bi müddet. meğer o kızı görecekmişiz. şimdi yanımdaki arkadaşımın ismini yada kendi aramızda çağırdığımız lakabını falan vermek istemiyorum; bigün burayı bulup, okuyacak falan olursa, o zaman mokoko olmasın. kısaca "reyiz" diyelim. reyiz gibi adamdı. kızı gördük, beğendik. göt, meme, güzellik üçlüsü tamam. 10 üzerinden 9 verilir. bi de bizimkine bakıyosun, 10 üzerinden 3 verirsen öp de başına koy. bizimki buna abayı yaktı amınakoyim. tabi hemen ismini cismini öğrenmeye çalıştık falan. kız bizden bi üst sınıftaymış meğer. şans sıfır. derken birgün, final zamanı geldi ve kantinde dilim pastalar satılmaya başladı. 3 tl'den okutuyor cemil abim. reyiz kafaya koymuş, bu kızla konuşacak. ama nasıl? pasta, dedi. tabi ya, en iyi yöntem en klasik olanıdır olm. ne pastası amk? çikolatalı olm. uff fındık parçacıklı bi de. cemil abi, 2 dilim versene şundan. vereyim gülüm. al bakalım, afiyet olsun. olm manyadın mı lan sen? ne var lan işte? pasta ikram edicem, konuşucaz. gitmeden bi çatal ver bari ucundan? siktir lan. cemil abi, bi bardak çay ver sen bana. izlemesi zevkli olucak. kıza mı gitti o? haa. lan olm, o kız bana bile vermez. "?!?" sana bile? cemil abi? adam kızla fantezi kurmuş, düşünmüş, emek harcamış, kendini de ultrasüper yakışıklı görüyo, ve kızın kendisine "bile" vermeyeceğini düşünüyo 40'ını devirmiş, kantinci cemil abi. gülmeden edemedim ama bişey de demedim. bizimki kızın yanına gitti. yalnız yakalayabileceği bir zaman dilimi kollamıştı. kız önce şaşırdı, sonra gülümsedi ve pastayı almak istemedi. bizimki ısrar etti ama yine de almadı. sarışın, yeşil gözlü deli bi afet. reyiz'nin eli ayağı dolaştı. ufak ufak terliyor. bi 5 dakka konuştular. bizimki ucundan yediği pastasıyla, hiç dokunulmamış olanı aldı geldi. noldu lan? alerjisi varmış. neye, sana mı? ahahahaha! yok lan, bana da var sanırım ama çikolataya. bari sen ye, al. benim dilimi de ye, bişi yiyecek halim kalmadı. noldu lan? iki saat anlattım durumu, hoşlanıyorum falan, dedim. ee? dinledi, gülümsedi, içimden "bu iş oluyo galiba lan" falan diyorum. çat, "ya çok tatlısın ama benim nişanlım var" dedi. amk, parmağına o zaman dikkat ettim ben de, ne bileyim. ayı gibi yüzük varmış. askermiş şuan. neyse ne işte ya, siktiret. bizim kelin sınavı bugündü dimi? haa, 1 saat var. az çalışalım amk ya. sınav sonuçlarında benim bb ile geçtiğim dersten, reyiz, ff ile kalmıştı. hep o kıza taktın kafayı, ondan oldu bunlar amınakoyim. lan ne kızı ya, o an sildim onu aklımdan. hep bu kelini siktiğimin hocasından, hep! amına koduğum.

19 Şubat 2013 Salı

minik aile


sol kanattan kaka aldı başını gidiyor. karşısında dani alvez. alvez, alvez, alvez’den bir müdahale ama kaka şık bir hareketle topu çekiyor ve son çizgiye iniyor. kıristiyano ronaldo ceza sahasına doğru hareketleniyor. kaka son çizgide, adrese teslim bir orta ve savunmanın arasından yükselen ronaldo, puyol’un markajından kurtulup golünü atıyor. durum 2-1. kanka, sıkılmadın mı daha amınakoyim? dur lan dur, sikicem şimdi seni. her seferinde aynı terane. 3 dakika var, neyi sikicen? olm dur. bir atak neleri değiştirir. yapabilirsen tabi. maçın içindeki 3 dakika normal sürede 1 dakikada bitti ve maçı 2-1 kazandım. bi pes el-kılasiko’suydu. siz devam edin beyler, ben bi dumanlanıp geliyorum. bilecik’te migros’un altındaki piramit ps cafe’deyiz. yarı bodrum. biraz hava almak için dışarı çıktım. bi kızla tanışmıştım. numarasını falan almıştım. aradım. laflarız falan ayağında değilim aslında. bi yokliyim dedim. yollu mu, değil mi, ne ayak? yolluysa daha iyiydi o zamanlar. zaten sekse aç bünye, en azından bir iki sunum nasiplenirdi memeden falan. aradım. önce açmadı. sonra bi daha aradım. bu defa açtı. aa, naber? iyidir saol, senden? iyi ya nolsun. napıyosun, çok şaşırdım arayınca. ehe, beklemiyodum hiç. neden? ne bileyim. aramazsın diye düşündüm. ha, yok yav. öyle çekincelerim yok benim. anladım. ee, neler yapıyosun? arkadaşlarla pes atalım dedik de sıkıldım bi sigara içeyim dedim. sen neler yapıyosun? ben de alışverişe çıkıcam şimdi annemle. hazırlanıyodum. ya bişi dicem... dur dur. bi dakka, ben seni birazdan ararım. noldu? sonra anlatırım, tamam? tamam peki, görüşürüz. muhtemelen duyduğu dıt dıt dıt dıt sesine bozulmuştur. ne diyeceğini hiç merak etmedim. sesini de beğenmedim zaten. karaköy’deki ucuz orospulardan farksız bi sesi vardı. sürekli sakız çiğneyen, concon kızlar gibi. bilmiyorum, belki de hiç öyle değildir. ama benim o an düşündüğüm öyle bişiydi. birden kapatmamın nedeni ne yolda gördüğüm götü güzel bi kız, ne bir doğal afetti. havada hafiften çiseleyen bir yağmur vardı. ben konuşurken biraz hızlanmıştı. ileride bir dişi köpek gördüm. kendi köpeğimden midir bilmem, biraz hayvanlar konusunda içim acıyor, hassasım yani. etrafta dönerciler falan var. gidip gidip kokluyor orayı burayı. aç belli. yemek istiyor. ıslanmış. yavrusu da olabilir. içim cız etti. gittim, yanına yaklaştım. korktu, uzaklaştı. dönüp dönüp bakıyor. gittim dönerciden bi yarım ekmek yaptırdım. kolay gelsin. eyvallah abicim, yarım mı abi? sen geç otur hemen geliyor. amınakoyim daha siparişin s’sini vermedim. adam benim yerime verdi, beni oturttu, döneri çıkardı, getiriyor. yarım da içinde ketçap mayonez ve turşu ve yeşillik olmayacak. hatta sadece et koy sen. doldur bolca. parası neyse vericem. abi yeşilliksiz gitmez et yav. içimden sana ne amınakoduğum, demek istedim ama tuttum kendimi. sen dediğim gibi yap, dedim. döner çıktı; 1 tl fazla verdim, biraz daha et koydurdum. gittim bir çatı altına kuru bi yere açtım ekmeği iki yana. sıcacık et. çağırdım yanıma köpeği. önce bi duraksadı. sonra etin kokusunu aldı. yavaş yavaş geliyor ama gözü bende. geliyor ama korkuyor. çok korkuyor. iyice yaklaştı, ben biraz geri çekildim. geldi, kokladı ve bir iki lokma aldı, yedi. sonra koşturdu gitti. sanki aklına bişey gelmiş gibi. nereye gitti lan bu, yemeği bırakıp, dedim. bir 5 dakika sonra yanında 3 yavrusu çıkageldi. kendi bekledi. onlara yedirdi. gittim, bir tane daha yarım yaptırdım. onu da anneye açıverdim.o da ordan yedi. yavrunun birinin sol arka ayağı sakat. ya çocuklar bişi yaptı. yahut bir yere vurdu, kıstırdı vs… hepsini okşadım. sevdim. o an farkettim ki; hayvanlara bazı insanlardan çok daha fazla değer veriyorum. ve şundan oldukça eminim: o kızla bir şekilde sevişebilirdim. ama o minik ailenin bana yaşattığı o hazzı, o mutluluğu asla yaşayamazdım. şu hayata yaptığım en büyük katkılardan biri bu sanırım.

17 Şubat 2013 Pazar

utanmadan korkmak


üzerine çokça düşündüğüm, bazen korktuğum, bazen istediğim, bazen sevmediğim, bazen kutsallık atfettiğim, bir şey uğruna ödenecek en büyük bedeller listesinde belki de ilk sırada olan bir kavram: ölüm. annem çok tanık olmuş. dayımın 24 yaşındaki vefatına örneğin. soğuk algınlığı sarılık'a, sarılık siroza çevirmiş. vakti zamanında ne tıp ileride ülkede, ne işi bilen doktor var adam gibi. gündüz vakti, ışıkları açın yav, deyişinden anlamışlar gideceğini. gözler dolmuş, ses etmemişler. gündüz vakti yakılmış evin tüm lambaları. konu komşu sessiz sedasız toplanmış. anneannem yan odada gizliden gizliye feryat eder olmuş. dedemin gözyaşları içine akmış bir bir. dedem, ah saçının bir teline kul köle olduğum dedem. kaç evlat büyütmüş, 2'sini daha kundaktayken gömmüş. ama 24 yaşında bir delikanlı. asker de değil üstelik. ne matah bir şeydir şu illet. akşama doğru iyice kararmış dünyası dayımın. gözünden fer gider olmuş. kıvranmış döşeğinde. kan kusmuş önce, sonra parça parça karaciğerinden kalanlar... ağzına içki - sigara sürmemiş adam, dağ gibi adam, salonun ortasında, yer döşeğinde, çaresizliğin kucağında kıvrılır olmuş. kova koymuşlar yanına. içine kusmuş içini. bir ara rahatlamış, göğe bakmış, gülümsemiş 24 yaşındaki genç adam. derin bir nefes çekmiş, ciğeri aldığınca. son kez oynamış dudakları. o turp gibi diye tabir edilen genç adam, bir et ve kemik yığını oluvermiş bir anda... gözlerden akan yaş değil aslında, damla damla sevgi, acı, nefret, öfke ve gerçeğe olan isyan ve teslimiyet... bundan 10 yıl önce, evvelde dayımın ölümünü çaresizlik içinde izleyen, göğsüne kapanıp saatlerce ağlayan dedemin ölümünü izliyordum. okumayı yazmayı askerdeki "ali okulu"nda öğrenmiş. o gün bugün ne bulduysa okumuş. yanında radyosu, okul defterlerinden kırpıp, dikerek yaptığı küçük defteri, trt haberin her saatinden kesitler yazar, fikirlerini açıklar olmuş kağıtlara. öyle ki 1948'den bu yana 2003'e kadar çok sağlam bir haber arşivi vardır dedemin. ayağında pijaması, üzerinde kaftanı, aynı salonda, aynı yer döşeğindeydi dedem. ağır ağır nefes alıyordu. ara sıra ayaklarını birbiri üstüne atıyordu. haşlanmış yumurta istemişti son saatinde. yarısını bıraktı. zamanında öküz süsmüş. midesinde yara açılmış. yara kabuk bağlamış, mideyi zehirlemiş. doktorlar vakit çok geç, dedi. dedem pijamasını sıktı eliyle, hafifçe. eli orada kaldı. yavaşça açtık elini yana koyduk. gelemeyenler için birer yeşil yaprak okuyup koymuşlar yanına, adetmiş. neden sonra, gözlerini açtı dedem. yılların yorgunluğundan eser yoktu sanki. hafifçe gülümsedi. dudaklarını yarı araladı ve ciğerinde kalan son borcu havayı da iade etti doğaya. oğluna, anasına, babasına kavuştu; oğullarından, eşinden, kızından, torunlarından ayrılarak. feryat figan çok olmadı. bekliyorduk. beklenen bir ölümün acısı azalır mı? bunu inan bilmiyorum. daha sonraları bir arkadaşımın, iki gün önce görüştüğüm halde hem de, ani ölüm haberini aldım. hepsi koydu. hepsi acıttı bir yanımı. ama alışıyor mu insan bilmiyorum. eğlenebiliyorsun sonrasında. belki de zaten "onları sevmen gerek" mantığıyla büyütüldüğümüz, akrabamız, arkadaşımız olduğu için üzülmüşümdür. sonuçta olan oluyor bir şekilde. bir insanın aşkla, isteyerek, arzulayarak sevdiği birinin kaybını bilmiyorum. savaşlarda, felaketlerde, kazalarda yaşanan ölümleri... etkisi ne olur en ufak bir fikrim yok. ama ağır bir travma diye tahmin ediyorum. bir dönem insanlardan uzak takılmayı adet edindim. çok sevmemeyi, çok yakınlık kurmamayı. çünkü ne kadar çok hatıra biriktirirsen, o kadar canın yanıyor. o kadar üzülüyorsun, kahroluyorsun. bu yüzden kaçındım hep, yazılı tüm belgelerden. hafızada olanı bir şekilde kapatabilirsin belki ama bir mektubu, bir fotoğrafı, bir (yeni mecralarla) sosyal iletiyi; yani hala orada olduğunu bildiğin bir hatıratı silemiyorsun. yapamıyorsun bunu. ama nşa'da mutlaka başa gelecek olan, mutlaka görecek olduğun iki ölüm söz konusu zaten. anneyle babanın ölümü. sonuçta ömür tükeniyor. ve beklenen bir ölüm acıyı azaltmıyor. korkuyorum, ölümden çok, yarattığı acıdan. korkuyorum, aşıkken üstelik, yahut çok seviyorken birilerini (anne, baba, sevgili, arkadaş, evcil hayvan,...)  o birilerinin yaşatacağı acıdan. korkuyorum, gerçeği bilerek üstelik ama utanmadan...

15 Şubat 2013 Cuma

şam'da kayısı


bir erkeğin söyleyemeyeceği şeyler vardır. soramayacağı şeyler. o sordu, ben sustum. o konuştu, sustum. susmamın sebebi söyleyecek şeylerimin olmayışı değildi. inanç çok acayip bişi. ispat gerekmiyor. öyle kendiliğinden gelişiyor. bir bakıyosun ki aklındakiler, ürettiklerin doğruların oluvermiş. inanıyorsun. o da kendi doğrularına inanıyordu. aklında yarattığı ben; odunu geçtim, bildiğin kökü mökü toprağı kavramış, erezyonu önleyen ulu bir çınardı sanki. düşüncesizlikle, sorumsuzlukla, sevmemekle, bir boşluğu kendisiyle doldurmakla suçluyordu beni. o konuşurken, ben de kendime sorular sordum. öyle miydim? hastalığını, kontrollerini, ilaçlarını, yemeklerini, uyuması gereken saatleri bilmiyordum. gün içerisinde de taş çatlasın 10 kere mesaj atıyordum. geceleri bi yarım saat, 1 saat konuşuyorduk. çalışıyordum, fırsat buldukça aramaya çalışıyordum. fazla mesaj atmıyordum. "napıyosun? iyiyim canım, arkadaşlarla oturuyoruz, sen? ben de öyle. tmm." bütün muhabbet bu zaten. böyle bir şeyi sormanın mantığını hala daha bilmiyorum; ama oldukça önemliymiş meğerse. diğerlerine gelince; hastalığının tam iç yüzünü sonradan öğrendim. tedavi şartlarının ağır olduğu kesin. ilaçlarını sormadım. çünkü sorunca almak, destek olmak isteyeceğim. belki de kazandığım para yetmeyecek. tüm ihtiyaçlarımdan vazgeçmeye hazırım ama yetmezse eğer daha çok kahrolacağım. yediği yemekleri sormadım. çünkü sorarsam eğer, bunu sağlamaya çalışacağım. ailesinin haberdar olmayışı bile belki o yemekleri yemesine engeldir. ben bunu yapmaya çalışacağım, ama olmayacak. daha çok kahrolacağım. uyku saatlerini sormadım. çünkü sorarsam eğer, o saatler rahat olurum. ilgilenme, merak etme ihtiyacı duymam. ama ya uykuda bir şey olursa... bazen bilmemek, insanı hep tetikte bekletiyor. sürekli akıl kurcalıyor. sürekli merak ediyorum. bunları sormadım. soramazdım da. zaten aileyle kavga - gürültü geçen günlerin üzerine daha çok kahrolmak, kahrolmuş halde ona moral verememek olmazdı... o konuştu, ben sustum. o söyledi, ben dinledim. daha sonra sahip çıkmamı bekledi. çıkmadım. sen bilirsin, dedim. etrafından beni kıyasladığı çevresinden örnekler de verdi. hepsini dinledim. ama tamam kendimi düzelticem, demedim. diyemezdim. ne kadar çok bilirsem, o kadar kötü. ne kadar çok bağlanırsam, acı o kadar büyük. ama o mesaj atmamalarımın ardını asla bilemedi. tahmin edemezdi zaten. burada; bak ne kadar da masumum, gibi bir izlenim oluşturmak istemiyorum. ben ne kadar odunsam; o, o kadar narin ve çiçek... bedenine su yürüyecek, toprağını taşını temizleyeceğim ve yeniden açacak. tüm renkleriyle. hani, dönüp arkasına gitse bugün; koca bir yumruk inecek göğsüme, beynime. öyle bir yumruk ki kemiklerim çatırdayacak, öyle bir yumruk ki, her yanım sarsılacak. öyle bir yumruk ki, gözlerimi kör edecek. o gidecekse, yine gitsin. hem daha iyisi, şam'da kayısı. en güzel son; daima en nefretli olandır. bir erkeğin söyleyemeyeceği şeyler vardır. soramayacağı, anlatamayacağı şeyler. biri de ne kadar sevdiği işte. kalemin dili döndüğünce...