3 Ekim 2012 Çarşamba

yazıhane

naber kankaaa? obaa iyidir lan! ehehehe, senden naber? iyi ya nolsun. olm nasıl yaa? çok değişmişsin lan! sen hala aynısın ama. eskiden de böyle maldın, şimdi de malsın. ahahahaha, olm çok iyi oldu lan. buralarda mısın? buralardayım, buralardayım. napıyosun, nasıl gidiyo? iyi ya çalışıyoruz işte. haa, ben de iş koşturuyorum ya. nerde çalışıyosun? kankan akıyo olm. hayrola lan? özel bi şirkette muhasebe sorumlusuyum. vaay, iyi bakalım var mı ofisin falan? olmaz mı olm, gel bigün beklerim. tamam tamam, gelirim bi çayını içmeye. eyvallah kankiiğ! seni gördüğüme sevindim. ben de. hadi görüşürüz. görüşürüüüz. allamanet.
yaklaşık bir hafta sonra özel bi şirkette muhasebe sorumlusu olan arkadaşımın ofisine gitmeye karar verdim. canım sıkılıyordu ve ordan burdan konuşacak bir adam arıyordum. hem davet icabet etmiş, hem de belki eskilerden haber almış olacaktım.
alo? alo? ha kanka benim, geliyorum çayını içmeye. nerde senin bu ofis? ııı, kanka bak şimdi. 2. sanayiye giriyosun ana kapıdan, 3. aradan sola dönüyosun, bi 100 m. yürüyceksin, ordan çine'li ercan abi'yi arıyorum de, gösterirler sana. tamam kanka, yarım saate ordayım. tamam görüşürüz kenks.
kenks mi?! telefonu kapattıktan sonra saça başa bile bakmadan yola çıktım. sonuçta gittiğim kişi de bi saptı ve üstelik sanayiye gidiyordum. yarım saat içinde söz verdiğim gibi 'ofis'teydim. demirci atölyesiydi. aşağıda üstü başı yağ olmuş bir sürü eleman çalışıyordu. ufak bir masanın etrafına 3 masa atmış ve patron olduğu çok belli olan 50'lerinde bi adam, önündeki siyah kaplı ajandayı karıştırıyordu. sanayide ve öğrenicini elinde hiçbir ajanda amacına uygun kullanılmaz. ya ders notu vardır o ajandada yada alacak verecek listesi. yine farklı değildi. usul usul adama yaklaştım. selamaleyküm abi. ercan abi siz misiniz? omzunun üzerinden bana baktı. aleykümselam evladım, buyur benim, dedi. abi, dedim, ben bi arkadaşı arıyorum. sizin muhasebe işleriyle ilgileniyomuş, dedim. haa, ilgileniyo ilgileniyo, dedi kinayeli bi şekilde. hayrola abi, biraz dertli gibisin, dedim. önce, yok bişi, dedi. bir kaç saniye sonra ayağa kalktı, arasına kalem koyduğu ajandasını kapattı ve yanıma yaklaştı. yauv, aramızda kalsın da, babası ille rica etti kıramadık amınakoyim. yoksa bu işlerin adamı değil, ha okumuş etmiş bak. başka bi yerde çalışması lazım. ama napalım. biz de elinden tutuyoruz mecburen, dedi. anladım abi, dedim. kendisi burda mı? haa haa, yukarda; şurdan çıkıyosun, dedi sol tarafından hafif kesilmiş parmağını merdivenlere doğru uzatmış, gösterirken. eyvallah abi, kolay gelsin, dedim. 2'şer 2'şer merdivenleri tırmanmaya başladım. aşağıdaki makinaların ve yandaki dükkanların sesi cidden dayanılmazdı. babam mobilyacı bu yüzden sanayide çok bulundum ve babama da yardımcı olmak adına çalıştım da. ancak bir süre sonra gerçekten oraya ait olmak için, oraya alışmak gerekiyor.
yukarı çıktığımda önünde bir iki kağıda bi şeyler karalarken buldum bizimkini. selam kanka, naber, dedim. ooo, hoşgeldin hoşgeldin. otur. naptın, kolay buldun mu? buldum la buldum. çocuk muyuz amınakoyim, dedim. şöyle bi süzüştük karşılıklı. neyime baktı bilmiyorum ama ben onun burnunun ucunda çıkmış, ancak cadılarda bulunabilecek kadar büyük sivilceye bakıyodum. ne içeriz? çay alayım ben. tamam. ben söyleyip geleyim. masadan kalktı, merdivenlere yöneldi. aşağıdan bi çırak buldu. mustafa! bize iki çay söylesene, dedi. şöyle bi 'ofis'i inceledim. masanın üzerinde cam vardı. altında çeşitli kartvizitler, evraklar, takvim, hatta bir düğün davetiyesi. duvarda posta gazetesinin bir zamanlar verdiği fenerbahçe posteri. duvarda vergi levhaları, ustalık belgeleri, yaprak takvim, döşemesi yırtılmış 2 koltuk ve ustanın fazla demirden ürettiği belli olan bi demir sandalye ve üzerine konmuş bir başka demir kalıp. masanın üzerinde zımba makinası, zımba teli, açılmış ve yarısı kullanılmış bi küp şeker kutusu, defterler, evraklar ve bir bardak içerisine toplanmış çeşitli renkte kalemler... tipik bir sanayi yazıhanesi. şu üst kattakilerden üstelik. bir süre muhabbet ettik ordan burdan. çaylar da geldi. vakit öğleye geliyordu. kanka, dedim. ne kadar alıyosun burdan? asgari ücret yaa, ama sigorta + yemek falan var. yemek veriyo mu? tabi olm, birazdan yeriz zaten. iyi bakalım. ilkokuldan arkadaşımdı karşımda oturan. ilkokuldaki kavgalarımızdan, 7. sınıf ortalarında sınıfta 31 çekişlerimizden falan bahsettik. sikimizi gören kızlardan da bikaç kelam etmeyi ihmal etmedik. hepsine şimdi evlenmiştir, orospu olmuştur, zaten meyilliydi falan gibi yakıştırmalar yaptık öküz erkek modeli olarak. ve evet. sonradan öğrendiğime göre birisi gerçekten de orospu olmuştu. meyilliydi de üstelik. üniversitede veriyormuş. arkadaşım kendisinin de sevdiği kızla kendi arasında sözlendiğini söyledi ve patron görüp, babasına fişeklemesin diye cebinde taşıdığı gümüş yüzüğü gösterdi. hayırlı olsun kenks, dedim. amınakoyim, dilime doladı şu sikik lafı, diye geçirdim içimden.
sonrasında patron yukarı bağırdı. lan oğlum! gelin aşaaya yemek yiycez hadi! bir iki misafiri de gelmişti patronun. o küçük masanın etrafında toplanmışlardı 3 kişi. elemanlar kıyıda köşede, makinaların üstlerinde falan yiyeceklerdi. ne yiyeceğiz, diye merak ettim. uzaktan gömlekli bi dayı yaklaştı. 40'larındaydı. elinde bi tepsi vardı. tepside kuru pilav ve turşu bulunuyordu. yanında da birer tas mercimek çorbası. tepsiyi o küçük masaya bıraktı. afiyet olsun ercan usta, dedi ve gitti. bi an herkes kuru-pilav yiyecek sandım. elemanların bazısı yanlarında getirdikleri sefer taslarını açmıştı. gazeteler serildi ve üzerine oturup yemeye başladılar. çaktırmadan bizimkine baktım. patronun yanına gitti. bi şeyler sordu. patronun hafif kaşları çatıldı. sonra o da bi şeyler söyledi ve bizimki geri döndü. bekle kanka, dedi. geliyorum. 10 dakika sonra elinde 2 tost - 2 ayranla geri döndü. sucuklu kaşarlı kanka, dedi. ahmet abi çok güzel yapar. şimdi lokantaya gitsen bu tattan mahrum kalırsın. patron size de söyliyim, dedi. ama ben sana ahmet usta'nın tostunu yedirmek istedim. misafirin gelmiş, ayıp olur falan diye kızdı da. ondan biraz şey oldu, dedi arkadaşım. bişi demedim. saol kanka, dedim. tostları yedik. kanka ben artık kaçayım, dedim. oturuyoduk lan. yok olm manyak mısın? işin var gücün var amınakoyim. engel olmiyim ben. tamam? hadi görüşürüz. kolay gelsin sana. uğrarım gene daha sonra. e, iyi madem kanka. seviyorum seni. araşırız. tamam. tamam. hadi eyvallah. eyvallah kenks!
dükkandan ayrılırken kolay gelsin demek için ercan abi'nin yanına doğru usul usul sokuldum. hararetli hararetli karşısındaki adama bi şeyler anlatıyordu. diğeri kendini yemeğe vermişti. biraz yaklaşınca duymaya başladım. hayır, istekleri de bitmiyor ki amınagoyum. arkadaşı gelmiş de, lokantaya götürecekmiş de, bilmem ne. ulan elemana verecek parayı zor buluyoruz ibrahim. bi yemek kaç para amuğagoyum! bunu söylerken ağzına büyük bir parça ekmek attı. yaklaştım ve duymamış gibi yaparak; kolay gelsin ercan abi, ben gidiyorum, dedim. saol evladım, güle güle, dedi.
dükkandan ayrılırken arkadaşımın verdiği tanımı düşündüm. ''özel bir şirkette muhasebe sorumlusu'' + ''yemek'' + ''sigorta''
özel bir şirkette muhasebe sorumlusu = 3.000 TL + lokantada yemek + sigorta
demirci ercan abi'nin yazıhanesinde alacak verecek düzenlemek = 750 TL + tost + sigorta
çalışmanın, üretmenin ayıbı günahı yok. ancak arkadaşımın neyin ezikliğini yaşadığını merak etmiştim. aslında ercan abi'nin çocuğa bi şans vermek yerine, haksızlık ettiğini de düşünmüştüm. ama okumuş biri olan arkadaşımın da işini sevmediğini; belki ercan abi'nin onu küçümsemesinden önce, o'nun ercan abi'yi küçümsemiş olabileceğini düşündüm.
her nasılsa hayat devam ediyordu. yılların demirci ercan'ı kaç damla ter akıtmıştı o atölyede kim bilir. her ne kadar okumuş da olsa dünkü bokun gelip, kendini küçümsemesine izin vermezdi. daha yolun başındaki arkadaşımın ''sanayide çalışmak için okumadım'' havaları ona sökmezdi. o ercan abi'ydi. yılların demirci ercan'ı. o yazıhane, o ekmek teknesi, o tek göz yer onun sarayıydı. ah bir de okumuş olsaydı...