22 Mayıs 2016 Pazar

sessiz ekran

hayırlı işler halil abi, nasıl gidiyo satışlar? senin gibi. o nasıl oluyo? güzel yani... saat akşam 10 suları. yolu kısaltmak için hastahane bahçesinden geçerken ford transit marka aracının kasasına doldurduğu karpuzları hasta yakınlarına ve bilimum gelip geçenlere ve hatta doktorlar ve hastahane çalışanlarına satmaya çalışan 50lerindeki kır saçlı hafif göbekli bir bey amca yanına yaklaşan ve kendisine abi diye hitap eden orta yaşlı bir kadınla girmişti bu diyaloga. çok barzo bir sarkma mıydı? yoksa eskilerden kalan oldukça naif bir iltifat mıydı ayırt edemedim. yanlarından usulca geçtikten sonra hastahane bahçesindeki masaların arasından bir masa dikkatimi çekti. masada önlerinde yarım iki bardak çay duran iki adam vardı. masa bahçedeydi. fakat onlar hastane kantinin içindeki televizyonu izliyorlardı camın ardından. televizyonda star tv açıktı ve ne olduğunu bilmediğim bir dizi vardı. televizyona dikkat kesilen masalarında muhabbetin bitmiş olduğu aşikar olan birkaç masa daha gördüm. adamlar, kadınlar, çocuklar ifadesiz yüzlerle hastahane kantinindeki televizyona bakıyorlardı. üstelik hepsi bahçedeki masalardaydılar. televizyonun sesi dışarıya hiç gelmiyordu. hepsi sessiz ekranda oynayan görüntülere ifadesiz ve durgun suratlarla kilitlenmişlerdi. bir kadının eteğini çekiştiren küçük bir kız çocuğu su istiyordu. çay bardağının bedenine çarpan kaşık sesleri karışıyordu bahçenin durgun havasına. bir müddet kalmak istedim. oturdum uzak bir masaya. kantin self servisti. sipariş soran olmadı, ben de gidip almadım. o an hastahane konusundaki en hüzünlü sahnelerden birine baktığımı anladım. hepsi bekliyordu. belki serviste yatan hastaları vardı, belki ameliyatta bir yakınları, belki refâkatçıydılar, belki kötü bir haber alıp oraya gelen uzak akrabalar, belki de sadece diğer akrabalara ayıp olmasın diye orada bulunanlar... hiçbir gözde umuttan eser yoktu. içeride, ameliyatta bir yakınım varken nasıl uzaktan sesini bile duymadığım star tv'deki diziyi izleyebileceğimi hayal etmeye çalıştım. belki de kötü haberi bekliyorlardı. doktor "hazırlanın" demişti. hazırlanın. böyle derlerdi. bu acıya hazırlanın demek değildi. kefenini, hocasını, mezar tahtalarını vs. ayarlayın demekti.  masrafını bölüşün; mirasını paylaşın demekti. böyle söyleseler bile gelip burada sessiz ekranı izler miydi bir insan? izlerdi. bunu yaklaşık 10 dk.sonra anladım. içeriden 20li yaşlarda bir kız çocuğu koşarak geldi. bahçedeki bir masaya yaklaştı. ellerini telaşlı bir şekilde masaya vurduktan sonra masadaki 3 kişi birden kalkıp hastahane binasına doğru koştu. koşanlardan biri kadındı. bir iki dakika sonra geri koşarak geldi. çocuğunu unutmuştu. bahçede koşa koşa çocuğunu arayıp bulduktan sonra eşarbının ucuyla gözerini silerek hızlı adımlarla tekrar hastahane binasına yöneldi. dizi reklama girdi. televizyona bakanlardan kimse istifini bozmadı. boş ekrandaki calgon reklamını izlemeye devam ettiler. kimse aslında tewlevizyonla ilgilenmiyordu. masalarda dönen dertli muhabbetlerden bir kaçıştı o sessiz ekran. derdi herkes biliyordu oysa. üzerine daha fazla konuşmaya ne gerek vardı? ama konuşmayınca da hiç azalmıyordu meret. en azından söyledikçe içerde kalmıyordu duygular. masada takılı kalıyordu. sessiz ekrana dalan kulaklara teğet geçip boşluğa dağılıyordu. aynı boşluğa karışıyordu sigara dumanları. şifa dağıtılan bir binanın bahçesinde yavaşça, hissettirmeden intihar ediyordu insanlar. gözleri sessiz ekrana takılı; aklı durgun, bedeni yorgun...