13 Kasım 2013 Çarşamba

sevemedim karagözlüm

koş kız koş! ayol ne acelen var bu kadar anlamadım ki... eve gitmem lazım. neden? söyleyemem. off ayşe! nerden bilsin cemile, ayşe'nin içinde yanan ateşi? yıllardan 1983. askerler yeni yeni çekilmeye başlamış sokaklardan. anayasa daha yeni kabul edilmiş. daha çığlıkları duyuluyor mahkumların cezaevlerinde. daha asılacak olanlar için bekletiliyor dar ağaçları. bütün bunlardan habersiz koşuyor ayşe. ayağında çarıklar. alev alev yanan yüzüyle koşuyor. kolay değil. akşama kadar ateş gibi tuğlaların başında bekliyor ayşe. tuğla fabrikasında çatlıyor elleri. ah o narin eller... cemile en son pes ediyor. ayşe almış başını gidiyor. mesut'u görecek; zeytin toplamaktan gelecek mesut. fabrika çıkışı az önce olmasa, o bir anlık bakış, o bir anlık his,  - belki mesut, ona bile bakmayacak, sigarasını yakacak tam da o an belki - o  bir anlık umut... ayşe çatırdayan tabanlarına aldırmıyor. koşuyor, yetişiyor. mesut bilmiyor ayşe'yi. görmemiş de. bir iki kulak kabartmış ayşe, sağda solda. mesut demişler adını delikanlının. dalyan gibi delikanlı. terlemiş, yorulmuş belli ki. bilekleriyle kavramış çuval çuval zeytini. lakin saçları her zaman taralı. mesut o gün biraz gecikiyor. ayşe'nin gözü köşebaşında. ne vakit atının böğrüne vursa mahmuzu mesut, at koşar adım döner gelir köşeden. o anı bekliyor ayşe. geliyor mesut. belli belirsiz izliyor perde ardından. kendini gösteremez ki. ayıp. mahalleli ne der sonra? ne söyler? ''şu kız kendini gösteriyor millete'' demezler mi hiç? babasının başı öne eğilmez mi? anasının yüzü düşmez mi? ayşe'nin önünde yükseliyor duvarlar. mesut geçiyor perdenin diğer yanından. sadece perde mi ya... perdenin ardında duvarlar, duvarların ardında ayşe var. mesut habersiz, mesut hep traşlı, mesut hep yorgun, mesut hep saçı taralı, mesut hep yakışıklı. tuğlalardan daha fazla kızarıyor ayşe'nin yüzü. kime desin, ne etsin? sevdiği var mı acaba mesut'un? nişanlı mı? sözlü mü? vurgun mu birine? saçı o yüzden mi taralı hep? ayşe'nin dünyası engin bir deniz. ayşe'nin aklı bir küçük kayık. savruluyor dalga dalga. cemile'ye dertlense kendinden utanıyor. sevgi öyle bir şey ki, yaşamayan utanacağı yerde yaşayan utanıyor. ayıpmış günahmış gibi. utanıyor ayşe her şeyden. haber alıyor ki haftaya düğün varmış kasabada. en güzel kıyafetleri alıyor; bir haftalığını yatırıp. cemile bile kıskanıyor ayşe'yi. düğünde mesut'u arıyor gözleri. buluyor da hem. mesut da yakıyor ortalığı. hele bir rakı bardağı tutuşu var ki... o içmese kimse içmeyecek sanki. ayşe yanık; ayşe vurgun, ayşe suskun. mesut bir de zeybek oynuyor, dizlerini yere vura vura. efelik yiğidin şanındandır. heeeeeyt diye haykırıyor mesut. belinden çıkarıyor kırıkkale 5'liyi. pat pat pat pat pat. bir seferde bitiriveriyor kurşunu. ayşe mahmur gözlerle bakıyor sevdiğine. kendine bile söyleyemiyor ki, kime ne desin.
aradan zaman geçiyor. geceler gündüze, gündüzler geceye ekleniyor. neden sonra duyuyor ki, bir kıza söz kesmiş mesut. üstelik o düğünde beğenmiş kızı. kız da güzel olsa ayşe'nin içi yanmayacak. hayata küsüyor ayşe. fabrikadan eve gitmiyor ayakları. tuğlalardan kızarmış elleri yüzünden ayrılmıyor geceleri. hıçkıra hıçkıra ağlıyor. ta ciğerine oturuyor acısı sevdanın. öyle ki ciğeri sıkışıyor arkadaşları gittiğinde. cemile bile teselli edemiyor ayşe'yi. tam alışır gibi oluyor ki, nişan haberi geliyor davetiye ile birlikte. sevdiği adamın nişanına davetli. içi burkuluyor ayşe'nin. dili olsa da anlatsa... dermanı yok nefes almaya; değil ki nişana gitsin. mesut hergün geçiyor yine sokaktan. ayşe bazen yakalıyor mesut'un geçişini. bu defa açıyor perdeyi. mesut nişanlı. laf olmaz artık. parmağında ışıldıyor yüzüğü mesut'un. mutlu görünüyor. taş mı bassa yüreğine? ne dindirir bu acıyı? günler günleri kovalıyor yine ve bir ikinci davetiyeyi alıyor ayşe. kendi eliyle üstelik. mesut'un annesi gelmiş. şimdi hoşgeldin anne, demek vardı. teyze diyerek açıyor kapıyı. içine keder doluyor. yok yok bu böyle olmayacak. hazırlanıyor ayşe düğün günü. annesi babası da hazır. çıkıyorlar evden. ayşe'nin ayakları gitmiyor ki... baba, diyor usulca. anahtarı ver hele. evde bişi unutmuşum. hemen gelirim. baba, bir küfür sallıyor okkalıklı. aldırmıyor ayşe. alıyor anahtarı. gidiyor eve. açıyor teyibi. sevemedim karagözlüm şarkısını çalıyor teyipten. anasının çamaşır ipini bağlıyor tavandaki çengele. iskemleye çıkıyor ayşe. gözlerinden yaş damlıyor. ilmeğini kendisi atıyor. ayşe'ye sorsalar neler dökülecek dudaklarından. ama dökülebilenler gözlerinden yol buluyor dışarı. ilmeği boğazına geçiriyor ayşe. sevemedim karagözlüm diyor uzaktan mesut'a. mesut o sıra jilet gibi olmuş. takımları çekmiş. yakasını açmış. güle oynaya düğün yapıyor. babası meraklanıyor ayşe'nin. bir küfür daha sallıyor. ayşe iskemleyi itiyor ayağıyla. ağırlığıyla geriliyor ip. ince, narin boynunu kırıveriyor ayşe'nin. sallanıyor ayşe'nin ayakları. bir kere, bir kere, bir kere daha. yavaşça titriyor sonra. belki ruhu bir öpücük konduruyor mesut'un yanağına. mesut mutlu. ne güzel esiyor rüzgar, diyor...
sevemedim karagözlüm... bu yüzden annem hiç dinleyemez bu parçayı. ayşe'yi uzaktan tanırmış. ama hikayesi içine işlemiş. ayşe sallanırken teyip devam etmiş çalmaya. sanki düğün sesini bastırmak ister gibi: ...hep kıskandım seni elden, yıllar boyunca...

8 Kasım 2013 Cuma

''karizma''nın ''fiyaka'' olduğu zamanlar

eskiden limon sürerlermiş. jöle de neymiş derdi dayım. dayım da tam bir ferdi tayfur o zamanlar. saçlar kabarık; yatırıyor sağa sola. bıyık vs. bırakıyor ama sakal yok. erkek adam sakallı olmaz o dönem. kalkık yakalar, gri, siyah noktalı ceketler, sivri burun ayakkabılar - ama tabi çok sivri değil -, ispanyol değil ama geniş paça pantolonlar... hatta vefat eden diğer dayım terzi olduğu için pantolon paçalarına fermuar ağzı dikermiş. yere sürtünce yıpranmasın diye. bir beldeye modayı o yaymış. herkes diktiriyor fermuar ağzı. paçalar da uzun tabi. o zamanlar ''karizma''nın ''fiyaka'' olduğu zamanlar... karizma yok, fiyaka var. cool çocuk yok, jilet gibi delikanlı var. zamanla ''filinta''ya dönmüş olay, lakin dayım hep aynı. 40'ına kadar sürmüş. yengeme sorarım; kendine bakardı ama hiç hovardalığı yoktu, der. tam bir ''jilet gibi, fiyakalı mı fiyakalı, afilli filinta'' dayım. hepsi var. moda neyse o. trt'de dallas var o dönem. modayı belirleyen de o. ceyar'ı baldızının öldürdüğünü bağırıyor hoparlörlerden belediyeler. öyle ciddiye alınmış. sabah 7'de istiklal marşı'yla açılıp, akşam 12'de istiklal marşı'yla kapanıyor televizyon. öyle bir kanal. mahalle zenginleri iyice belli oluyor. onun evine doluşuluyor. televizyon onun evinde. ama dayım hep aynı... dayım, millet tv başındayken şöyle bir göz gezdiriyor ekrana. televizyondaki gençlere bakıyor. hop, deri ceket. yakalar geniş ve açık. iki haftalığını ayırıyor fabrikadan. ateş gibi tuğla ocağının başında, cehennem alevinin arasında, alnından, sırtından ter damlarken biri görse, o filinta adam hayal artık. ama bi çıktı mıydı işten... ilk deri ceket dayımda. kızlar hayran. erkek ya, hep abartmayı sever. kızlar peşinde koşarmış. he deyip geçerim, muhabbeti açıldığında. ama can yakmışlığı vardır, ona da eminim. nineme haber gelmiş köyden. falancanın düğünü var. kaçar mı? kaçmaz. piyango gibi haber. köyün kızları en güzel halleriyle orada. erkekleri desen jilet gibi. dayım giyiyor deri ceketini. önü açık. altta sivriburun rugan ayakkabı. ütülü tertemiz bi pantolon. cebine de sıkıştırıyor bi paket birinci'yi. uzaktan uzaktan kesiyor sağı solu. arada saçları gözünün önüne düşer gibi oluyor. serçe parmağıyla düzeltiveriyor hemen. fiyakadan ödün vermek yok. bir kız görüyor. cennette gibi sanki. ışıl ışıl... deri ceketinin içine atıyor elini. hop, bi birinci çıkarıyor. kibritin ucu sigarayla buluşuyor. çatırdıyor tütün. usul usul kora dönüyor, dayım da beraber... adı neymiş? hülya olm. hülya ha... ancak hülyalarda olurdu zaten... deri ceket yarım maaş yiyor. ama tam bir aşk kazandırıyor. uzun etmenin anlamı yok. o dönem dayım kızların gönlünü yakar imiş. şimdi gönlünü en çok yaktığı kız dayımın cebini yakıyor. ateşe düştün müydü, ateş kimi yakacağına, kimin içinin kuruduğuna göre karar veriyor. şimdi dayımın, yengemin elinden çekeceği var...