23 Şubat 2013 Cumartesi

kız tavlama sanatı


orda burda "kız tavlama sanatı", "kadınları anlama kılavuzu" falan filan gibi sikindirik kitaplar satılıyor amınakoyim. gördükçe ayar oluyorum. olm, yok öyle bişi. kadınlar hakkında bilmen gereken iki şey var: 1.si her kadının iltifattan, ilgiden ve götlerinin kaldırılmasından hoşlanması, 2.si her kadının her saniye binlerce plan yapıyor oluşu. şimdi bak sana bi kız tavlama yöntemi anlatıcam. çeşitli varyasyonları uygulanabilir. %90 sonuç veriyor. amınakoyim %90 da hiç az buz bi oran değil. şöyle ki; doğa kanunları birebir hayatta işliyor. yani sen aslan'san, kadın geyik, ceylan vs. avını seçeceksin yani. bu yüzden giyimine özen gösterip, istediğin sosyal statü aralığında bi mekana gideceksin. maksimum 2 kişi olman lazım. tek veya 3 kişi gidersen boku çıkar. mekana gittiğinde kızları keseceksin, hoş olanların çok olduğu bir masaya yakın bi yer seçip oturacaksın. tabi bu planı işletmek için biraz genel kültür şart. sonra içinde bolca ...oloji, ...izm, akım, düşünce, fikir, rönesans, aydınlanma, sanat, tablo, sanatçı, bakış açısı vs... geçen cümleler kuracaksın. mümkünse kız masasının duyacağı şekilde. yanında götürdüğün arkadaş planı biliyor olacak. sonra götünden bi kısa film senaryosu uyduracaksın. atıyorum; "kadın'ın toplum içindeki gördüğü baskı ve anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçişteki yaşadığı sancılar" temasını işlediğini söyleyeceksin. sonra da ilkçağlardaki doğa, bereket, doğum tanrıçalarının hep kadın olduğu ve "doğa ana " tabirinin doğduğunu, hatta türk destanlarındaki asena'nın neden erkek değil de dişi bir kurt oluşundan dem vuracaksın. sonra; olm, mekan bakmalıyız lan aslında falan diyip, iki elinin işaret ve baş parmaklarını 90 derecelik açı yapacak şekilde açacaksın, sol elinin baş parmağı aşağı, sağ elinin baş parmağı yukarı bakacak şekilde birleştirecek ve kendine hayali bir vizör oluşturacaksın. tabi, az biraz medeni cesaret şart bu aşamada. elini o şekilde mekanda gezdirirken tak, avının üstünde gelip duracaksın. mümkünse kızın görebileceği şekilde. muhtemelen ya salağa bak, ya da napıyo lan bu çocuk, diyecektir. hiç önemi yok. o an sanki arşimet'sin ve suyun kaldırma kuvvetini buldun; her an çırılçıplak koşabilirsin. yüzüne bu ifadeyi vermen lazım. verdin mi? yürü be, kim tutar seni amınakoyim. bak, gazı da aldın. şimdi o an, kafanda götü boklu bi rol uyduracaksın o kıza. mesela modern zamanlardaki kadını oynayacak 3 dakikalık bir rol. hemen o göz temasını kaybetmeden masaya gideceksin. "bişi sorabilir miyim izninizle..." diyeceksin. kız eğer odun değilse kabul edecektir. sonra kısaca kısa film fikrinden bahsedip, kameraman, makyöz, ışık, ses falan her şeyimiz tamam. az biraz para vericek sponsor araştırıyoruz. düşünür müsün, diyeceksin. tabi bunu söylerken niye dünyadaki geri kalan 4 milyar kızı değil de onu seçtiğini bir iki kelimeyle anlatacaksın. ya, sanki sen bu rol için doğmuşsun. sen mutlaka bu projede yer almalısın. bir süredir seni izledim, o jestler, mimikler, o samimi duygu. sensin lan o güzel ve modern kadın, falan dedin mi masada kısa bir kahkaha ama o kızda derin bir göt kalkması oluşturursun. diğer kızlar da içten içe, ne var lan bu orospuda, onun yerine ben oynamalıyım bunu, falan diye düşünecek emin ol. ve bu da av sayısını otomatikman artıracak. bu gibi türlü söz oyunlarıyla numarayı alacaksın. asla sapıklık yapmayacağına söz verip, 2 - 3 gün sonra "naber? ehe!"li mesajı çakacaksın. şimdi bak, bi analiz yapalım: kızın gözünde acayip sanatkâr bi imaj çizdin, kadının toplumdaki yerini incelemek istediğin için "kadına değer veriyor" diye düşündürdün ve övgülerinle diğer tüm kızlardan güzel ve çekici olduğuna inandırdın. numarayı verirkenki sıkkın, neşeli, şüpheli tavırlardan da sevgili durumunu anlarsın zaten. o kadar da mal olma amınakoyim. sonra kızla kontağı kurup, bir iki sinema dışında muhabbet etmeye başlayınca da hemen seni süpersonik gösterecek diğer ilgi alanlarından bahsedeceksin ve ne kadar bulunmaz, ne kadar duygusal ve ince, ne kadar duyarlı olduğuna ikna edeceksin. kısa film mevzusuna gelince, "ya kameraman başka bi iş buldu, izin vermiyorlarmış. para da bulamadık zaten. gitti gül gibi sanatsal proje, off, of!" gibi bi cümleyle bu konuyu da kapatacaksın. kız sevişmeye hazır hale getirildi. şimdi ister duygusal ve uzun süreli, ister one night stand bir ilişki yaşamak senin elinde. bak, maksimum 3 günde kız sevişmeye hazır. hiç tanımadığın bi kız hem de. bu iş tipe bakmıyor olm, lafa bakıyor. eğer böyle bi kız düşürürsen, bana burdan yazıp, abini bu işe ortak edeceksin ki komisyonumuzu alalım. ehehehe, şaka lan şaka. ben 31'imle mutluyum. (yarrak mutlu! sen gene de haber ver.) açıkça gördüğün gibi, yok şöyle yaklaş, yok böyle bak, böyle otur, şöyle kalk'lara gerek yok. takır takır işliyor plan. ava giderken avlanmamaya dikkat et. kız oyuncuysa "hmm, oynasan iyi olurdu ama neyse madem." deyip uzaklaş. işin mutfağını bilmeyen bi kız lazım. gitar falan çalıyosan, "ya bi klip cekicez de oynar mısın?" falan diye de sorabilir. kendi yaptığın bi besteden bi iki örnek verebilirsin. gitarda hala yalın veya nating els medırs çalıyosan senin de ta amınakoyim ben. bu gibi çeşitli projelerle gidebilirsin. abinden şimdi bu kadar. şimdi iki çay çek bakalım. bir orgazm sigarası yakalım.

öküz


kanka işin var mı? yoo. o halde benle gel, eskişehir'e gidelim. napcaz olm orda? kıza hediye alıcam yaa; burda bi sikim yok. haa, iyi de olm, sik kadar paramız var zaten, neyle gidicez amk? kaçak gideriz. trenle? haa, olma mı? tamam amınakoyim, canım sıkılıyo zaten benim de. çıkışta gidiyoz mu? gidiyoz tamam. dolmuş durağına koşa koşa gittik. abi 2 öğrenci. al gülüm. eskişehir'e gidicez abi, tren 1 buçukta, yetişir miyiz ya? ayıbettin gülüm. geç, otur sen. eyvallah abi. zaten o sıra nadir derslere gelip gidiyoduk; ben de bi ajanda var onu getirip götürüyorum 2 yıldır. bütün dersler var içinde, her derste sıkılıp, kenara köşeye çiziktirdiklerim de dahil. o gün de yanımda o ajanda. olm, nasıl kaçcaz biletçiden. birimiz kaçıcak olm, diğerinin cezasını bölüşücez. nasıl olcak o? baktık biletçi geliyo, uçucak birimiz tuvalete. haa, o şekil yani. aynen. e, iyi bakalım. istasyooon! kolay gelsin abi. saol gülüm. koş lan koş. tren hareket ediyor. ananısikim. maraşlı önden koşuyor. arkasında ben varım. tren daha yavaş, atladı bu. ben de filmlerdeki gibi bi artistlikle yakala deyip, kavisle defteri fırlattım. ardından ben atladım. şimdi nasıl anlatıcam bilmiyorum ama ayağım merdivenin tam köşesine denk geldi ve "ananı" diyerek kendimi raylarla bekleme alanı arasındaki boşlukta buldum. bi sik duymuyorum. tabi ben atlayana kadar tren biraz daha hızlanmıştı. yüzüstü kapaklandım yere. kafamı geriye doğru kaldırdım. sol ayağım rayların üstünde, ama allah'tan o iki tekerlek arası geniş boşluğa denk gelmiş. tekerleğin ayağıma doğru gelişini gördüm, son anda çekmeyi başardım. tabi bütün bunlar en fazla 3 saniyede oldu. sonra ayağa kalktım. düşen, cüzdandı, anahtardı, onları topladım. o sıra duydum etraftaki sesleri. millet çığlık çığlığa, makinist treni durdurmuş, görevliler bana koşuyor. bazıları telefonu çıkarmış video falan çekiyor. bissürü üniversiteli kız var bi de istasyonda. amınakoyim, en az 100 kişinin önünde ölümle burun buruna geldim. hayır, insan ölümle burun buruna gelecekse bile yalnız gelmek istiyor amk. o kadar seyirciye gerek yok. neyse ben hiçbi şey olmamış gibi bindim trene. maraşlı'nın gözler büyümüş, bana bakıyor. olm, iyi misin lan, dedi nefes nefese. iyiyim lan iyiyim, dedim. o inilip, binilen aradayız. iki vagon arası yani. üstümü başımı silkeledim. amınakoyim eskişehir'in. ilk istasyonda iniyoruz, dedim. yeaa bişi olmaz, diyo hala maraşlı. yarrak olmaz, siksen gitmem bu halde, dedim. baktım, diğer vagon arasında kızlar var. karşılıklı net görüyoruz birbirimizi. bakıp bakıp gülüyorlar. rezilliğin dibine vurdun, gülecekler tabi, diye geçiriyorum içimden. bi ara pantolonun ceplerine bakayım dedim. eksik gedik var mı diye. ananısikim! sütun gibi bi bacağa dokunuyorum. lan?! bi baktım, pantolon kemer çizgisinden itibaren, dizin altına kadar yırtılmış yandan. baksır maksır meydanda. seher yıldız üstelik. öyle tivitili falan da değil. kızlar daha çok gülmeye başladı. meğer iki saattir benim yırtmaca bakıp gülüyolarmış orospular! ulan nasıl utandım. allah'tan mont biraz uzun. büzüldüm içinde amınakoyim. maraşlı hala, yeaa eskişehir'de diktiririz yeaa, diyor. sikicem eskişehir'ini şimdi haa, dedim hışımla. tam o sıra kapı açıldı ve şu ortada simit, ayran falan satıp, kazık üstüne kazık atan adamlardan biri geldi. direk anladı düşenin ben olduğumu. valla geçmiş olsun yeğen, dedi. eyvallah abi, dedim. verilmiş sadakan varmış, dedi. öyle valla, dedim. ama vermediysen bana verebilirsin, diye eklemesin mi amınakoyim! ulan içimden nasıl sövüyorum o an. o 5 saniye içinde adamın 11.000 yıllık modern insanlık tarihindeki tüm akrabalarını elden geçirdim. abi, bi siktirgit gözünü seveyim, dedim. adam küfre bile aldırmadı. sırıta sırıta kızların olduğu bölüme geçti. konuşuyor orda. büyük ihtimal bana dediklerini anlatacak, kızları güldürecek ve mutlu olup, 2 liraya simit ayran satmaya devam edecek. amacı bu adamın. 20 dakika sonra ilk istasyona geldik. kanka ben iniyorum. hemen bi çatal iğne falan buldum büfeden. yırtığı 2 - 3 yerinden iğneledim. dolmuşa bindik, geri döndük. maraşlı kıza hediye alamadı. kız biraz bozulmuş bu duruma. ulan ölüyodum amınakoyim, bacak mal gibi çıkmış ortaya; kız hala hediye derdinde. türk kızı işte amk, ne bekliyosun?! kız buna öküz demiş. maraşlı'yla daha sonra evde iki bira açtık, konuşuyoruz. mevzu açıldı. gülerek, ulan öküz damgası yedim senin yüzünden ha ehehehe, dedi. ı ıh, dedim. değiliz. neden? öküz bile trene sadece bakıyor, bizim gibi atlamaya kalkmıyor amınakoyim. hahahahaha, haklısın lan, kodumun hayatında öküz bile değiliz. ulan şurdan bile aforizma kastın ya, beyninin kıvrımlarını sikeyim senin... öküz!

alerji


birinde turşu yok abi. efendim? birinde turşu olmayacak. ha tamam; cemil, iki karışık çek, birinde turşu yok! abi, olunca sen bize sesleniver, biz hemen köşedeyiz. tamam gülüm. gel la geçelim şöyle. geçelim kanka. olm, şaka maka hoca götümüzden kan alıcak haa. valla öyle lan, kelini sikeceksin onun. boru gibi sordu vizelerde. finallerde kanırtacak. olm, siktiret şimdi finalleri. sen şu afete bak. off, o ne be olm?! insan mı lan bu? bu insansa biz neyiz amınakoyim? çok güzel lan. iyi bi ekip çalışması olmuş... bu ailenin 2. çocuğu sanırım; yada 3. ama kesinlikle ilk değil. o niye lan? olm, ekip ilk çalışmalarındaki hatalarından ders çıkarmış olmalı ki, ortaya böyle bişi çıksın... hay beynini sikeyim ya. karışıklar hazııır! geldik abi. ne içiyosun lan? ayran al ya. abi iki ayran verir misin? al kardeşim soğuk soğuk. pşşt lan! ha? olm tam karşı masaya oturdu ha! sevgilisi var mıdır ki? ne bileyim amk. daha yeni görüyorum. olm kesin dallamanın biriyle çıkıyodur bu. hep öyle oluyo.
üniversite kantininde geçen 1,5 saatin ardından yurda geri döndük. hocanın o hafta dersi iptal ettiğinden habersiz okula gitmiştik. dersin iptal olduğunu öğrenince bari kantinde takılalım, birer tost yiyelim falan diye kaldık bi müddet. meğer o kızı görecekmişiz. şimdi yanımdaki arkadaşımın ismini yada kendi aramızda çağırdığımız lakabını falan vermek istemiyorum; bigün burayı bulup, okuyacak falan olursa, o zaman mokoko olmasın. kısaca "reyiz" diyelim. reyiz gibi adamdı. kızı gördük, beğendik. göt, meme, güzellik üçlüsü tamam. 10 üzerinden 9 verilir. bi de bizimkine bakıyosun, 10 üzerinden 3 verirsen öp de başına koy. bizimki buna abayı yaktı amınakoyim. tabi hemen ismini cismini öğrenmeye çalıştık falan. kız bizden bi üst sınıftaymış meğer. şans sıfır. derken birgün, final zamanı geldi ve kantinde dilim pastalar satılmaya başladı. 3 tl'den okutuyor cemil abim. reyiz kafaya koymuş, bu kızla konuşacak. ama nasıl? pasta, dedi. tabi ya, en iyi yöntem en klasik olanıdır olm. ne pastası amk? çikolatalı olm. uff fındık parçacıklı bi de. cemil abi, 2 dilim versene şundan. vereyim gülüm. al bakalım, afiyet olsun. olm manyadın mı lan sen? ne var lan işte? pasta ikram edicem, konuşucaz. gitmeden bi çatal ver bari ucundan? siktir lan. cemil abi, bi bardak çay ver sen bana. izlemesi zevkli olucak. kıza mı gitti o? haa. lan olm, o kız bana bile vermez. "?!?" sana bile? cemil abi? adam kızla fantezi kurmuş, düşünmüş, emek harcamış, kendini de ultrasüper yakışıklı görüyo, ve kızın kendisine "bile" vermeyeceğini düşünüyo 40'ını devirmiş, kantinci cemil abi. gülmeden edemedim ama bişey de demedim. bizimki kızın yanına gitti. yalnız yakalayabileceği bir zaman dilimi kollamıştı. kız önce şaşırdı, sonra gülümsedi ve pastayı almak istemedi. bizimki ısrar etti ama yine de almadı. sarışın, yeşil gözlü deli bi afet. reyiz'nin eli ayağı dolaştı. ufak ufak terliyor. bi 5 dakka konuştular. bizimki ucundan yediği pastasıyla, hiç dokunulmamış olanı aldı geldi. noldu lan? alerjisi varmış. neye, sana mı? ahahahaha! yok lan, bana da var sanırım ama çikolataya. bari sen ye, al. benim dilimi de ye, bişi yiyecek halim kalmadı. noldu lan? iki saat anlattım durumu, hoşlanıyorum falan, dedim. ee? dinledi, gülümsedi, içimden "bu iş oluyo galiba lan" falan diyorum. çat, "ya çok tatlısın ama benim nişanlım var" dedi. amk, parmağına o zaman dikkat ettim ben de, ne bileyim. ayı gibi yüzük varmış. askermiş şuan. neyse ne işte ya, siktiret. bizim kelin sınavı bugündü dimi? haa, 1 saat var. az çalışalım amk ya. sınav sonuçlarında benim bb ile geçtiğim dersten, reyiz, ff ile kalmıştı. hep o kıza taktın kafayı, ondan oldu bunlar amınakoyim. lan ne kızı ya, o an sildim onu aklımdan. hep bu kelini siktiğimin hocasından, hep! amına koduğum.

19 Şubat 2013 Salı

minik aile


sol kanattan kaka aldı başını gidiyor. karşısında dani alvez. alvez, alvez, alvez’den bir müdahale ama kaka şık bir hareketle topu çekiyor ve son çizgiye iniyor. kıristiyano ronaldo ceza sahasına doğru hareketleniyor. kaka son çizgide, adrese teslim bir orta ve savunmanın arasından yükselen ronaldo, puyol’un markajından kurtulup golünü atıyor. durum 2-1. kanka, sıkılmadın mı daha amınakoyim? dur lan dur, sikicem şimdi seni. her seferinde aynı terane. 3 dakika var, neyi sikicen? olm dur. bir atak neleri değiştirir. yapabilirsen tabi. maçın içindeki 3 dakika normal sürede 1 dakikada bitti ve maçı 2-1 kazandım. bi pes el-kılasiko’suydu. siz devam edin beyler, ben bi dumanlanıp geliyorum. bilecik’te migros’un altındaki piramit ps cafe’deyiz. yarı bodrum. biraz hava almak için dışarı çıktım. bi kızla tanışmıştım. numarasını falan almıştım. aradım. laflarız falan ayağında değilim aslında. bi yokliyim dedim. yollu mu, değil mi, ne ayak? yolluysa daha iyiydi o zamanlar. zaten sekse aç bünye, en azından bir iki sunum nasiplenirdi memeden falan. aradım. önce açmadı. sonra bi daha aradım. bu defa açtı. aa, naber? iyidir saol, senden? iyi ya nolsun. napıyosun, çok şaşırdım arayınca. ehe, beklemiyodum hiç. neden? ne bileyim. aramazsın diye düşündüm. ha, yok yav. öyle çekincelerim yok benim. anladım. ee, neler yapıyosun? arkadaşlarla pes atalım dedik de sıkıldım bi sigara içeyim dedim. sen neler yapıyosun? ben de alışverişe çıkıcam şimdi annemle. hazırlanıyodum. ya bişi dicem... dur dur. bi dakka, ben seni birazdan ararım. noldu? sonra anlatırım, tamam? tamam peki, görüşürüz. muhtemelen duyduğu dıt dıt dıt dıt sesine bozulmuştur. ne diyeceğini hiç merak etmedim. sesini de beğenmedim zaten. karaköy’deki ucuz orospulardan farksız bi sesi vardı. sürekli sakız çiğneyen, concon kızlar gibi. bilmiyorum, belki de hiç öyle değildir. ama benim o an düşündüğüm öyle bişiydi. birden kapatmamın nedeni ne yolda gördüğüm götü güzel bi kız, ne bir doğal afetti. havada hafiften çiseleyen bir yağmur vardı. ben konuşurken biraz hızlanmıştı. ileride bir dişi köpek gördüm. kendi köpeğimden midir bilmem, biraz hayvanlar konusunda içim acıyor, hassasım yani. etrafta dönerciler falan var. gidip gidip kokluyor orayı burayı. aç belli. yemek istiyor. ıslanmış. yavrusu da olabilir. içim cız etti. gittim, yanına yaklaştım. korktu, uzaklaştı. dönüp dönüp bakıyor. gittim dönerciden bi yarım ekmek yaptırdım. kolay gelsin. eyvallah abicim, yarım mı abi? sen geç otur hemen geliyor. amınakoyim daha siparişin s’sini vermedim. adam benim yerime verdi, beni oturttu, döneri çıkardı, getiriyor. yarım da içinde ketçap mayonez ve turşu ve yeşillik olmayacak. hatta sadece et koy sen. doldur bolca. parası neyse vericem. abi yeşilliksiz gitmez et yav. içimden sana ne amınakoduğum, demek istedim ama tuttum kendimi. sen dediğim gibi yap, dedim. döner çıktı; 1 tl fazla verdim, biraz daha et koydurdum. gittim bir çatı altına kuru bi yere açtım ekmeği iki yana. sıcacık et. çağırdım yanıma köpeği. önce bi duraksadı. sonra etin kokusunu aldı. yavaş yavaş geliyor ama gözü bende. geliyor ama korkuyor. çok korkuyor. iyice yaklaştı, ben biraz geri çekildim. geldi, kokladı ve bir iki lokma aldı, yedi. sonra koşturdu gitti. sanki aklına bişey gelmiş gibi. nereye gitti lan bu, yemeği bırakıp, dedim. bir 5 dakika sonra yanında 3 yavrusu çıkageldi. kendi bekledi. onlara yedirdi. gittim, bir tane daha yarım yaptırdım. onu da anneye açıverdim.o da ordan yedi. yavrunun birinin sol arka ayağı sakat. ya çocuklar bişi yaptı. yahut bir yere vurdu, kıstırdı vs… hepsini okşadım. sevdim. o an farkettim ki; hayvanlara bazı insanlardan çok daha fazla değer veriyorum. ve şundan oldukça eminim: o kızla bir şekilde sevişebilirdim. ama o minik ailenin bana yaşattığı o hazzı, o mutluluğu asla yaşayamazdım. şu hayata yaptığım en büyük katkılardan biri bu sanırım.

17 Şubat 2013 Pazar

utanmadan korkmak


üzerine çokça düşündüğüm, bazen korktuğum, bazen istediğim, bazen sevmediğim, bazen kutsallık atfettiğim, bir şey uğruna ödenecek en büyük bedeller listesinde belki de ilk sırada olan bir kavram: ölüm. annem çok tanık olmuş. dayımın 24 yaşındaki vefatına örneğin. soğuk algınlığı sarılık'a, sarılık siroza çevirmiş. vakti zamanında ne tıp ileride ülkede, ne işi bilen doktor var adam gibi. gündüz vakti, ışıkları açın yav, deyişinden anlamışlar gideceğini. gözler dolmuş, ses etmemişler. gündüz vakti yakılmış evin tüm lambaları. konu komşu sessiz sedasız toplanmış. anneannem yan odada gizliden gizliye feryat eder olmuş. dedemin gözyaşları içine akmış bir bir. dedem, ah saçının bir teline kul köle olduğum dedem. kaç evlat büyütmüş, 2'sini daha kundaktayken gömmüş. ama 24 yaşında bir delikanlı. asker de değil üstelik. ne matah bir şeydir şu illet. akşama doğru iyice kararmış dünyası dayımın. gözünden fer gider olmuş. kıvranmış döşeğinde. kan kusmuş önce, sonra parça parça karaciğerinden kalanlar... ağzına içki - sigara sürmemiş adam, dağ gibi adam, salonun ortasında, yer döşeğinde, çaresizliğin kucağında kıvrılır olmuş. kova koymuşlar yanına. içine kusmuş içini. bir ara rahatlamış, göğe bakmış, gülümsemiş 24 yaşındaki genç adam. derin bir nefes çekmiş, ciğeri aldığınca. son kez oynamış dudakları. o turp gibi diye tabir edilen genç adam, bir et ve kemik yığını oluvermiş bir anda... gözlerden akan yaş değil aslında, damla damla sevgi, acı, nefret, öfke ve gerçeğe olan isyan ve teslimiyet... bundan 10 yıl önce, evvelde dayımın ölümünü çaresizlik içinde izleyen, göğsüne kapanıp saatlerce ağlayan dedemin ölümünü izliyordum. okumayı yazmayı askerdeki "ali okulu"nda öğrenmiş. o gün bugün ne bulduysa okumuş. yanında radyosu, okul defterlerinden kırpıp, dikerek yaptığı küçük defteri, trt haberin her saatinden kesitler yazar, fikirlerini açıklar olmuş kağıtlara. öyle ki 1948'den bu yana 2003'e kadar çok sağlam bir haber arşivi vardır dedemin. ayağında pijaması, üzerinde kaftanı, aynı salonda, aynı yer döşeğindeydi dedem. ağır ağır nefes alıyordu. ara sıra ayaklarını birbiri üstüne atıyordu. haşlanmış yumurta istemişti son saatinde. yarısını bıraktı. zamanında öküz süsmüş. midesinde yara açılmış. yara kabuk bağlamış, mideyi zehirlemiş. doktorlar vakit çok geç, dedi. dedem pijamasını sıktı eliyle, hafifçe. eli orada kaldı. yavaşça açtık elini yana koyduk. gelemeyenler için birer yeşil yaprak okuyup koymuşlar yanına, adetmiş. neden sonra, gözlerini açtı dedem. yılların yorgunluğundan eser yoktu sanki. hafifçe gülümsedi. dudaklarını yarı araladı ve ciğerinde kalan son borcu havayı da iade etti doğaya. oğluna, anasına, babasına kavuştu; oğullarından, eşinden, kızından, torunlarından ayrılarak. feryat figan çok olmadı. bekliyorduk. beklenen bir ölümün acısı azalır mı? bunu inan bilmiyorum. daha sonraları bir arkadaşımın, iki gün önce görüştüğüm halde hem de, ani ölüm haberini aldım. hepsi koydu. hepsi acıttı bir yanımı. ama alışıyor mu insan bilmiyorum. eğlenebiliyorsun sonrasında. belki de zaten "onları sevmen gerek" mantığıyla büyütüldüğümüz, akrabamız, arkadaşımız olduğu için üzülmüşümdür. sonuçta olan oluyor bir şekilde. bir insanın aşkla, isteyerek, arzulayarak sevdiği birinin kaybını bilmiyorum. savaşlarda, felaketlerde, kazalarda yaşanan ölümleri... etkisi ne olur en ufak bir fikrim yok. ama ağır bir travma diye tahmin ediyorum. bir dönem insanlardan uzak takılmayı adet edindim. çok sevmemeyi, çok yakınlık kurmamayı. çünkü ne kadar çok hatıra biriktirirsen, o kadar canın yanıyor. o kadar üzülüyorsun, kahroluyorsun. bu yüzden kaçındım hep, yazılı tüm belgelerden. hafızada olanı bir şekilde kapatabilirsin belki ama bir mektubu, bir fotoğrafı, bir (yeni mecralarla) sosyal iletiyi; yani hala orada olduğunu bildiğin bir hatıratı silemiyorsun. yapamıyorsun bunu. ama nşa'da mutlaka başa gelecek olan, mutlaka görecek olduğun iki ölüm söz konusu zaten. anneyle babanın ölümü. sonuçta ömür tükeniyor. ve beklenen bir ölüm acıyı azaltmıyor. korkuyorum, ölümden çok, yarattığı acıdan. korkuyorum, aşıkken üstelik, yahut çok seviyorken birilerini (anne, baba, sevgili, arkadaş, evcil hayvan,...)  o birilerinin yaşatacağı acıdan. korkuyorum, gerçeği bilerek üstelik ama utanmadan...

15 Şubat 2013 Cuma

şam'da kayısı


bir erkeğin söyleyemeyeceği şeyler vardır. soramayacağı şeyler. o sordu, ben sustum. o konuştu, sustum. susmamın sebebi söyleyecek şeylerimin olmayışı değildi. inanç çok acayip bişi. ispat gerekmiyor. öyle kendiliğinden gelişiyor. bir bakıyosun ki aklındakiler, ürettiklerin doğruların oluvermiş. inanıyorsun. o da kendi doğrularına inanıyordu. aklında yarattığı ben; odunu geçtim, bildiğin kökü mökü toprağı kavramış, erezyonu önleyen ulu bir çınardı sanki. düşüncesizlikle, sorumsuzlukla, sevmemekle, bir boşluğu kendisiyle doldurmakla suçluyordu beni. o konuşurken, ben de kendime sorular sordum. öyle miydim? hastalığını, kontrollerini, ilaçlarını, yemeklerini, uyuması gereken saatleri bilmiyordum. gün içerisinde de taş çatlasın 10 kere mesaj atıyordum. geceleri bi yarım saat, 1 saat konuşuyorduk. çalışıyordum, fırsat buldukça aramaya çalışıyordum. fazla mesaj atmıyordum. "napıyosun? iyiyim canım, arkadaşlarla oturuyoruz, sen? ben de öyle. tmm." bütün muhabbet bu zaten. böyle bir şeyi sormanın mantığını hala daha bilmiyorum; ama oldukça önemliymiş meğerse. diğerlerine gelince; hastalığının tam iç yüzünü sonradan öğrendim. tedavi şartlarının ağır olduğu kesin. ilaçlarını sormadım. çünkü sorunca almak, destek olmak isteyeceğim. belki de kazandığım para yetmeyecek. tüm ihtiyaçlarımdan vazgeçmeye hazırım ama yetmezse eğer daha çok kahrolacağım. yediği yemekleri sormadım. çünkü sorarsam eğer, bunu sağlamaya çalışacağım. ailesinin haberdar olmayışı bile belki o yemekleri yemesine engeldir. ben bunu yapmaya çalışacağım, ama olmayacak. daha çok kahrolacağım. uyku saatlerini sormadım. çünkü sorarsam eğer, o saatler rahat olurum. ilgilenme, merak etme ihtiyacı duymam. ama ya uykuda bir şey olursa... bazen bilmemek, insanı hep tetikte bekletiyor. sürekli akıl kurcalıyor. sürekli merak ediyorum. bunları sormadım. soramazdım da. zaten aileyle kavga - gürültü geçen günlerin üzerine daha çok kahrolmak, kahrolmuş halde ona moral verememek olmazdı... o konuştu, ben sustum. o söyledi, ben dinledim. daha sonra sahip çıkmamı bekledi. çıkmadım. sen bilirsin, dedim. etrafından beni kıyasladığı çevresinden örnekler de verdi. hepsini dinledim. ama tamam kendimi düzelticem, demedim. diyemezdim. ne kadar çok bilirsem, o kadar kötü. ne kadar çok bağlanırsam, acı o kadar büyük. ama o mesaj atmamalarımın ardını asla bilemedi. tahmin edemezdi zaten. burada; bak ne kadar da masumum, gibi bir izlenim oluşturmak istemiyorum. ben ne kadar odunsam; o, o kadar narin ve çiçek... bedenine su yürüyecek, toprağını taşını temizleyeceğim ve yeniden açacak. tüm renkleriyle. hani, dönüp arkasına gitse bugün; koca bir yumruk inecek göğsüme, beynime. öyle bir yumruk ki kemiklerim çatırdayacak, öyle bir yumruk ki, her yanım sarsılacak. öyle bir yumruk ki, gözlerimi kör edecek. o gidecekse, yine gitsin. hem daha iyisi, şam'da kayısı. en güzel son; daima en nefretli olandır. bir erkeğin söyleyemeyeceği şeyler vardır. soramayacağı, anlatamayacağı şeyler. biri de ne kadar sevdiği işte. kalemin dili döndüğünce...

7 Şubat 2013 Perşembe

big bang


oğlum, kalk yazdır gel şu ilaçları! tamam, anne; cd çekiyorum. şu çıksın, gidicem. bu kilit cümleyi söylememle olay patladı. orda ölsün mü adam? bi ilaç bile yazdırmayacaksan ne işe yarıycan? yahu anne, babam şuan işte farkında mısın? hemen alıp gelsem de içemiycek zaten o ilacı. sen, bize acımıyo musun? yedirdiğimiz emeklere yazık! sana şöyle masraf ettik, böyle fedakarlık ettik. yemedik, yedirdik, içmedik, içirdik. seni doğuracağıma taş doğursaydım. bu günleri de mi görücektim?!

burada bi açıklama yapmak istiyorum. üniversite eğitiminden sonra omuzlarıma binen yük, tüm eğitim hayatım boyunca yaşadığım stresslerden daha fazla. erkekler, kızlara göre bu konuda daha mağdur. kızlar en azından zengin bi görücü bulup, götü kurtarır. ama biz o göt kurtarıcı (ass saver) olmak zorundayız. ağustos gibi geldiğim evimden soğudum git gide. ilk günden "iş bul çalış" muhabbetleri geçmeye başladı. ve bir yerden sonra yaş da 20li yaşların ortalarındayken, bu sözler bende "aileye yük oluyorum" düşüncesi oluşturmaya başladı. bir insanın iyiliği böyle istenmez amınakoyim. böyle yarak kürek zihniyet olmaz. "oğlum, sana bi iş bulalım" da bir cümledir. ama "iş bul, çalış" gibi tek bırakmaz insanı. 1. çoğul şahıs kullanır sonunda. "biz" vardır içinde. vahşi doğada mıyız amınakoyim? kaplan mıyım ben? ne bok yersen ye, deyip atıyorsunuz. 4 yıl boyunca yılda 4 kere 2'şer hafta görüştük ortalama. karşılaştığım tutum bu olunca ister istemez soğudum evden, aileden. babamla o kadar değil. babam idealist bi adam. beni anlayabiliyor çoğu zaman. ama annemin sözleri yenilir yutulur cinsten değil. amınakoyim sanki ben evde göt yayıp, bu yaşta babamdan gelecek parayı bekleyerek yaşamayı planlayan bi adamım da, bana bunları söylüyor. deli gibi iş aradım. sonunda buldum. bu defa da yukarıdaki kavgayı ettik. bulsan da yine onların ekmeğini yiyorsun. bir evde ekmek, kişi zamirlerine bölünüyorsa; o ev, o aile eto gibi bitmiş demektir. o güne kadar sesimi çıkarmamış, saygıda kusur etmemiş ben; anneme, beni doğuran kadına, iki çift laf söyleyip, sövdüm. evet, sövdüm. baya bildiğin küfrettim. şimdi yazının burasında bana ne dersen de, nasıl görürsen gör; pişman değilim. yine olsa, yine yaparım. ihtiyacımız olan oymuş. ilk defa sesimi yükseltiyordum. ben bağırdım, o sustu. ben ortalığın anasını siktim, o sustu. ben küfrettim, o sustu. ulan öyle, böyle rahatlamadım. 5 ayın acısını çıkardım. şimdi ne yatmama, ne kalkmama, ne ekmeğime, ne suyuma karışıyor. laf çekmiyorum. çalışırken kimseye hesap vermek zorunda değilim. kaldı ki sabır küpü de değilim. her söyleneni yemeyin amınakoyim. saygı bazen acayip enayilik olabiliyor.

anne sus! ne suscam; böyle hayırsız evlat görmedim! eeee! yeter be! ulan iki dakika sonra gidicem diyorum, neyin derdindesin sen ya? mal mısın sen? gi-de-ce-ğim! babam burda değil! anlayabiliyo musun? gitme sen, gitme! bu yaşta ben gideyim. sana ettiğimiz masraflar boşuna zaten. oralarda anarşik olup gelmişsin sen! ulan allah'ın gerizekalısı gi-de-ce-ğim diyorum. kapasite yok karıda amınakoyim, kapasite yok. sikeyim yedirdiğiniz paraları, verdiğiniz emekleri, yaptığınız fedakarlıkları! anasını siktiğimin yerinde bir adamın kafasına bu kadar sürtülmez bu. aç mı kaldın siktimin evinde? açıkta mı kaldın? ne bok yedin? yaparken iyi, bakarken kötü amınakoyim. sike sike bakacaksınız! çalışmıyorum amınakodumun yerinde! salak salak konuşup canımı sıkıyorsunuz ya! 5 ay geçti amınakoyim, 5 ay! ne bir aile sıcaklığı, ne bi bok. evi otel gibi kullanıyorum, napıyorsun sen diye sormuyorsunuz bile. ulan yatmaya geliyorum sadece eve. sizin yüzünüzden! 2 dakka sonra gidicem, dedim diye mevzuyu getirdiğin yere bak amınakoyim. yeter lan!

bu cümleleri nasıl bir hırsla kurdum, bilmiyorum. ama kesinlikle ihtiyacım varmış. daha önce milyar kere normal yollardan konuşmaya çalıştığım ailem, meğer bu dilden anlıyormuş. eğer bir kırılma noktası yaşayacaksan, son çare olarak buna başvur. gerçekten. kırılma noktası yaşayamasan da içini dökmüş, rahatlamış oluyosun. bazen kendi kalbini değil, onlarınkini kırman gerekiyor. saygı, kutsal safsataları boyun eğmeye zorlamasın kimseyi. sonuçta onlar da bir kontrol aracı. gerçek ama maalesef çok acı.