orda burda "kız tavlama sanatı",
"kadınları anlama kılavuzu" falan filan gibi sikindirik kitaplar
satılıyor amınakoyim. gördükçe ayar oluyorum. olm, yok öyle bişi. kadınlar
hakkında bilmen gereken iki şey var: 1.si her kadının iltifattan, ilgiden ve
götlerinin kaldırılmasından hoşlanması, 2.si her kadının her saniye binlerce
plan yapıyor oluşu. şimdi bak sana bi kız tavlama yöntemi anlatıcam. çeşitli
varyasyonları uygulanabilir. %90 sonuç veriyor. amınakoyim %90 da hiç az buz bi
oran değil. şöyle ki; doğa kanunları birebir hayatta işliyor. yani sen
aslan'san, kadın geyik, ceylan vs. avını seçeceksin yani. bu yüzden giyimine
özen gösterip, istediğin sosyal statü aralığında bi mekana gideceksin. maksimum
2 kişi olman lazım. tek veya 3 kişi gidersen boku çıkar. mekana gittiğinde
kızları keseceksin, hoş olanların çok olduğu bir masaya yakın bi yer seçip
oturacaksın. tabi bu planı işletmek için biraz genel kültür şart. sonra içinde
bolca ...oloji, ...izm, akım, düşünce, fikir, rönesans, aydınlanma, sanat,
tablo, sanatçı, bakış açısı vs... geçen cümleler kuracaksın. mümkünse kız
masasının duyacağı şekilde. yanında götürdüğün arkadaş planı biliyor olacak.
sonra götünden bi kısa film senaryosu uyduracaksın. atıyorum; "kadın'ın
toplum içindeki gördüğü baskı ve anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçişteki
yaşadığı sancılar" temasını işlediğini söyleyeceksin. sonra da
ilkçağlardaki doğa, bereket, doğum tanrıçalarının hep kadın olduğu ve
"doğa ana " tabirinin doğduğunu, hatta türk destanlarındaki asena'nın
neden erkek değil de dişi bir kurt oluşundan dem vuracaksın. sonra; olm, mekan
bakmalıyız lan aslında falan diyip, iki elinin işaret ve baş parmaklarını 90
derecelik açı yapacak şekilde açacaksın, sol elinin baş parmağı aşağı, sağ
elinin baş parmağı yukarı bakacak şekilde birleştirecek ve kendine hayali bir
vizör oluşturacaksın. tabi, az biraz medeni cesaret şart bu aşamada. elini o
şekilde mekanda gezdirirken tak, avının üstünde gelip duracaksın. mümkünse
kızın görebileceği şekilde. muhtemelen ya salağa bak, ya da napıyo lan bu
çocuk, diyecektir. hiç önemi yok. o an sanki arşimet'sin ve suyun kaldırma
kuvvetini buldun; her an çırılçıplak koşabilirsin. yüzüne bu ifadeyi vermen
lazım. verdin mi? yürü be, kim tutar seni amınakoyim. bak, gazı da aldın. şimdi
o an, kafanda götü boklu bi rol uyduracaksın o kıza. mesela modern zamanlardaki
kadını oynayacak 3 dakikalık bir rol. hemen o göz temasını kaybetmeden masaya
gideceksin. "bişi sorabilir miyim izninizle..." diyeceksin. kız eğer
odun değilse kabul edecektir. sonra kısaca kısa film fikrinden bahsedip,
kameraman, makyöz, ışık, ses falan her şeyimiz tamam. az biraz para vericek
sponsor araştırıyoruz. düşünür müsün, diyeceksin. tabi bunu söylerken niye
dünyadaki geri kalan 4 milyar kızı değil de onu seçtiğini bir iki kelimeyle anlatacaksın.
ya, sanki sen bu rol için doğmuşsun. sen mutlaka bu projede yer almalısın. bir
süredir seni izledim, o jestler, mimikler, o samimi duygu. sensin lan o güzel
ve modern kadın, falan dedin mi masada kısa bir kahkaha ama o kızda derin bir
göt kalkması oluşturursun. diğer kızlar da içten içe, ne var lan bu orospuda,
onun yerine ben oynamalıyım bunu, falan diye düşünecek emin ol. ve bu da av
sayısını otomatikman artıracak. bu gibi türlü söz oyunlarıyla numarayı
alacaksın. asla sapıklık yapmayacağına söz verip, 2 - 3 gün sonra "naber?
ehe!"li mesajı çakacaksın. şimdi bak, bi analiz yapalım: kızın gözünde
acayip sanatkâr bi imaj çizdin, kadının toplumdaki yerini incelemek istediğin
için "kadına değer veriyor" diye düşündürdün ve övgülerinle diğer tüm
kızlardan güzel ve çekici olduğuna inandırdın. numarayı verirkenki sıkkın,
neşeli, şüpheli tavırlardan da sevgili durumunu anlarsın zaten. o kadar da mal
olma amınakoyim. sonra kızla kontağı kurup, bir iki sinema dışında muhabbet
etmeye başlayınca da hemen seni süpersonik gösterecek diğer ilgi alanlarından
bahsedeceksin ve ne kadar bulunmaz, ne kadar duygusal ve ince, ne kadar duyarlı
olduğuna ikna edeceksin. kısa film mevzusuna gelince, "ya kameraman başka
bi iş buldu, izin vermiyorlarmış. para da bulamadık zaten. gitti gül gibi
sanatsal proje, off, of!" gibi bi cümleyle bu konuyu da kapatacaksın. kız
sevişmeye hazır hale getirildi. şimdi ister duygusal ve uzun süreli, ister one
night stand bir ilişki yaşamak senin elinde. bak, maksimum 3 günde kız sevişmeye
hazır. hiç tanımadığın bi kız hem de. bu iş tipe bakmıyor olm, lafa bakıyor.
eğer böyle bi kız düşürürsen, bana burdan yazıp, abini bu işe ortak edeceksin
ki komisyonumuzu alalım. ehehehe, şaka lan şaka. ben 31'imle mutluyum. (yarrak
mutlu! sen gene de haber ver.) açıkça gördüğün gibi, yok şöyle yaklaş, yok
böyle bak, böyle otur, şöyle kalk'lara gerek yok. takır takır işliyor plan. ava
giderken avlanmamaya dikkat et. kız oyuncuysa "hmm, oynasan iyi olurdu ama
neyse madem." deyip uzaklaş. işin mutfağını bilmeyen bi kız lazım. gitar
falan çalıyosan, "ya bi klip cekicez de oynar mısın?" falan diye de
sorabilir. kendi yaptığın bi besteden bi iki örnek verebilirsin. gitarda hala
yalın veya nating els medırs çalıyosan senin de ta amınakoyim ben. bu gibi çeşitli
projelerle gidebilirsin. abinden şimdi bu kadar. şimdi iki çay çek bakalım. bir
orgazm sigarası yakalım.
23 Şubat 2013 Cumartesi
öküz
kanka işin var mı? yoo. o halde benle gel,
eskişehir'e gidelim. napcaz olm orda? kıza hediye alıcam yaa; burda bi sikim
yok. haa, iyi de olm, sik kadar paramız var zaten, neyle gidicez amk? kaçak
gideriz. trenle? haa, olma mı? tamam amınakoyim, canım sıkılıyo zaten benim de.
çıkışta gidiyoz mu? gidiyoz tamam. dolmuş durağına koşa koşa gittik. abi 2
öğrenci. al gülüm. eskişehir'e gidicez abi, tren 1 buçukta, yetişir miyiz ya?
ayıbettin gülüm. geç, otur sen. eyvallah abi. zaten o sıra nadir derslere gelip
gidiyoduk; ben de bi ajanda var onu getirip götürüyorum 2 yıldır. bütün dersler
var içinde, her derste sıkılıp, kenara köşeye çiziktirdiklerim de dahil. o gün
de yanımda o ajanda. olm, nasıl kaçcaz biletçiden. birimiz kaçıcak olm,
diğerinin cezasını bölüşücez. nasıl olcak o? baktık biletçi geliyo, uçucak
birimiz tuvalete. haa, o şekil yani. aynen. e, iyi bakalım. istasyooon! kolay
gelsin abi. saol gülüm. koş lan koş. tren hareket ediyor. ananısikim. maraşlı
önden koşuyor. arkasında ben varım. tren daha yavaş, atladı bu. ben de
filmlerdeki gibi bi artistlikle yakala deyip, kavisle defteri fırlattım.
ardından ben atladım. şimdi nasıl anlatıcam bilmiyorum ama ayağım merdivenin
tam köşesine denk geldi ve "ananı" diyerek kendimi raylarla bekleme
alanı arasındaki boşlukta buldum. bi sik duymuyorum. tabi ben atlayana kadar
tren biraz daha hızlanmıştı. yüzüstü kapaklandım yere. kafamı geriye doğru
kaldırdım. sol ayağım rayların üstünde, ama allah'tan o iki tekerlek arası
geniş boşluğa denk gelmiş. tekerleğin ayağıma doğru gelişini gördüm, son anda
çekmeyi başardım. tabi bütün bunlar en fazla 3 saniyede oldu. sonra ayağa
kalktım. düşen, cüzdandı, anahtardı, onları topladım. o sıra duydum etraftaki
sesleri. millet çığlık çığlığa, makinist treni durdurmuş, görevliler bana koşuyor.
bazıları telefonu çıkarmış video falan çekiyor. bissürü üniversiteli kız var bi
de istasyonda. amınakoyim, en az 100 kişinin önünde ölümle burun buruna geldim.
hayır, insan ölümle burun buruna gelecekse bile yalnız gelmek istiyor amk. o
kadar seyirciye gerek yok. neyse ben hiçbi şey olmamış gibi bindim trene.
maraşlı'nın gözler büyümüş, bana bakıyor. olm, iyi misin lan, dedi nefes nefese.
iyiyim lan iyiyim, dedim. o inilip, binilen aradayız. iki vagon arası yani.
üstümü başımı silkeledim. amınakoyim eskişehir'in. ilk istasyonda iniyoruz,
dedim. yeaa bişi olmaz, diyo hala maraşlı. yarrak olmaz, siksen gitmem bu
halde, dedim. baktım, diğer vagon arasında kızlar var. karşılıklı net görüyoruz
birbirimizi. bakıp bakıp gülüyorlar. rezilliğin dibine vurdun, gülecekler tabi,
diye geçiriyorum içimden. bi ara pantolonun ceplerine bakayım dedim. eksik
gedik var mı diye. ananısikim! sütun gibi bi bacağa dokunuyorum. lan?! bi
baktım, pantolon kemer çizgisinden itibaren, dizin altına kadar yırtılmış
yandan. baksır maksır meydanda. seher yıldız üstelik. öyle tivitili falan da
değil. kızlar daha çok gülmeye başladı. meğer iki saattir benim yırtmaca bakıp
gülüyolarmış orospular! ulan nasıl utandım. allah'tan mont biraz uzun. büzüldüm
içinde amınakoyim. maraşlı hala, yeaa eskişehir'de diktiririz yeaa, diyor.
sikicem eskişehir'ini şimdi haa, dedim hışımla. tam o sıra kapı açıldı ve şu
ortada simit, ayran falan satıp, kazık üstüne kazık atan adamlardan biri geldi.
direk anladı düşenin ben olduğumu. valla geçmiş olsun yeğen, dedi. eyvallah
abi, dedim. verilmiş sadakan varmış, dedi. öyle valla, dedim. ama vermediysen
bana verebilirsin, diye eklemesin mi amınakoyim! ulan içimden nasıl sövüyorum o
an. o 5 saniye içinde adamın 11.000 yıllık modern insanlık tarihindeki tüm
akrabalarını elden geçirdim. abi, bi siktirgit gözünü seveyim, dedim. adam
küfre bile aldırmadı. sırıta sırıta kızların olduğu bölüme geçti. konuşuyor
orda. büyük ihtimal bana dediklerini anlatacak, kızları güldürecek ve mutlu
olup, 2 liraya simit ayran satmaya devam edecek. amacı bu adamın. 20 dakika
sonra ilk istasyona geldik. kanka ben iniyorum. hemen bi çatal iğne falan
buldum büfeden. yırtığı 2 - 3 yerinden iğneledim. dolmuşa bindik, geri döndük.
maraşlı kıza hediye alamadı. kız biraz bozulmuş bu duruma. ulan ölüyodum
amınakoyim, bacak mal gibi çıkmış ortaya; kız hala hediye derdinde. türk kızı
işte amk, ne bekliyosun?! kız buna öküz demiş. maraşlı'yla daha sonra evde iki
bira açtık, konuşuyoruz. mevzu açıldı. gülerek, ulan öküz damgası yedim senin
yüzünden ha ehehehe, dedi. ı ıh, dedim. değiliz. neden? öküz bile trene sadece
bakıyor, bizim gibi atlamaya kalkmıyor amınakoyim. hahahahaha, haklısın lan,
kodumun hayatında öküz bile değiliz. ulan şurdan bile aforizma kastın ya,
beyninin kıvrımlarını sikeyim senin... öküz!
alerji
birinde turşu yok abi. efendim? birinde
turşu olmayacak. ha tamam; cemil, iki karışık çek, birinde turşu yok! abi,
olunca sen bize sesleniver, biz hemen köşedeyiz. tamam gülüm. gel la geçelim
şöyle. geçelim kanka. olm, şaka maka hoca götümüzden kan alıcak haa. valla öyle
lan, kelini sikeceksin onun. boru gibi sordu vizelerde. finallerde kanırtacak.
olm, siktiret şimdi finalleri. sen şu afete bak. off, o ne be olm?! insan mı
lan bu? bu insansa biz neyiz amınakoyim? çok güzel lan. iyi bi ekip çalışması
olmuş... bu ailenin 2. çocuğu sanırım; yada 3. ama kesinlikle ilk değil. o niye
lan? olm, ekip ilk çalışmalarındaki hatalarından ders çıkarmış olmalı ki,
ortaya böyle bişi çıksın... hay beynini sikeyim ya. karışıklar hazııır! geldik
abi. ne içiyosun lan? ayran al ya. abi iki ayran verir misin? al kardeşim soğuk
soğuk. pşşt lan! ha? olm tam karşı masaya oturdu ha! sevgilisi var mıdır ki? ne
bileyim amk. daha yeni görüyorum. olm kesin dallamanın biriyle çıkıyodur bu.
hep öyle oluyo.
üniversite kantininde geçen 1,5 saatin
ardından yurda geri döndük. hocanın o hafta dersi iptal ettiğinden habersiz
okula gitmiştik. dersin iptal olduğunu öğrenince bari kantinde takılalım, birer
tost yiyelim falan diye kaldık bi müddet. meğer o kızı görecekmişiz. şimdi
yanımdaki arkadaşımın ismini yada kendi aramızda çağırdığımız lakabını falan
vermek istemiyorum; bigün burayı bulup, okuyacak falan olursa, o zaman mokoko
olmasın. kısaca "reyiz" diyelim. reyiz gibi adamdı. kızı gördük,
beğendik. göt, meme, güzellik üçlüsü tamam. 10 üzerinden 9 verilir. bi de
bizimkine bakıyosun, 10 üzerinden 3 verirsen öp de başına koy. bizimki buna
abayı yaktı amınakoyim. tabi hemen ismini cismini öğrenmeye çalıştık falan. kız
bizden bi üst sınıftaymış meğer. şans sıfır. derken birgün, final zamanı geldi
ve kantinde dilim pastalar satılmaya başladı. 3 tl'den okutuyor cemil abim. reyiz
kafaya koymuş, bu kızla konuşacak. ama nasıl? pasta, dedi. tabi ya, en iyi
yöntem en klasik olanıdır olm. ne pastası amk? çikolatalı olm. uff fındık
parçacıklı bi de. cemil abi, 2 dilim versene şundan. vereyim gülüm. al bakalım,
afiyet olsun. olm manyadın mı lan sen? ne var lan işte? pasta ikram edicem,
konuşucaz. gitmeden bi çatal ver bari ucundan? siktir lan. cemil abi, bi bardak
çay ver sen bana. izlemesi zevkli olucak. kıza mı gitti o? haa. lan olm, o kız
bana bile vermez. "?!?" sana bile? cemil abi? adam kızla fantezi
kurmuş, düşünmüş, emek harcamış, kendini de ultrasüper yakışıklı görüyo, ve
kızın kendisine "bile" vermeyeceğini düşünüyo 40'ını devirmiş, kantinci
cemil abi. gülmeden edemedim ama bişey de demedim. bizimki kızın yanına gitti.
yalnız yakalayabileceği bir zaman dilimi kollamıştı. kız önce şaşırdı, sonra
gülümsedi ve pastayı almak istemedi. bizimki ısrar etti ama yine de almadı.
sarışın, yeşil gözlü deli bi afet. reyiz'nin eli ayağı dolaştı. ufak ufak
terliyor. bi 5 dakka konuştular. bizimki ucundan yediği pastasıyla, hiç
dokunulmamış olanı aldı geldi. noldu lan? alerjisi varmış. neye, sana mı?
ahahahaha! yok lan, bana da var sanırım ama çikolataya. bari sen ye, al. benim
dilimi de ye, bişi yiyecek halim kalmadı. noldu lan? iki saat anlattım durumu,
hoşlanıyorum falan, dedim. ee? dinledi, gülümsedi, içimden "bu iş oluyo
galiba lan" falan diyorum. çat, "ya çok tatlısın ama benim nişanlım
var" dedi. amk, parmağına o zaman dikkat ettim ben de, ne bileyim. ayı
gibi yüzük varmış. askermiş şuan. neyse ne işte ya, siktiret. bizim kelin
sınavı bugündü dimi? haa, 1 saat var. az çalışalım amk ya. sınav sonuçlarında
benim bb ile geçtiğim dersten, reyiz, ff ile kalmıştı. hep o kıza taktın kafayı,
ondan oldu bunlar amınakoyim. lan ne kızı ya, o an sildim onu aklımdan. hep bu
kelini siktiğimin hocasından, hep! amına koduğum.
19 Şubat 2013 Salı
minik aile
sol kanattan kaka aldı başını gidiyor. karşısında dani
alvez. alvez, alvez, alvez’den bir müdahale ama kaka şık bir hareketle topu
çekiyor ve son çizgiye iniyor. kıristiyano ronaldo ceza sahasına doğru
hareketleniyor. kaka son çizgide, adrese teslim bir orta ve savunmanın
arasından yükselen ronaldo, puyol’un markajından kurtulup golünü atıyor. durum
2-1. kanka, sıkılmadın mı daha amınakoyim? dur lan dur, sikicem şimdi seni. her
seferinde aynı terane. 3 dakika var, neyi sikicen? olm dur. bir atak neleri değiştirir.
yapabilirsen tabi. maçın içindeki 3 dakika normal sürede 1 dakikada bitti ve
maçı 2-1 kazandım. bi pes el-kılasiko’suydu. siz devam edin beyler, ben bi
dumanlanıp geliyorum. bilecik’te migros’un altındaki piramit ps cafe’deyiz. yarı
bodrum. biraz hava almak için dışarı çıktım. bi kızla tanışmıştım. numarasını
falan almıştım. aradım. laflarız falan ayağında değilim aslında. bi yokliyim
dedim. yollu mu, değil mi, ne ayak? yolluysa daha iyiydi o zamanlar. zaten
sekse aç bünye, en azından bir iki sunum nasiplenirdi memeden falan. aradım.
önce açmadı. sonra bi daha aradım. bu defa açtı. aa, naber? iyidir saol,
senden? iyi ya nolsun. napıyosun, çok şaşırdım arayınca. ehe, beklemiyodum hiç.
neden? ne bileyim. aramazsın diye düşündüm. ha, yok yav. öyle çekincelerim yok
benim. anladım. ee, neler yapıyosun? arkadaşlarla pes atalım dedik de sıkıldım
bi sigara içeyim dedim. sen neler yapıyosun? ben de alışverişe çıkıcam şimdi
annemle. hazırlanıyodum. ya bişi dicem... dur dur. bi dakka, ben seni birazdan
ararım. noldu? sonra anlatırım, tamam? tamam peki, görüşürüz. muhtemelen
duyduğu dıt dıt dıt dıt sesine bozulmuştur. ne diyeceğini hiç merak etmedim. sesini de beğenmedim zaten.
karaköy’deki ucuz orospulardan farksız bi sesi vardı. sürekli sakız çiğneyen,
concon kızlar gibi. bilmiyorum, belki de hiç öyle değildir. ama benim o an
düşündüğüm öyle bişiydi. birden kapatmamın nedeni ne yolda gördüğüm götü güzel
bi kız, ne bir doğal afetti. havada hafiften çiseleyen bir yağmur vardı. ben
konuşurken biraz hızlanmıştı. ileride bir dişi köpek gördüm. kendi köpeğimden
midir bilmem, biraz hayvanlar konusunda içim acıyor, hassasım yani. etrafta
dönerciler falan var. gidip gidip kokluyor orayı burayı. aç belli. yemek
istiyor. ıslanmış. yavrusu da olabilir. içim cız etti. gittim, yanına
yaklaştım. korktu, uzaklaştı. dönüp dönüp bakıyor. gittim dönerciden bi yarım
ekmek yaptırdım. kolay gelsin. eyvallah abicim, yarım mı abi? sen geç otur
hemen geliyor. amınakoyim daha siparişin s’sini vermedim. adam benim yerime
verdi, beni oturttu, döneri çıkardı, getiriyor. yarım da içinde ketçap mayonez
ve turşu ve yeşillik olmayacak. hatta sadece et koy sen. doldur bolca. parası
neyse vericem. abi yeşilliksiz gitmez et yav. içimden sana ne amınakoduğum,
demek istedim ama tuttum kendimi. sen dediğim gibi yap, dedim. döner çıktı; 1
tl fazla verdim, biraz daha et koydurdum. gittim bir çatı altına kuru bi yere
açtım ekmeği iki yana. sıcacık et. çağırdım yanıma köpeği. önce bi duraksadı. sonra
etin kokusunu aldı. yavaş yavaş geliyor ama gözü bende. geliyor ama korkuyor.
çok korkuyor. iyice yaklaştı, ben biraz geri çekildim. geldi, kokladı ve bir
iki lokma aldı, yedi. sonra koşturdu gitti. sanki aklına bişey gelmiş gibi.
nereye gitti lan bu, yemeği bırakıp, dedim. bir 5 dakika sonra yanında 3
yavrusu çıkageldi. kendi bekledi. onlara yedirdi. gittim, bir tane daha yarım
yaptırdım. onu da anneye açıverdim.o da ordan yedi. yavrunun birinin sol arka
ayağı sakat. ya çocuklar bişi yaptı. yahut bir yere vurdu, kıstırdı vs… hepsini
okşadım. sevdim. o an farkettim ki; hayvanlara bazı insanlardan çok daha fazla
değer veriyorum. ve şundan oldukça eminim: o kızla bir şekilde sevişebilirdim.
ama o minik ailenin bana yaşattığı o hazzı, o mutluluğu asla yaşayamazdım. şu
hayata yaptığım en büyük katkılardan biri bu sanırım.
17 Şubat 2013 Pazar
utanmadan korkmak
üzerine çokça düşündüğüm, bazen korktuğum,
bazen istediğim, bazen sevmediğim, bazen kutsallık atfettiğim, bir şey uğruna
ödenecek en büyük bedeller listesinde belki de ilk sırada olan bir kavram:
ölüm. annem çok tanık olmuş. dayımın 24 yaşındaki vefatına örneğin. soğuk
algınlığı sarılık'a, sarılık siroza çevirmiş. vakti zamanında ne tıp ileride
ülkede, ne işi bilen doktor var adam gibi. gündüz vakti, ışıkları açın yav,
deyişinden anlamışlar gideceğini. gözler dolmuş, ses etmemişler. gündüz vakti
yakılmış evin tüm lambaları. konu komşu sessiz sedasız toplanmış. anneannem yan
odada gizliden gizliye feryat eder olmuş. dedemin gözyaşları içine akmış bir
bir. dedem, ah saçının bir teline kul köle olduğum dedem. kaç evlat büyütmüş,
2'sini daha kundaktayken gömmüş. ama 24 yaşında bir delikanlı. asker de değil
üstelik. ne matah bir şeydir şu illet. akşama doğru iyice kararmış dünyası
dayımın. gözünden fer gider olmuş. kıvranmış döşeğinde. kan kusmuş önce, sonra
parça parça karaciğerinden kalanlar... ağzına içki - sigara sürmemiş adam, dağ
gibi adam, salonun ortasında, yer döşeğinde, çaresizliğin kucağında kıvrılır
olmuş. kova koymuşlar yanına. içine kusmuş içini. bir ara rahatlamış, göğe
bakmış, gülümsemiş 24 yaşındaki genç adam. derin bir nefes çekmiş, ciğeri aldığınca.
son kez oynamış dudakları. o turp gibi diye tabir edilen genç adam, bir et ve
kemik yığını oluvermiş bir anda... gözlerden akan yaş değil aslında, damla
damla sevgi, acı, nefret, öfke ve gerçeğe olan isyan ve teslimiyet... bundan 10
yıl önce, evvelde dayımın ölümünü çaresizlik içinde izleyen, göğsüne kapanıp
saatlerce ağlayan dedemin ölümünü izliyordum. okumayı yazmayı askerdeki
"ali okulu"nda öğrenmiş. o gün bugün ne bulduysa okumuş. yanında
radyosu, okul defterlerinden kırpıp, dikerek yaptığı küçük defteri, trt haberin
her saatinden kesitler yazar, fikirlerini açıklar olmuş kağıtlara. öyle ki
1948'den bu yana 2003'e kadar çok sağlam bir haber arşivi vardır dedemin.
ayağında pijaması, üzerinde kaftanı, aynı salonda, aynı yer döşeğindeydi dedem.
ağır ağır nefes alıyordu. ara sıra ayaklarını birbiri üstüne atıyordu.
haşlanmış yumurta istemişti son saatinde. yarısını bıraktı. zamanında öküz
süsmüş. midesinde yara açılmış. yara kabuk bağlamış, mideyi zehirlemiş.
doktorlar vakit çok geç, dedi. dedem pijamasını sıktı eliyle, hafifçe. eli orada
kaldı. yavaşça açtık elini yana koyduk. gelemeyenler için birer yeşil yaprak
okuyup koymuşlar yanına, adetmiş. neden sonra, gözlerini açtı dedem. yılların
yorgunluğundan eser yoktu sanki. hafifçe gülümsedi. dudaklarını yarı araladı ve
ciğerinde kalan son borcu havayı da iade etti doğaya. oğluna, anasına, babasına
kavuştu; oğullarından, eşinden, kızından, torunlarından ayrılarak. feryat figan
çok olmadı. bekliyorduk. beklenen bir ölümün acısı azalır mı? bunu inan
bilmiyorum. daha sonraları bir arkadaşımın, iki gün önce görüştüğüm halde hem
de, ani ölüm haberini aldım. hepsi koydu. hepsi acıttı bir yanımı. ama alışıyor
mu insan bilmiyorum. eğlenebiliyorsun sonrasında. belki de zaten "onları
sevmen gerek" mantığıyla büyütüldüğümüz, akrabamız, arkadaşımız olduğu
için üzülmüşümdür. sonuçta olan oluyor bir şekilde. bir insanın aşkla,
isteyerek, arzulayarak sevdiği birinin kaybını bilmiyorum. savaşlarda,
felaketlerde, kazalarda yaşanan ölümleri... etkisi ne olur en ufak bir fikrim yok.
ama ağır bir travma diye tahmin ediyorum. bir dönem insanlardan uzak takılmayı
adet edindim. çok sevmemeyi, çok yakınlık kurmamayı. çünkü ne kadar çok hatıra
biriktirirsen, o kadar canın yanıyor. o kadar üzülüyorsun, kahroluyorsun. bu
yüzden kaçındım hep, yazılı tüm belgelerden. hafızada olanı bir şekilde
kapatabilirsin belki ama bir mektubu, bir fotoğrafı, bir (yeni mecralarla)
sosyal iletiyi; yani hala orada olduğunu bildiğin bir hatıratı silemiyorsun.
yapamıyorsun bunu. ama nşa'da mutlaka başa gelecek olan, mutlaka görecek
olduğun iki ölüm söz konusu zaten. anneyle babanın ölümü. sonuçta ömür
tükeniyor. ve beklenen bir ölüm acıyı azaltmıyor. korkuyorum, ölümden çok,
yarattığı acıdan. korkuyorum, aşıkken üstelik, yahut çok seviyorken birilerini
(anne, baba, sevgili, arkadaş, evcil hayvan,...) o birilerinin yaşatacağı acıdan. korkuyorum,
gerçeği bilerek üstelik ama utanmadan...
15 Şubat 2013 Cuma
şam'da kayısı
bir erkeğin söyleyemeyeceği şeyler vardır.
soramayacağı şeyler. o sordu, ben sustum. o konuştu, sustum. susmamın sebebi
söyleyecek şeylerimin olmayışı değildi. inanç çok acayip bişi. ispat
gerekmiyor. öyle kendiliğinden gelişiyor. bir bakıyosun ki aklındakiler,
ürettiklerin doğruların oluvermiş. inanıyorsun. o da kendi doğrularına
inanıyordu. aklında yarattığı ben; odunu geçtim, bildiğin kökü mökü toprağı
kavramış, erezyonu önleyen ulu bir çınardı sanki. düşüncesizlikle,
sorumsuzlukla, sevmemekle, bir boşluğu kendisiyle doldurmakla suçluyordu beni.
o konuşurken, ben de kendime sorular sordum. öyle miydim? hastalığını,
kontrollerini, ilaçlarını, yemeklerini, uyuması gereken saatleri bilmiyordum.
gün içerisinde de taş çatlasın 10 kere mesaj atıyordum. geceleri bi yarım saat,
1 saat konuşuyorduk. çalışıyordum, fırsat buldukça aramaya çalışıyordum. fazla
mesaj atmıyordum. "napıyosun? iyiyim canım, arkadaşlarla oturuyoruz, sen?
ben de öyle. tmm." bütün muhabbet bu zaten. böyle bir şeyi sormanın
mantığını hala daha bilmiyorum; ama oldukça önemliymiş meğerse. diğerlerine
gelince; hastalığının tam iç yüzünü sonradan öğrendim. tedavi şartlarının ağır
olduğu kesin. ilaçlarını sormadım. çünkü sorunca almak, destek olmak
isteyeceğim. belki de kazandığım para yetmeyecek. tüm ihtiyaçlarımdan
vazgeçmeye hazırım ama yetmezse eğer daha çok kahrolacağım. yediği yemekleri
sormadım. çünkü sorarsam eğer, bunu sağlamaya çalışacağım. ailesinin haberdar
olmayışı bile belki o yemekleri yemesine engeldir. ben bunu yapmaya
çalışacağım, ama olmayacak. daha çok kahrolacağım. uyku saatlerini sormadım.
çünkü sorarsam eğer, o saatler rahat olurum. ilgilenme, merak etme ihtiyacı
duymam. ama ya uykuda bir şey olursa... bazen bilmemek, insanı hep tetikte
bekletiyor. sürekli akıl kurcalıyor. sürekli merak ediyorum. bunları sormadım.
soramazdım da. zaten aileyle kavga - gürültü geçen günlerin üzerine daha çok
kahrolmak, kahrolmuş halde ona moral verememek olmazdı... o konuştu, ben
sustum. o söyledi, ben dinledim. daha sonra sahip çıkmamı bekledi. çıkmadım.
sen bilirsin, dedim. etrafından beni kıyasladığı çevresinden örnekler de verdi.
hepsini dinledim. ama tamam kendimi düzelticem, demedim. diyemezdim. ne kadar
çok bilirsem, o kadar kötü. ne kadar çok bağlanırsam, acı o kadar büyük. ama o
mesaj atmamalarımın ardını asla bilemedi. tahmin edemezdi zaten. burada; bak ne
kadar da masumum, gibi bir izlenim oluşturmak istemiyorum. ben ne kadar
odunsam; o, o kadar narin ve çiçek... bedenine su yürüyecek, toprağını taşını
temizleyeceğim ve yeniden açacak. tüm renkleriyle. hani, dönüp arkasına gitse
bugün; koca bir yumruk inecek göğsüme, beynime. öyle bir yumruk ki kemiklerim
çatırdayacak, öyle bir yumruk ki, her yanım sarsılacak. öyle bir yumruk ki,
gözlerimi kör edecek. o gidecekse, yine gitsin. hem daha iyisi, şam'da kayısı. en güzel son; daima en
nefretli olandır. bir erkeğin söyleyemeyeceği şeyler vardır. soramayacağı,
anlatamayacağı şeyler. biri de ne kadar sevdiği işte. kalemin dili
döndüğünce...
7 Şubat 2013 Perşembe
big bang
oğlum, kalk yazdır gel şu ilaçları! tamam,
anne; cd çekiyorum. şu çıksın, gidicem. bu kilit cümleyi söylememle olay
patladı. orda ölsün mü adam? bi ilaç bile yazdırmayacaksan ne işe yarıycan?
yahu anne, babam şuan işte farkında mısın? hemen alıp gelsem de içemiycek zaten
o ilacı. sen, bize acımıyo musun? yedirdiğimiz emeklere yazık! sana şöyle
masraf ettik, böyle fedakarlık ettik. yemedik, yedirdik, içmedik, içirdik. seni
doğuracağıma taş doğursaydım. bu günleri de mi görücektim?!
burada bi açıklama yapmak istiyorum.
üniversite eğitiminden sonra omuzlarıma binen yük, tüm eğitim hayatım boyunca
yaşadığım stresslerden daha fazla. erkekler, kızlara göre bu konuda daha
mağdur. kızlar en azından zengin bi görücü bulup, götü kurtarır. ama biz o göt
kurtarıcı (ass saver) olmak zorundayız. ağustos gibi geldiğim evimden soğudum
git gide. ilk günden "iş bul çalış" muhabbetleri geçmeye başladı. ve
bir yerden sonra yaş da 20li yaşların ortalarındayken, bu sözler bende
"aileye yük oluyorum" düşüncesi oluşturmaya başladı. bir insanın
iyiliği böyle istenmez amınakoyim. böyle yarak kürek zihniyet olmaz.
"oğlum, sana bi iş bulalım" da bir cümledir. ama "iş bul,
çalış" gibi tek bırakmaz insanı. 1. çoğul şahıs kullanır sonunda.
"biz" vardır içinde. vahşi doğada mıyız amınakoyim? kaplan mıyım ben?
ne bok yersen ye, deyip atıyorsunuz. 4 yıl boyunca yılda 4 kere 2'şer hafta
görüştük ortalama. karşılaştığım tutum bu olunca ister istemez soğudum evden,
aileden. babamla o kadar değil. babam idealist bi adam. beni anlayabiliyor çoğu
zaman. ama annemin sözleri yenilir yutulur cinsten değil. amınakoyim sanki ben
evde göt yayıp, bu yaşta babamdan gelecek parayı bekleyerek yaşamayı planlayan
bi adamım da, bana bunları söylüyor. deli gibi iş aradım. sonunda buldum. bu
defa da yukarıdaki kavgayı ettik. bulsan da yine onların ekmeğini yiyorsun. bir
evde ekmek, kişi zamirlerine bölünüyorsa; o ev, o aile eto gibi bitmiş
demektir. o güne kadar sesimi çıkarmamış, saygıda kusur etmemiş ben; anneme,
beni doğuran kadına, iki çift laf söyleyip, sövdüm. evet, sövdüm. baya bildiğin
küfrettim. şimdi yazının burasında bana ne dersen de, nasıl görürsen gör;
pişman değilim. yine olsa, yine yaparım. ihtiyacımız olan oymuş. ilk defa
sesimi yükseltiyordum. ben bağırdım, o sustu. ben ortalığın anasını siktim, o sustu.
ben küfrettim, o sustu. ulan öyle, böyle rahatlamadım. 5 ayın acısını çıkardım.
şimdi ne yatmama, ne kalkmama, ne ekmeğime, ne suyuma karışıyor. laf
çekmiyorum. çalışırken kimseye hesap vermek zorunda değilim. kaldı ki sabır
küpü de değilim. her söyleneni yemeyin amınakoyim. saygı bazen acayip enayilik
olabiliyor.
anne sus! ne suscam; böyle hayırsız evlat
görmedim! eeee! yeter be! ulan iki dakika sonra gidicem diyorum, neyin
derdindesin sen ya? mal mısın sen? gi-de-ce-ğim! babam burda değil! anlayabiliyo
musun? gitme sen, gitme! bu yaşta ben gideyim. sana ettiğimiz masraflar boşuna
zaten. oralarda anarşik olup gelmişsin sen! ulan allah'ın gerizekalısı
gi-de-ce-ğim diyorum. kapasite yok karıda amınakoyim, kapasite yok. sikeyim
yedirdiğiniz paraları, verdiğiniz emekleri, yaptığınız fedakarlıkları! anasını
siktiğimin yerinde bir adamın kafasına bu kadar sürtülmez bu. aç mı kaldın
siktimin evinde? açıkta mı kaldın? ne bok yedin? yaparken iyi, bakarken kötü
amınakoyim. sike sike bakacaksınız! çalışmıyorum amınakodumun yerinde! salak
salak konuşup canımı sıkıyorsunuz ya! 5 ay geçti amınakoyim, 5 ay! ne bir aile
sıcaklığı, ne bi bok. evi otel gibi kullanıyorum, napıyorsun sen diye
sormuyorsunuz bile. ulan yatmaya geliyorum sadece eve. sizin yüzünüzden! 2 dakka
sonra gidicem, dedim diye mevzuyu getirdiğin yere bak amınakoyim. yeter lan!
bu cümleleri nasıl bir hırsla kurdum,
bilmiyorum. ama kesinlikle ihtiyacım varmış. daha önce milyar kere normal
yollardan konuşmaya çalıştığım ailem, meğer bu dilden anlıyormuş. eğer bir
kırılma noktası yaşayacaksan, son çare olarak buna başvur. gerçekten. kırılma
noktası yaşayamasan da içini dökmüş, rahatlamış oluyosun. bazen kendi kalbini
değil, onlarınkini kırman gerekiyor. saygı, kutsal safsataları boyun eğmeye
zorlamasın kimseyi. sonuçta onlar da bir kontrol aracı. gerçek ama maalesef çok
acı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)