18 Aralık 2012 Salı

söz


olm, bi yerden sonra yavaş yavaş hayata karışıyor olmak, hayatın içine atılıyor olmak ufaktan korkutuyor adamı. yeni yeni şeyler öğreniyosun; aslında hep süregelen ama yeni tanıştığın. kuzen sözlendi. söz kesmeye gittik. ben kendimi garip sanıyordum; meğer aileden gelen bişeymiş bu. söz muhabbetinde anladım bunu. dayımlar kızı istemeye gitmişler. başlarında yengemin babası. aile büyüğü. çiçekler yaptırılmış, çikolatalar alınmış falan. takım çekmiş kuzen. jilet gibi olmuş. ama 3. traştan sonra teklemeye başlayan, köpük kurusuyla bezeli jilet gibi. sik gibi bi takım giymiş. yüzüne de söyledim zaten. olm, dedim, bu takım ne amınakoyim? bi süre suratıma baktı; içerlemiş, efkarlanmış olacak ki bi sigara uzattı. baktım malbuş, ooo kanka, dedim, akıyosun bakıyorum da. neyse, baya bi otlandım bundan. gitmişler kızı istemeye. yengemin babası, daha selamaleyküm demeden, bismillahsız patlatmış bombayı kapıda. biz, demiş, allah'ın emri, peygamber'in kavliyle, e tabi haliyle kızınızı istemeye geldik. e tabi haliyle, diyerek de kendince espri sıkıştırmış araya. amınakoyim, yaşlı başlı adamsın, espri senin neyine? sıçmış zaten, bi de tüy dikmiş. kahve faslı falan. babası kızı vermemiş, resmen satmış orospu çocuğu. kasaba zaten küçük yer. adam altındı, bilezikti, yaraktı, kürekti istemiş, bir de odayı falan bırakmış, bildiğin 3+1 ev istemiş koduğum. hani adam özetle diyor ki; ver 200.000'i al kızı. neden? sperminde altın tozu varmış ibnenin. sonunda söz kesilecek. ailecek toplandık. tepsiler hazırlandı. hiç yakından söz nasıl kesilir görmedim. sanki tarkan'ı canlı görücekmişim gibi bi his var içimde. yani sikimde mi değil, ama merak da etmiyor değilim. kuzen, enişte, ben berbere gittik o ara. berber hem kasaba berberi, hem de doğal olarak tanıdık da olunca; o mahallenin muhtarları, o bizimkiler, o süper baba, o ekmek teknesi tadını yakalıyosun hemen. dükkandan girdik içeri. berber, 2 çırak, 2 de müşteri var. müşterinin biri tokat'tan gelmiş ama türkçe bilmiyor. lazca konuşuyor. bir diyalogdur başladı:

aşam yüzüğü dakcan mı len? haa. olum iş yüzüğü dakmakda değil biliyon demi? iş barmağa geçiribilmekte. merak etme olm, barmaamıza göre aldık yüzüğü. anlamadı gerizekalı, ahahahaha! len, başgan adam mı dövmüş? haa, emekli polismiş. böyün de bazar ya. başkan çaaşıya çıkmış arabaynan. önüne bi araba geçmiş. yol ve, demiş, yok. ula yol ve, yok. dinini imanını siktimin cavuru, demiş bi inmiş. emekli polisi de çıkarmış arabadan. yirmin yimemin, yirmin yimemin. kamyonun biri de geliveri mi; başkan bağırmış, yörü la pezivenk, senin de canın dayak mı isteyo, deye. abooov başgana bak sen. usdaa! ha? o gonuşumuyo heralde. yok la yok, gonuşuyo. tokat'tan gelmiş. ne türkçe biliyo, ne kürtçe. ee? lazca biliyomuş bu. haa, tokat'ta yaşeep de nası türkçe bilmiyo amınagoyum?

şu muhabbeti duymayı o kadar çok özlemişim ki... ulan göt kadar yer zaten. kim kapıdan girse aynı şeyi konuşuyor. neyse kuzen götü başı düzeltti, döndük geri. tepsiler, lokumlar, tepsinin birinde gelinin annesi için sütyen bile vardı amınakoyim. bu kadın milletini anlamak zor. lan bi kız istemeye gidip de, kızın annesinin meme ölçüsünü alabilen yaratıklar bunlar. nerden biliyosun da  koyuyosun o sütyeni? belki 80, belki 85. hayır, nerden biliyosun yani? jelatinledik, süsledik falan çıktık yola. 5 araba + 1 minibüs insanız. aşireti topladık, elde keleş, çatışmaya gidiyoruz sanki. kız evine geldik. zar zor sığıştık. erkekler, kadınlar ayrı oturdu falan. allah'tan ev genişti de aldı. biraz hoşbeşten sonra eli ayağı düzgün bi yaşlı seçildi aileden. haydi söz keselim, dedi kalktı ayağa bu. burada bi parantez açmak istiyorum. söz kesmek; "yemin billah senden başkasına bakmıycam, valla lan, yeminle bak, ahanda buraya yazıyorum, bakarsam siksinler beni" demek. o an kafamda açmış olduğum bu parantezin içinde iki esnaf adamı düşündüm. biri diğerinden borç istiyor. abi bi 100'lük ateşle be, söz haftaya vericem. al be olm, ayıp ediyosun. tam burada fonda only you çalıyor. birden iki tarafın da aileleri peydah oluyor ve esnaf ve zanaatkarlar odası başkanı iki esnafa yüzük takıyor. böylece "abi, valla söz, haftaya ödüycem" sözünün valla söz kısmı hayata geçmiş oluyor. tam ben bu anı düşünürken alkış koptu. söz kesilmiş. meğer o only you şarkısı benim kafamda değil, resmen ortamda benim için çalıyomuş. olm, bi kız gördüm; kız evinden... talibi yoksa isteticem amınakoyim. gözleri deniz renginde. öyle puslu bi mavi. dümdüz saçlar nasıl yakışmış. nasıl da güzel gülüyor. bi de beyaz falan giymiş. off of! ışıl ışıl. adı da sultan'mış. ufaktan ufaktan kesiyorum kızı. kızın umrunda değil ama. telefonu falan çıkardı bu fotoğraf çekiyor. amınakoyim, fotoğraf çekiceene bi etrafına baksana. only you'yu duysana. duymadı haspam. bi yarım saat daha çay, çorba falan; bunlar da tepsi hazırlamış baklavadır, pilavdır verdiler elimize. aldık döndük. eve gelince saldırdım baklavaya amınakoyim. öyle böyle değil. kuzenin parmağında yüzük. telefonun ekranında söz fotoğrafı. kız evi de bunu saymayız, nişan isteriz demiş. göte girmiş yani. baba kızını satmış. yeni sütyeni de görünce yeni bir "mal" üretimine kalkışabilir belki. "benim aklım hala sultan'da" diyecek değilim amınakoyim. ha olursa da yok demem. ama satın almam. kalbini kazanmışsam bir kızın; zaten o benim, ben onun olmuşuzdur. kaçırırım direk. benim olanı alırım. tüccar babasını siktiğim!

25 Kasım 2012 Pazar

sexshop

soğanlısını seviyorum olm ben ya. tadı süper. ben ketçaplısını seviyorum kanka. o ekşimsi tadı yok ketçabın. ne kullanıyolar acaba? ne biliyim olm ben. bok püsür dolduruyolar belki, ama tadı güzel. neyse, dolduriyim mi bi bardak daha? olm midemiz delincek lan. bişi olmaz olm, içiyoruz işte. iyi taam hadi, doldur doldur. bardaktan sıçrayan parçacıklar burnuma çarpıyordu. bi şişe daha bol asitli kolayı devirmiştik. son yudumla beraber sade ruffles cipsten kalan son kırıntıları da mideye indirdik. ee napcaz şimdi? durağa doğru gidelim bari olm. geç oldu zaten saat. taam.
lise zamanlarımızdı. yakın bi dostumla beraber müdavimi olduğumuz kipa'dan aldığımız cips ve kola 2'lisini kapıp, hemen yandaki parkta bunları öğütmeye koyulduk. bunu sık sık yapıyoduk zaten. durağa doğru yürürken ordan burdan konuşmaya devam ettik. yoldan geçen güzel kızları kestik. şu benim karım olsa ilk gece belini kırardım muhabbetlerine falan daldık barzo barzo yani. durak, istasyonun yanında hemen. oturduk dolmuş bekliyoruz. bi müddet bekledikten sonra hayatımın en ilginç olaylarından biri gerçekleşti. böyle bir esrarengizlik yok amınakoyim. ninja gibi bi adam. siyah giyimli, kapüşonlu, eldivenli, yüzü falan görünmüyor zaten... ışığı arkasına aldı, bize doğru yaklaştı. noluyo lan, demeye kalmadan elimize bi kart tutuşturdu, bişi demeden uzaklaştı. arkadaşımla birbirimize bakakaldık. gecenin bi vakti, in midir, cin midir, nedir amınakoyim bu adam? verdiği karta bakınca bütün bu esrarengizliğin sebebini anladık. 30 cm.yi aşkın bi dildo resmi bize bakıyodu. elit erotic shop. ulan gülsem mi ağlasam mı şimdi? erotic shop tamam da niye bunun reklamını siyah 30 cm.lik dildo fotoğrafının olduğu zenci psikozlu bi kartla yapıp, bizi orda depresyona sokuyosun? gidek mi lan? ne biliyim olm, sanki fuar açıldı da amınakoyim, ona gidicez. raat raat soruyor yaa. lan bok, burası da ticarethane. adam burdan ekmek yiyor. oha amınakoyim oha. adamı kutsadın lan resmen. alt tarafı şişme kadın satıyor olm. şişirip, şişirip, şişliyosun. pardon'daki orospu asuman gibi. tamam lan. yarın öğleyin buluşup gidiyoruz o zaman. var mısın? varım lan. dildo'dan korkan zenciye kurban gitsin. tamam. bu arada arkadaşımın bineceği araç geldi. o geceyi atlattıktan sonra ertesi gün, camiinin önünde bekliyordum. sexshop'a gidecek iki abaza adamın buluşmak için cami önünü seçmesi ironik ama plansız bir durumdu. şartlar buna zorluyordu. en merkezi yerdi cami. nerdesin lan? geliyorum kenks, yoldayım. temem, hadi bekliyorum ben. taam. gittiğimde arkadaşım hareketsiz duruyordu. noldu lan? şşt. kopar kopar. ne? kopar ham meyvayı dalından. ne ham meyvası olm? nerdesin amınakoyim ya, 2 saattir ağaç olmayı geç, meyva verdim burda. sikicem belanı ya. tamam lan, geldik işte. hadi gidelim. nerdeydi bu şimdi? işhanında. oha. olm o kadar esnaf 60 üstü dayının ortasına mı açmış adam sexshopu? hee. neyse du bakalım. işhanının 3. katına çıktık. binanın dışında da bi tabela asılıydı üstelik. asansörden indiğimizde etraftaki dükkanların önünde tavla oynayan dayıları gördük. hepsi bi sevecenlikle bakıyordu. ta ki biz sexshopa yönelene kadar. bakışlar değişti. sanki o ibrahim amca, eski ibrahim olsa bi merak edip girmeyecekti amınakoyim. kaç çocuğun var desem 5 diyecek, sevişmekten haberi yokmuş gibi davranıyor. dünyanın en lanet, en günah şeyiymiş gibi düşünüyor ibrahim amca. beline budaksız meşe odunuyla vurayım ibrahim amca. babanın düşmanlarını sikeyim ibrahim amca. neyse, biz sexshopa yöneldik, yavaş yavaş yaklaşıyoruz. bakışlar sertleşti. "pırlanta gibi gençler"den "vay günahkarlar"a döndü bakışlar. biri bize dalmasa bari, dedim usulca arkadaşa. olm bastonları hazır ettiler baksana. içeri girelim de bi 30 cm.lik dildo alır, cop gibi kullanırız. kurtuluşumuz sexshopta. bi hışımla daldık içeri, camları film şeritleriyle kapatılmış dükkandan. içeri girişte sağ sol taraflarda boy boy dildolar karşıladı bizi. üst raflarda şişme kadınlar, alanın ortasında da el ve ayak bağları bulunan deri bir fetiş koltuğu ve arkasına asılmış, ağız topu, kırbaç, eldiven, maske, vs. gibi bir çok fetiş malzemesi. masanın üzerinde de bi penis başı ve altında iki minink ayak. adam kurup kurup zıplatıyor masada. erotik oyuncak. kolay gelsin abi. saolun gençler, hoşgeldiniz. abi dün bi arkadaş elimize tutuşturdu kartınızı, merak edip geldik. iyi yapmışsınız. cesur çocuklarsınız belli. buyrun bakın. merak ettiğiniz olursa sorarsınız. saol abi. abi çekmemizin asıl sebebi, sexshopta olmamız. her an götü kaybetme tehlikemiz var amınakoyim. bu silikon gibi bi malzemeden yapılmış kadın vücutları falan var. ten yumuşaklığında falan. dokunduk, harbiden de öyle. abi, dedim. kadınlar geliyor mu? yada arayıp sipariş veriyolar mı? valla canım, dedi; kadınlar, erkeklerden daha çok alıyorlar. gizli kuryeyle yolluyoruz. tencere, tava yolluyoruz deyip, aha bu selvilerden yolluyoruz. ehehehehe. selvi diye gösterdikleri siyahlı, beyazlı, sarılı, kırmızılı, mavili dildolardı. girişte boy boy onların karşılaması zaten bi psikoza sokuyor adamı. abi, dedi arkadaşım. bu şişme kadınlar ne kadar? 180 milyon canım. nasıl oluyo abi bu? valla bak, şişme dediğine bakma, normal kadın gibi. ama havayla şişirmiyceksin. bak işin sırrı bu; suyla şişireceksin. ılık suyu doldurucan içine, en güzeli öyle oluyor. duyduğumuz adamın değil, tecrübenin sesiydi. adam denemiş amınakoyim. hani bi usta gözüyle, bu en iyi neyle gider, deyip denemiş adam. acımamış. tecrübe konuşuyor. zaten o işhanında dükkanın içinde genişçe bi teşhir alanı, içeride de ufak bir ofis alanı bulunur. adam masayı teşhir bölümüne kurmuş. ofis bölümünün kapısı kapalı. içerisi depo mu? orda bi yatak mı var, ne var belli değil. gidip de evde denemez heralde, diye düşündüm ben. o su muhabbetini duyar duymaz; abi bize müsaade, memnun olduk tanıştığımıza, sana kolay gelsiiin, dedim ve çıkışa yöneldik. gençler, dedi, istiyosanız bi promosyon azdırıcı damla vereyim? ha? su bazlı tüm içeceklerde kullanırsınız. asitliye katmayın yeter. kola falan. 2 dakkada hatun hazır. saol abi, başka zaman yine. Mekandan çıkarken, arkamızdan hala masada zıplayan küçük ayaklı penis başının sesi geliyordu. tık tık tık tık tık...

kesilmiş götün davası

baya zaman oldu. bi kaymaya gittik, amınakoyim bi göt yarmışız, bi göt tokatlamışız
anlatamam. böyle bir zevk yok. fetişlerin dibine vurduk… off off! kısacık boylu, kıvırcık
saçlıydı. hafif de etine dolgun. daha ne olsun amınakoyim. anlatmaya çalışayım biraz da hani
yaşamadan bilinmez cinsinden bi olaydı…
uff olm ne biçim olmuş lan. bakiyim; harbi lan. olm, ben sıcak bölgeden geldim. kar mar
görmüyok amınakoyim. bunu değerlendirmemiz lazım. aynen kanka. arkadaşımın gözünde
beliren piç gülümsemeden ikimizin de aynı şeyi düşündüğümüzü anlamıştım. üzerimize
montları, götümüze donları geçirdikten sonra 5 - 6 kişi toplanıp, doğruca ıvır zıvır satan
milyonculara doğru yollandık. selami, o kim abi? aleykümselam gülüm. abi elinde şöyle
büyükçe bi leğen var mı ucuzundan? du bi sordurayım. hakan! lan hakan! buyur abi? gençlere
leğen lazımmış, bi gösteriver bakiyim. hemen abi. arkasına takıldığımız 14 - 15 yaşlarında,
bıyıkları yeni terlemiş, elinden telefonu düşürmeyen cinsten bi çocuktu. büyük ihtimal kız
arkadaşı vardı ve ayrıldığında da en büyük derdin kendinde olduğunu düşünüp, 8-a’dan
merve bana bakmıyor; off ulan off, deyip efes’in dibine vuracaktı. hatta sigara içiyor bile
olabilirdi. bıyıkları sarı çıkacak amınakoyim, haberi yok, diye geçirdim içimden bunları hayal
ederken. bu arada üstü leğen altı insan bi varlıkla karşı karşıyaydık. hakan, seçtiği büyükçe bi
leğeni yüzünün önünde tutmuş, bu nasıl abi? diyordu. bu ne lan, dedi puyol. olm, insan
binicek buna insan. her birimizin götü leğen gibi zaten. bize bizim leğenlerden daha büyük
olan bi leğen lazım. haa, karda mı kayıcanız abi? yok olm, bahara saklıycaz bunları. çayırda
çimende daha güzel oluyo. götünekoyim senin puyol, dedim. ne bozuyon lan çocuğu. hakan
daha büyük bi leğen çıkardı ve abi senin leğen kadar olmasa da en büyüğü bu var, daha
büyüğü yok, dedi. bizim grup komple bastık kahkahayı. puyol morardı. ne kadar bu, dedim.
abi 4 tl. dedi. oha lan, olm çok alıcaz biz bişiler yap, dedim. ayarlarız abi, kaç tane vereyim? 4
tane ver bakalım. yeter heralde. yeter yeter, zaten 3 kayıcaz parçalanıcak amınakoyim, dedi
puyol. gittik, tanesi 3 tl’den aldık leğenleri. daha önceden bulduğumuz; uff, olm burada nasıl
kayılır biliyon mu? dediğimiz yokula gittik. kar güzel, kar kalın, kar kıvamında. atladık
leğenlere fiyuuu kayıyoruz. taşlar engebeli. bi inik, bi çıkık. leğenin götü çok dayanmıyor.
3’er 5’er turda bütün leğenlerin götünü çatlattık. ama içimizdeki heves geçmedi. etrafta
aranmaya koyulduk. yan tarafta bi inşaat vardı. inşaatın içinden büyükçe bi poşet bulduk. altın
bulmuş gibi seviniyoruz amınakoyim. plastik değil, sert değil. kırılma derdi yok. kaydığımız
yeri de baya bi aşındırmıştık zaten. hemen atladım üstüne yanımda puyol, cerenimoooo!
diyerek verdik coşkuyu. herkes poşetin peşinde. kapan üzerine atlayıp el sallıyor yokuş aşağı.
poşeti çekiştirirken kısa boyun avantajını kullanan mario, kaptığı gibi yokuşu tırmanmaya
başladı. uzun zamandır poşeti ele geçiremediğinden hevesini alsın gariban, modundaydık.
büyük bi özenle poşeti yokuşun başına yerleştirdi. üzerine oturdu. ayaklarının arasından
poşeti tuttu ve bağırarak kaymaya başladı. tam yokuşun ortasında aaaahh! diye inledi ve aynı
anda iki eliyle tuttuğu poşeti bırakıp, elleriyle destek alarak kendini yukarı çekti. yan döndü
kayarak aşağı inmeye devam etti. arkasından aralıklarla ince, kırmızı, kısa kısa bir iki iz
bıraktı. indiğinde acı çekiyordu. noldu lan, deyip koştuk yanına. bi baktık, götünü avuçluyor
bizimki. noldu amınakoyim, dedi puyol. götüm kesildi laaaan! diye haykırdı mario.
ahahahahaha, hassiktir yaa! nasıl oldu olm o. ahahahaha! puyol kendini tutamadı. çocuk
ortada acıdan kıvranıyor, biz kahkahadan boğuluyorduk. kaydığı noktalardan yukarı çıkmaya
başladık. sonunda mario’nun götünü kesen şeyi bulduk. iki taşın arasına sıkışmış, kırık bir
cam parçası. allah’tan mario’nun ayağında kot varmış. kotu, baksırı yarıp azıcık çizmiş cam.
ama kanatmış. puyol; olm, soğuk uygulamak lazım oraya, dedi elinde bi avuç dolusu karla
yaklaşırken. dön bakiyim lan. mario, çaresiz döndü. puyol yaralı göte şaplağı yapıştırdı. ben
de elime bi avuç kar aldım. ben de yapıştırdım. mario da gülmeye başladı. eline kar alan
gelip, mario’nun yaralı götünü tokatlıyordu. amınakoyim senin mario, dedim. lan karda
kayarken götünü kestiren bi sen varsındır heralde. olm napalım, kase taş gibi olunca leğen
misali yarılıyor işte. sizin götlerde iş yok. bunu ‘kaymaya gittik, bir göt yarmışız, bi göt tokatlamışız’ diye anlatınca işin içinde deli erotizm var aslında. deli seks var. deli fetiş var. çocuğun götü yarıldığından değil, yediği tokatlardan kızardı. yaman dertsin göt kesiği. kesilen
götün davası olur bence. hele hele tokatlanmışsa…

16 Kasım 2012 Cuma

dalga dalga


ye guzum ye. bak sağa reçel yaptım, ondan da ye. can boğazdan gelir, ha maşşallah. sarı oğlum benim. anneannemin anneme de bulaşan, ille yedirme isteğinin mağduruydum. bi de kadın öyle güzel yedirmeye çalışıyor ki, yemiycem desen acayip kırılacakmış gibi. dolu mideye daha bi baskı uyguluyorum mecburen. kurban bayramı'ndayız. ete yer kalmıyor zaten o kahvaltıdan sonra. iki dayım, kuzenler, yengelerim, annem, babam, ben, anneannem, dedem'in olduğu o geniş kahvaltı  sofrasını uzun zamandır bulamıyorum. dedemin vefatından beri. herkes bi yana savruldu gitti. bayramlarda eski tat yok. sokağa serilen naylon hasırlar, evin hemen kapısının önündeki incir ağacının dalına kurduğumuz salıncak, pişen demli çaylar ve o hasırın üstünü dolduran dünya tatlısı komşular. hele bir de eski köy anılarından açıldı mıydı muhabbet, değmeyin keyfime. karanlıkta yolu göremediklerinden yolu ezberleyen eşeğin kuyruğunu tutarak gidişlerinden, götü delik haliller'in dağ başında sıçarken pantolonu çalıya takıp, delmesine kadar bi dolu anı.
anneannemin ısrarları ve tabi bendeki takat tükenince kalktım kahvaltı sofrasından. biraz yürüdüm mahalle boyu. bi yarım saat sonra bağırsaklarım guruldamaya başladı zaten. kendimi tuvalete zor attım. açtım hemen fifa world cup'ı telefondan. seçtim fransa'yı. (zidane falan var oyunda.) elemelerden başlayıp, dünya kupası'nı alana kadar wc'deyim zaten. kuzenler de bakkala gideceklermiş. beni bekleyememişler. o zamanlar da torpil falan patlatıyoruz. kızkaçıran alıyoruz. hep böyle barut eğlencesi. bayram diye de bakkallar tonla getiriyor torpili, mantar tabancalarını. en sonunda dünya kupası'nı aldım. wc'den çıktım. anneanne nereye gitti bunlar? bakkala gittile yavrım. hangi bakkala gittiler? valla hu yandakine gittile herhal. şimdi iki tane bakkal var. biri sol tarafta cemil bakkal, diğeri sağ tarafta mehmet bakkal. anneannemin söylediği "hu yan", yani sol taraf, cemil bakkal, daha yakın. ben de oraya doğru yollandım. dayılardan gelen paralar var tabi. yol üstünde bi çöplük var. çöpe bacak falan atmışlar. bi tane de beyaz köpek. karşı kaldırımdan usul usul gidiyorum. köpek höt dese, altıma sıçıcam, eminim. ayı gibi bişi. bi ara beni farketti. göz göze geldik. onun için tehlike arzetmediğimi elimden geldiğince belli etmeye çalıştım. tam ben o maymunluk içindeyken, kodumun hayvanı ok gibi fırladı yerinden. ben de aynı anda deparı bastım. nasıl kaçıyorum ama. tabi bacaklarım daha fazla dayanamadı ve yavaşladım. köpek götümden bi kaptı, kapış o kapış. ısırığın verdiği acıyla yeniden öyle bir depar attım ki, köpeğin ayaklarını yerden kestim amınakoyim. koşuyorum, götümde köpek dalgalanıyor. ısırdığı yere daha bi güç veriyor hayvan savrulmayayım, düşmeyeyim diye. bi müddet havada uçurdum hayvanı. ne ben koşmayı bırakıyorum, ne o götümü ısırmayı. ben köpeği dalgalandıra dalgalandıra cemil bakkal'ı geçtim. manzarayı gören cemil bakkal'ın gözleri büyüdü. yuvalarından fırlayacaklar sanki. ileride de bi kahve var. bi dayı gördü benim bayrak taşıyan gibi geldiğimi. hemen yola çıktı. tüm iyi niyetiyle yerden irice bi taş alıp, bana doğru fırlattı. maksat götümdeki köpeği düşürmek. ama taşla beni hedef aldığının farkında değil dayım. bi yandan taştan kaçıyorum, bi yandan köpeği sağa sola savuruyorum. allah'tan ayağımda kot pantolon var da ete çok işlememiş diş. ama yine de acıyor. sağa sola savururken köpek en sonunda pes etti ve köşeyi döneceğim bi anda havadayken kendini bıraktı. bildiğin köpeğe macera yaşatıyorum amınakoyim. paraşütçü gibi atladı götümden. bi iki takla attı düşünce sonra tekrar çöpteki bacağı gevelemeye gitti it. ben de iki gözüm iki çeşme sağ lobumu tuta tuta eve yürüdüm. bizim piç kuzenler de diğer bakkala gitmişler bok varmış gibi. benim geldiğimi de görünce aldıkları bi kızkaçıranı yakıp, attılar bana doğru. kendileri içeri kaçtılar tabi. ben de etrafında mermiler uçarken başını bile eğmeden yürüyen enayi kahramanlar gibi gelirse gelsin hesabı aldırmadan yürüyorum. mahalledeki saklanan diğer çocuklar cesaretime hayran kaldı. bilmiyorlar ki postu deldirmenin acısını yaşıyorum amınakoyim. sonunda eve girdim. acıdan ağlıyorum. annemle babamla hemen eczaneye gittik. bayramda hastane kapalı, ilçedeyiz de. acil de uzak. hemen bi pansuman yapıldı. ordan merkeze gittik. acilde bi pansuman ve kuduz iğnesi. iğneyi vuran hemşirenin de eli bir hafif, bir hafif. hissetmiyorsun hiç. bir de güzel kız, iğneyi vuran hemşire. gel gelelim benden büyük. aşkın yaşı olmaz gerçi. (bak bak bak, bahanelere bak o yaştaki...) nereden ısırıldığımı sordu mu acaba, diye geçirdim içimden. götünden ısırılmış, üstelik götünde köpek dalgalandırmış birisi ne kadar karizmatik olabilir ki? ama yine de uzun kirpiklerime vuruldu hemşire. sonunda götün de bi faydasını gördük, dedim. allah hiçbir organı sebepsiz yaratmamış. bu düşüncemin de devam aşılarını vuracak badem bıyıklı shemale hemşireyi görünce sönüp gideceğini bilseydim, eminim düşünmekte bu kadar acele etmezdim... hastaneden eve dönerken dayımın radyoyu açmasıyla yaşadım o gün asıl şoku. radyoda çalan şarkı ''denizin dibince hatçam'': dalga dalga, dalgağ dalgaağ dalgalanığyooğr. hatçe'mi de görenler, sevdalanıyor...

9 Kasım 2012 Cuma

kristine

hep bu omegılda, çetrulette nasıl muhabbet ederler merak ediyordum. erekte olmuş penis görmekten bunaldığım bir anda tekst mesaja geçmeye karar verdim. evet, yandaki diyalog bana ait. nedendir bilmiyorum, adam yaş söyleyince ben daha büyük bi yaş söylemek istedim. biraz kendime tecrübe katmak, laf dinletmekti sanırım amacım. böyle şeylerle uğraşacak vakti buluyor olmam da garip tabi. napiyim olm. yapıcak daha önemli bi işimiz mi var, eğlenmekten başka? ha bundan hariç kristine diye bi kızla da konuşmuştum. tatlı bi muhabbet oldu. büyük ihtimal 120 kilodur, diye geçiriyordum aklımdan. mısırlı bi erkek arkadaşı varmış. böyle sitelere girmesini istemiyormuş. ama bizimki çılgın. bizimki raat. bizimki özgür. bizimki türk kezbanı değil. (şaka lan şaka, bizde bi kız böyle yapsa direk kaşar deriz; yalan yok şimdi.) tam da oskar töreninin yapılacağı gündü. tabi saat farkından orda gece. sanattan, edebiyattan, müzikten falan konuştuk. hoş vakit geçirdik. görmeden, karşı karşıya gelmeden. hot_chicks_eat_big_black_dick_in_the_pool.avi'ye düşmeden. hani düşsek de tutmazdı zaten. zenci değilim sonuçta. sırıksız sırıkla atlayamıyorum. bi hoş geldi muhabbet. ne bileyim lan. bi ara aklımdan, bu kız türkiye'ye gelse kesin urfa'ya gelin gider, diye geçirdim. yabancıların bize bakış açısını düşündüm. şimdi biz onlara, olm ne acayip şey la bunlar, uff çok modern, diye bakıyoruz ya; onlar da bize, aa ne güzel bi kabile, giyiniyolar, diye mi bakıyolardı acaba? kafamda deli sorular. sonra meseneye girdim. uzun zamandır uğramadığım bir şehre gitmiş gibiydim. yeni uygulamalar, özelikler falan filan. hani sanki o eskiden kızlara cam aç dediğimiz program o değil. böyle telefon numarası falan istediğimiz; olm bi kız düşürmüşüm uff, falan dediğimiz program o değildi sanki. çok eskiden konuştuğum bi arkadaşımı onlayn gördüm. selam yazmak istedim. yazmadım. az önceki gibi tatlı bi muhabbet olamayabileceğinden korktum. çok zaman geçmişti. konuşacak eski şeyler bitince, yeni şeylere çok şey kalmayacaktı. ilgilenmeyecektim. ilgilenmeyecekti. gerçekte de böyle değil mi zaten amınakoyim. bi adamla uzun zaman görüşmeyince, naptın hacı, sorularıyla geçiyor zaman, cevapsız... selam desem öyle olucaktı büyük ihtimal. demedim. az önce konuştuğum kız, farklı bir kıtada, farklı bir dili konuşarak, farklı bir kültürün içinde yaşıyordu. yani bize tırnak içinde yabancı'ydı. ama o an farkettim ki, kristine, o arkadaşımdan daha tanıdıktı şimdi. hayat ne acayip lan. çok düşünmemek lazım. omegıl ve çetrulet'te de sakın videolu yere girmeyin. bak uyarıyorum. sakın.

8 Kasım 2012 Perşembe

niçe'yle bir orospu'nun ortaklığı

uzun zaman önce. önemsiz bir yerde. bir evde.
doldurayım mı kanka? doldur amınakoyim, doldur. olm, yapma lan böyle. bişi yaptığım yok olm. sen olsan napıcan lan? o da doğru, ama ne zamanlık mevzu be olm. sıkma artık canını. sen doldur hadi, doldur.
çın. bardaklar birbirine değdiğinde çıkan ses bile kulaklarımı tırmalıyordu. içmek istiyor muydum, bilmiyorum. sadece o an anlık değil ama uzun vadede vücuduma zarar verecek ne varsa yapmaya hazırdım. bol alkol karaciğeri, bol sigara akciğeri mahvedecekti. sancılı bir ölüm istemek... bu psikoloji tanıdık olmayanlar için biraz garip. böyle bir şeyi neden istediğimi bile bilmiyorum. bir jilet, yüksek dozda bir ilaç, bir ip, bir silah... bu kadar kolay lan aslında, diye geçiriyorum içimden. tabi arkadaşım bunu bilmiyor. bilse de söyleyeceği şeyler belli. uyumaya yetecek ölçüde, belki de daha fazla içtikten sonra uyudum o gün. ertesi gün bir bakkaldan jilet aldım. ağaçlık, dağlık bir bölgeye gittim. kimsenin göremeyeceği kadar kayboldum ağaçların arasında. jileti aldım elime. kendimden vazgeçmek sorun değildi. asıl sorun vazgeçecek olduğum diğer dünyalar tatlısı iki insandı. annem, babam. yaşlı başlı insanlar benim için uğraşıp didiniyorlar, gecelerini gündüzlerine katıyorlar. tek çocuğum üstelik. hayat devam etmeyecek onlar için. olmayacak. yapamayacaklar. bunca yıl besle büyüt. sonra da bir anda yok olup gitsin. isteyerek, haykırarak, bağır çağır ağlamaya başladım. gözlerim kızarana kadar ağlamaya devam ettim. insan bu noktaya geldiğinde çok değer verdiği arkadaşlarını, dostlarını, çevresini, hiçbir güzel şeyi umursamıyordu. dibe vurma hissiydi bu. aklıma geçen akşam arkadaşımla konuştuklarımız geliyordu. ben anlatıyordum, o dinliyordu:
özel ders verecekmiş. nerde? evinde amınakoyim, nerde olucak. ilan falan vermiş internette. (bunu söyledikten sonra, istemsiz güldüm.) olm, sabahtan beri şunu yapmış, bunu yapmış diyosun. bi sik anlatmıyosun. adam gibi anlat bakayım şunu bana. anlatayım.
bazen bişi hissedersin. tüm şartlar o an mükemmeldir. ışık doğru yansımıştır. doğru açıdan bakıyorsundur. tonlar doğrudur. ve deklanşöre basarsın. o fotoğraf aklından hiç gitmez. öyle bişiydi. önceden düşünmezken, bu kez düşünmeye, hatta ciddi düşünmeye başlamıştım. olm, çok sevdim lan. valla bak. yedik, içtik, seviştik, o kadar şey paylaştık. sonrasında bu son koyuyor adama. sebep yok, sonuç yok. şimdi bakıyorum. o sitede, bu sitede elaleme kalpler falan yoluyo, uğur diye birisi mi ne varmış hayatında sanırım. bilmiyorum. ev falan da tuttu zaten. lan bak, gönlü başkasına kayar, anlarım. başkasına meyleder, anlarım. ama bir başkasının ona benim gözümden bakmasına, elini tutmasına, tenine değmesine nasıl tahammül edeyim amınakoyim. bana bir hal çare söyle. ne yapayım ben şimdi? abi, doğru diyosun da, geçer yav. ha? neler atlatmıyo insan şu siktiğimin dünyasında! neler gelmiyor başına? yok yok. bu böyle olmayacak. kesin bir çözüm bulmam lazım. kaçmak istiyorum. içimden geçenler bunlardan farklı değildi. kesin bir kaçış istiyordum. çok kesin bir kaçış. geri dönülemez bir yol. aklımda şekillenen en kolay şeyi düşündüm. kendi kanım beni tutuyordu. az buçuk anatomi biliyordum. jilet almaya karar verdim. amacım bilek değildi. şah damarımı hedefliyordum. yerini şimdiden bulmak için elimi boynuma attım. gıp gıp gıp gıp. atan damarı hissediyordum. işte burası. son burda başlayacak. fışkıran kanı bi anlığına göreceğimi hayal ettim. sonra büyük ihtimal yere düşer bayılırdım. içim kıyılırdı. acıktığımı hissederdim inceden. ve dayanılamaz bi hale geldiğinde ekran kararır ve bayılırdım. uyanmamak üzere bir uykuya yatardım.
şimdi jilet elimdeydi. haykırıyordum. orospu, diyordum. orospu!!! ancak onu kötülersem kendimi iyi hissetmeye başlayacağımı düşünüyordum. bu isteyerek yaptığım bir şey de değildi. ölüm kararını tartışan beyne itiraz ediyordu yaşama güdüsü. iyi hisset, diyordu bana. göz yaşlarım arasından cüzdanımdaki fotoğrafını çıkardım. içinde ruh göremediğim bir resme bakıyordum. karşımdaki eli, ağzı, yüzü, gözü, burnu, kulağı, saçı, dişi, dudağı, göğüsleri, omuzları ve beliyle bir et yığınıydı sadece o an. sonra ne olacaktı ki? belki duyardı bi arkadaşımdan. bir iki ay yasımı tutardı en iyi ihtimalle. belki o kadar bile sürmezdi. bir saat üzülür, sonra yeni sevgilisi elinde çiçekler onu dışarı çıkarmaya gelirdi. o da heyecanla hazırlanır ve az önce eski sevgilimin ölüm haberini aldım, derdi. sevgilisi de üzülmüş gibi yapar, içinden belki, ben bunun için canımı siksen vermezdim lan, diye düşünür, mallığıma içten içe gülerdi. izin veremezdim. vakit bir hayli geç oldu.hava kararıyordu. döneceksem bunu şimdi yapmalıydım. yada bu işi bitirmeliydim. (heyecanlanma olm. bu yazıyı yazdığıma göre demek ki dönmüşüm amınakoyim. mallığın alemi yok.) jileti açtım. bunu unutmamak istiyordum. dibe vurmuştum. yukarı çıkmam bir hayli zaman alacaktı. bunun yüreğimde bıraktığı izler dışında fiziksel bir iz gerekiyordu bunu hatırlatacak. öyle müslüm dinlerken kendini jiletleyenlerden değilim. parmaklarımdan birine bir kesik attım. kan gelmeye başladı. cebimden peçeteyi çıkarıp üzerine basmadan önce üzerine toprak ektim.
bazı zamanlar bu yaraya bakıyorum. unutmuyorum. belki onla aynı şehirde olacağız günün birinde. aynı havayı soluyacağız. ve ben bazı şarkıları dinleyemedim ondan sonra. önceden gittiğimde heyecan duyduğum bir şehre tövbe ettim. milyonluk şehirde olur da onu başkasıyla el ele görürüm diye. paylaştığım alışkanlıklarımı terkettim. yara aldım. yaralandım. ölmedim. daha güçlü de olmadım. amınakoyim niçe! hani öldürmeyen şey, güçlendirirdi koduğum?
yalnızlığımı paylaşmaktan korkuyorum şimdi. bu ağır bi yük. taşıyabilecek bir omuz bulmak zor.
eski sevgiliye orospu, niçe'ye amınakoyim.
ölmedim ama yaşamadım da hiç. yeniden doğmak için reenkarnasyona inanmak istiyorum. maymun olarak bile olur. valla lan. çok şey mi olm bu? yücü rabb'im, sen yaparsın bi güzellik. bu sefer gol olsun. bok böceği bile olurum.

2 Kasım 2012 Cuma

annelerimiz arkadaştı

yürüyorduk. gurbette yorgun düştüm be ceylan'ı söylüyorduk. neşe içindeydik. belki bizden büyük sırt çantalarımız vardı. benim çantanın üzerinde ninja kaplumbağalar vardı. aynı şekilde de beslenme çantası. kenarı hafif çamur olmuş mavi bir önlük ve kenarında ay yıldız olan beyaz bir yaka. onda ise mavi etekli bir önlük, dantel örgü bi yaka ve pembe bir sırt çantası. desenini hatırlamıyorum ama barbie'ydi sanki. annelerimiz yakın arkadaş. evden okula 20 dk. mesafe. 20 dk.lık mutluluk. 5. sınıf. cinsel dürtülerden eser yok. belki biraz merak. hoşlanıyorum. söyleyemiyorum. utanıyorum. korkuyorum. annelerimiz arkadaş. ya annesine söylerse? annem dayaktan öldürür beni. bu yaşta ne hoşlanması, ne sevgisi der. halbuki o yaşta aşk, meybuzları aynı anda yiyebilmek değil mi? biri ona sataştığında ona karşı koymak. dayak yemek gerektiğinde. annelerimiz arkadaş. bu riski göze alamadım. ben ondan hoşlanıyordum. o başka bir çocuktan. çocuk kalıplı, uzun boylu, geniş omuzlu. şimdi kesin ayı gibidir. 3xl'den aşağı giymiyodur. ben dişlek, zayıf, hatta bi dönem gözlüklü. çelimsiz ama çalışkan. çocuk buna yüz vermiyor. kız belki bana anlatacak, böyle böyle diyecek ama yapmıyor. yapsa ne kötü olurdu. hoşlandığın kızın, bir başkasından karşılık görememesi karşılığında duyduğu acıyı hafifletmeye çalışmak... o yaşta bunu ayrımsamak zor. ama yine de koyardı bana diye düşünüyorum.
yürüyoruz. 20 dk.lık mutluluk. söyleyemiyorum. annelerimiz arkadaş... sınıf başkanıyım. hoşlandığı çocuk konuşuyor. kalıbına güveniyor. öğretmene söyledim. öğretmen buna iki tokat çaktı. çıkışta görüşürüz, dedi bu. korktum. ama sevdiğimi kazanabilme şansı cesaret verdi bana. vahşi yaşamla tanışıyordum. çıkışta onunla beraber çıkıyorduk. beraber gidiyorduk. 20 dk.lık mutluluk... korkuyordum. çocuk yanıma geldi. hazırlıklıydım. ilk yumruğu savuşturdum. tekme attım. vurdum. ikinci yumruk yüzümde patladı. ağzımdan kan geldi. korktu çocuk. tekme attı sonra. yere düştüm. dizlerim üzerine çöktüm. zaman durdu. o zamanlar annem evi süpürürken güneşte havalanan toz zerrelerini izlerdim. toz zerrelerini gördüm. tüm gücümü topladım. son vuruşumu yapmak için ayağa kalktım. karnımda patlayan bir dizle yine yere çöktüm. kız oradaydı. izliyordu. ben dayak yiyordum. çocuk dövüyordu. kız bana acıyor mu, yoksa hoşlandığı çocuğa daha bi hayranlık mı duyuyordu bilmiyorum. her ikisi de acı verirdi zaten.
geçenlerde gördüm onu. ucuz orospular gibi sakız çiğniyordu. siyah bir ruj sürmüştü. zor tanıdım. tanımamazlıktan geldim. yanında iki kız arkadaşı vardı. uğrunda dayak yediğim kız değildi kesinlikle. onun o kız olduğu zamanları yakalasaydım keşke. ama korkuyordum. 20 dk.lık mutluluk. söyleyemedim. utandım. annelerimiz arkadaştı. koktum. annem beni terlikle döverdi. ama bu o çocuğun dayağından daha az canımı yakardı sanırım. 20 dk.lık mutluluk. güzeldi.

3 Ekim 2012 Çarşamba

yazıhane

naber kankaaa? obaa iyidir lan! ehehehe, senden naber? iyi ya nolsun. olm nasıl yaa? çok değişmişsin lan! sen hala aynısın ama. eskiden de böyle maldın, şimdi de malsın. ahahahaha, olm çok iyi oldu lan. buralarda mısın? buralardayım, buralardayım. napıyosun, nasıl gidiyo? iyi ya çalışıyoruz işte. haa, ben de iş koşturuyorum ya. nerde çalışıyosun? kankan akıyo olm. hayrola lan? özel bi şirkette muhasebe sorumlusuyum. vaay, iyi bakalım var mı ofisin falan? olmaz mı olm, gel bigün beklerim. tamam tamam, gelirim bi çayını içmeye. eyvallah kankiiğ! seni gördüğüme sevindim. ben de. hadi görüşürüz. görüşürüüüz. allamanet.
yaklaşık bir hafta sonra özel bi şirkette muhasebe sorumlusu olan arkadaşımın ofisine gitmeye karar verdim. canım sıkılıyordu ve ordan burdan konuşacak bir adam arıyordum. hem davet icabet etmiş, hem de belki eskilerden haber almış olacaktım.
alo? alo? ha kanka benim, geliyorum çayını içmeye. nerde senin bu ofis? ııı, kanka bak şimdi. 2. sanayiye giriyosun ana kapıdan, 3. aradan sola dönüyosun, bi 100 m. yürüyceksin, ordan çine'li ercan abi'yi arıyorum de, gösterirler sana. tamam kanka, yarım saate ordayım. tamam görüşürüz kenks.
kenks mi?! telefonu kapattıktan sonra saça başa bile bakmadan yola çıktım. sonuçta gittiğim kişi de bi saptı ve üstelik sanayiye gidiyordum. yarım saat içinde söz verdiğim gibi 'ofis'teydim. demirci atölyesiydi. aşağıda üstü başı yağ olmuş bir sürü eleman çalışıyordu. ufak bir masanın etrafına 3 masa atmış ve patron olduğu çok belli olan 50'lerinde bi adam, önündeki siyah kaplı ajandayı karıştırıyordu. sanayide ve öğrenicini elinde hiçbir ajanda amacına uygun kullanılmaz. ya ders notu vardır o ajandada yada alacak verecek listesi. yine farklı değildi. usul usul adama yaklaştım. selamaleyküm abi. ercan abi siz misiniz? omzunun üzerinden bana baktı. aleykümselam evladım, buyur benim, dedi. abi, dedim, ben bi arkadaşı arıyorum. sizin muhasebe işleriyle ilgileniyomuş, dedim. haa, ilgileniyo ilgileniyo, dedi kinayeli bi şekilde. hayrola abi, biraz dertli gibisin, dedim. önce, yok bişi, dedi. bir kaç saniye sonra ayağa kalktı, arasına kalem koyduğu ajandasını kapattı ve yanıma yaklaştı. yauv, aramızda kalsın da, babası ille rica etti kıramadık amınakoyim. yoksa bu işlerin adamı değil, ha okumuş etmiş bak. başka bi yerde çalışması lazım. ama napalım. biz de elinden tutuyoruz mecburen, dedi. anladım abi, dedim. kendisi burda mı? haa haa, yukarda; şurdan çıkıyosun, dedi sol tarafından hafif kesilmiş parmağını merdivenlere doğru uzatmış, gösterirken. eyvallah abi, kolay gelsin, dedim. 2'şer 2'şer merdivenleri tırmanmaya başladım. aşağıdaki makinaların ve yandaki dükkanların sesi cidden dayanılmazdı. babam mobilyacı bu yüzden sanayide çok bulundum ve babama da yardımcı olmak adına çalıştım da. ancak bir süre sonra gerçekten oraya ait olmak için, oraya alışmak gerekiyor.
yukarı çıktığımda önünde bir iki kağıda bi şeyler karalarken buldum bizimkini. selam kanka, naber, dedim. ooo, hoşgeldin hoşgeldin. otur. naptın, kolay buldun mu? buldum la buldum. çocuk muyuz amınakoyim, dedim. şöyle bi süzüştük karşılıklı. neyime baktı bilmiyorum ama ben onun burnunun ucunda çıkmış, ancak cadılarda bulunabilecek kadar büyük sivilceye bakıyodum. ne içeriz? çay alayım ben. tamam. ben söyleyip geleyim. masadan kalktı, merdivenlere yöneldi. aşağıdan bi çırak buldu. mustafa! bize iki çay söylesene, dedi. şöyle bi 'ofis'i inceledim. masanın üzerinde cam vardı. altında çeşitli kartvizitler, evraklar, takvim, hatta bir düğün davetiyesi. duvarda posta gazetesinin bir zamanlar verdiği fenerbahçe posteri. duvarda vergi levhaları, ustalık belgeleri, yaprak takvim, döşemesi yırtılmış 2 koltuk ve ustanın fazla demirden ürettiği belli olan bi demir sandalye ve üzerine konmuş bir başka demir kalıp. masanın üzerinde zımba makinası, zımba teli, açılmış ve yarısı kullanılmış bi küp şeker kutusu, defterler, evraklar ve bir bardak içerisine toplanmış çeşitli renkte kalemler... tipik bir sanayi yazıhanesi. şu üst kattakilerden üstelik. bir süre muhabbet ettik ordan burdan. çaylar da geldi. vakit öğleye geliyordu. kanka, dedim. ne kadar alıyosun burdan? asgari ücret yaa, ama sigorta + yemek falan var. yemek veriyo mu? tabi olm, birazdan yeriz zaten. iyi bakalım. ilkokuldan arkadaşımdı karşımda oturan. ilkokuldaki kavgalarımızdan, 7. sınıf ortalarında sınıfta 31 çekişlerimizden falan bahsettik. sikimizi gören kızlardan da bikaç kelam etmeyi ihmal etmedik. hepsine şimdi evlenmiştir, orospu olmuştur, zaten meyilliydi falan gibi yakıştırmalar yaptık öküz erkek modeli olarak. ve evet. sonradan öğrendiğime göre birisi gerçekten de orospu olmuştu. meyilliydi de üstelik. üniversitede veriyormuş. arkadaşım kendisinin de sevdiği kızla kendi arasında sözlendiğini söyledi ve patron görüp, babasına fişeklemesin diye cebinde taşıdığı gümüş yüzüğü gösterdi. hayırlı olsun kenks, dedim. amınakoyim, dilime doladı şu sikik lafı, diye geçirdim içimden.
sonrasında patron yukarı bağırdı. lan oğlum! gelin aşaaya yemek yiycez hadi! bir iki misafiri de gelmişti patronun. o küçük masanın etrafında toplanmışlardı 3 kişi. elemanlar kıyıda köşede, makinaların üstlerinde falan yiyeceklerdi. ne yiyeceğiz, diye merak ettim. uzaktan gömlekli bi dayı yaklaştı. 40'larındaydı. elinde bi tepsi vardı. tepside kuru pilav ve turşu bulunuyordu. yanında da birer tas mercimek çorbası. tepsiyi o küçük masaya bıraktı. afiyet olsun ercan usta, dedi ve gitti. bi an herkes kuru-pilav yiyecek sandım. elemanların bazısı yanlarında getirdikleri sefer taslarını açmıştı. gazeteler serildi ve üzerine oturup yemeye başladılar. çaktırmadan bizimkine baktım. patronun yanına gitti. bi şeyler sordu. patronun hafif kaşları çatıldı. sonra o da bi şeyler söyledi ve bizimki geri döndü. bekle kanka, dedi. geliyorum. 10 dakika sonra elinde 2 tost - 2 ayranla geri döndü. sucuklu kaşarlı kanka, dedi. ahmet abi çok güzel yapar. şimdi lokantaya gitsen bu tattan mahrum kalırsın. patron size de söyliyim, dedi. ama ben sana ahmet usta'nın tostunu yedirmek istedim. misafirin gelmiş, ayıp olur falan diye kızdı da. ondan biraz şey oldu, dedi arkadaşım. bişi demedim. saol kanka, dedim. tostları yedik. kanka ben artık kaçayım, dedim. oturuyoduk lan. yok olm manyak mısın? işin var gücün var amınakoyim. engel olmiyim ben. tamam? hadi görüşürüz. kolay gelsin sana. uğrarım gene daha sonra. e, iyi madem kanka. seviyorum seni. araşırız. tamam. tamam. hadi eyvallah. eyvallah kenks!
dükkandan ayrılırken kolay gelsin demek için ercan abi'nin yanına doğru usul usul sokuldum. hararetli hararetli karşısındaki adama bi şeyler anlatıyordu. diğeri kendini yemeğe vermişti. biraz yaklaşınca duymaya başladım. hayır, istekleri de bitmiyor ki amınagoyum. arkadaşı gelmiş de, lokantaya götürecekmiş de, bilmem ne. ulan elemana verecek parayı zor buluyoruz ibrahim. bi yemek kaç para amuğagoyum! bunu söylerken ağzına büyük bir parça ekmek attı. yaklaştım ve duymamış gibi yaparak; kolay gelsin ercan abi, ben gidiyorum, dedim. saol evladım, güle güle, dedi.
dükkandan ayrılırken arkadaşımın verdiği tanımı düşündüm. ''özel bir şirkette muhasebe sorumlusu'' + ''yemek'' + ''sigorta''
özel bir şirkette muhasebe sorumlusu = 3.000 TL + lokantada yemek + sigorta
demirci ercan abi'nin yazıhanesinde alacak verecek düzenlemek = 750 TL + tost + sigorta
çalışmanın, üretmenin ayıbı günahı yok. ancak arkadaşımın neyin ezikliğini yaşadığını merak etmiştim. aslında ercan abi'nin çocuğa bi şans vermek yerine, haksızlık ettiğini de düşünmüştüm. ama okumuş biri olan arkadaşımın da işini sevmediğini; belki ercan abi'nin onu küçümsemesinden önce, o'nun ercan abi'yi küçümsemiş olabileceğini düşündüm.
her nasılsa hayat devam ediyordu. yılların demirci ercan'ı kaç damla ter akıtmıştı o atölyede kim bilir. her ne kadar okumuş da olsa dünkü bokun gelip, kendini küçümsemesine izin vermezdi. daha yolun başındaki arkadaşımın ''sanayide çalışmak için okumadım'' havaları ona sökmezdi. o ercan abi'ydi. yılların demirci ercan'ı. o yazıhane, o ekmek teknesi, o tek göz yer onun sarayıydı. ah bir de okumuş olsaydı...

28 Eylül 2012 Cuma

neşet ertaş

''ne yemek, ne içmek, ne tadım kaldı.
garip bülbül gibi feryadım kaldı.
alamadım eyvah, muradım kaldı.
ben gidip, ellere kalan dünya.


ah yalan dünya, yalan dünya;
yalandan yüzüme gülen dünya.''


ben beceremem neşet babam. çok sözün azı, az sözün özü diyorsun ya; yapamam ben. ne yalan söyliyim. olmaz. hele ki verdin ya acı haberi, verdin ya sonsuz hasretin rüzgarını gönlümüze, hiç olmaz. hangi sözcük anlatsın seni? hangi lisanda var karşılığın? sen ki pir sultan'dan bize miras, aşık veysel'den, muharrem ertaş'tan bize kalansın. nasıl yazsın seni bu küçük adam? nasıl anlatsın okul görmeden, nice okumuşa nice şeyler öğütleyen insanlık derslerini?
yalan dünya, diyordu neşet usta. her zamankinden farksız bir sabahtı oysa ki. neşet ertaş'ın ''yorulup gitti''ğini duyana kadar... grup destan'ın obur dünya şarkısını bilenler sözlerini hatırlayacaklardır; aklıma gelmeden duramadı o şarkı. onu da mı yedin lan dünya, diye soramadan edemedim. elim, ayağım titredi. ağlacak oldum. o gönül adamı ağlarken sözcüklerle, gözyaşımdan mı utandım nedir, sustum. yüzyüze gelmedim hiç. babamdan dedemden aşık veyselli yılları duymuştum ya, o hasretti belki onu bana yakın kılan. ozanlı bir devirde yaşama şansına erişmiştik. babam gibi, dedem gibi... ''çok sözü az, az sözü öz'' eyliyordu neşet usta. sözleri öyle derindi ki, insanı ta gönlünden tutuyordu. babası muharrem ertaş'ın heykeli dikilirken eşek üstüne yapmak istemişler. neşet usta; olmaz, demiş. zaten ömrü boyunca eşek üstündeydi. eşek de bir can taşıyor. bu kadar zulmetmeyelim. bugün muharrem ertaş heykelini görenler; muharrem ertaş önde otururken, eşeğin de arkasında ayakta durduğunu görürler. bir hayvana bile bu kadar saygılı iken, ayrımcılık olmasın diye devlet sanatçısı ödülünü reddeden, ben halkın sanatçısıyım, diyen, zamanında ülkesinde hor görülmüş, tezek kokuyor denilmiş, düğün şarkıcısı denilmiş bir adam o. ama yüreği büyük, yüreği geniş, yüreği belki mevlana'yla yarışır. pir sultan abdal gelse can dostu ilan eder neşet ustayı.
şimdi özlememek mümkün mü? kim daha büyük bir aşk yaşayabilecek; ''evvelim sen oldun, ahirim sensin'' den öte? kim hasretini anlatabilecek; ''gönül dağı''ndan öte? kim hadi kalkıp oynayalım dedirtecek ''kesik çayır''dan başka? kim olacak, dertli anların dert ortağı? bir kadeh kaldırışında sanki karşında oturan, yanık sesiyle sevda yanığı türküler okuyan adam nerede şimdi? son ozan'ın arkasından ağlamamak mümkün mü? piyasa bu kadar saçmalıkla dolarken, böyle bir adamı özlememek mümkün mü?
kalk gel be neşet abi, demenin faydası olsa keşke. o sazından çıkan tınılardan, o yüreğinden dökülen sözlerden daha ne çok şey öğrenecektik...
yoruldun, gittin be neşet ustam. babam gibi sevdim seni görmeden. küçük yüreğime sığdırdım seni. şimdi gözyaşımdan taşıyorsun. hoşçakal neşet ustam. son ozanı yakalayan son nesilden binlerce selam sana.
kalbimizde, derdimizde, dermanımızda, hüznümüzde, neşemizde, dert ortağı bir ufak şişemizde, beni anlayan tek şey o dediğin sigaramızda, aklımızda, anılarımızda, kulağımızda, her şeyimizde hep var olacaksın. çocuğuma nasıl anlatmayayım seni? nasıl bilmesin senin gibi birini?
söz veriyorum neşet usta. gittiğim her yerde senden açılacak sözüm, seninle kapanacak gözüm...
uğurlar olsun. mekanın cennet, toprağın bol olsun...
özlüyoruz, özleyeceğiz. ama asla unutmayacağız seni, bozkırın tezenesi'ni...

17 Eylül 2012 Pazartesi

götüm terledi

en ergen zamanlarımızdı. sivilce üstüne sivilce patlatıyor, 31 üstüne 31 çekiyorduk. istiklâl marş'larında, sabahları, okul çıkışlarında, kantinde kızların götüne değdirdiğimiz, eteklerinin altlarına bakmak için çırpındığımız, çeşitli cinsel yakınlaşmaları keşfetmeye başladığımız zamanlardı. okul binası E tipiydi. bahçesinde 2 basketbol sahası, 2 voleybol sahası ve bir de toprak futbol sahası bulunuyordu. geniş bir de ön bahçesi, ön bahçede de büyük bir salonu ve sahnesi olan etkinlik binası ve önünde de genişçe bir kantini vardı. o zamanlardan yıllar sonra hala o binaya bakarak, o koridorlarda dolaşarak o gülüşmeleri, ayak seslerini, tartışmaları, öğretmen azarlarını, o ''öğretmen''den ''hoca''ya geçişin garip hikayesini dinlemek mümkün. yine öyle bir günde bir arkadaşımla okulu ziyarete gittik...
ne güzel günlerdi dimi lan? valla güzeldi amınakoyim. olm şeyi hatırlıyo musun sen, neydi lan adı o çocuğun? hani dondurmasının içine sinek koymuştuk, ısırarak yiyo diye. kusmuştu. ahahaha! hatırlamam mı lan! beraber yaptık ya amınakoyim. ehehehe! bi de şey vardı meme uçlarını sıkıyoduk milletin. (kızların arasında da yayılır, iki meme elleriz diye icat ettiğimiz şaka elbette ki geri tepti. bir süre sonra erkekler göğüslerde kızlarla kapışacak, sütyen takacak hale gelmişti.) ahahaha aynen. olm şaka maka güzeldi be. ha? dimi? gülümser teyze noldu lan? hala açık mı acaba cafesi? bilmem, hiç haberim yok. gülümser teyze demişken, bedavaya yediğimiz tostları hatırlıyo musun? bunu söylerken yüzüne piç bi gülümseme oturmuştu. ben de aynı şekilde gülmeye başladım. işleyen ve hala işleme kapasitesi olan plân şuydu:
öğle arasının ilk anlarını bekliyorduk. kantinin en kalabalık olacak zamanını. herkes tost, patso, simit, vs. peşinde. bir yığılma oluyordu haliyle. biz de hoşlandığımız kızların arkasına geçer, değdirebildiğimiz kadar değdirirdik fırsattan istifade. o arada da kantinci gülümser teyze'ye seslenirdik: gülümser teyze nerde kaldı bizim tostlar yaa? açlıktan ölücez burda. (aynı anda kıza değdirerek, arkasını dönüp) olm itmesene! gülümser teyze'nin başı kalabalık, kafası karışık, para hesabı zor. beyni sulanmış. öyle böyle değil gülümser teyze. biz de bundan yararlanıyorduk. gülümser teyze o ara çıkarıp 2 tost veriyordu. tostla yetinmeyecek kadar da piçtik. e gülümser teyze, 2 tost 10 TL mi oldu? para üstü? ne verdin çocum sen? 10 TL verdim teyze. eyi, al bakalım. 7 TL de vermediğimiz paranın üstünü alarak, hem bedavaya 2 tost, hem de 7 TL kazanıyorduk. kârlı bir ticaretti.
gülümser teyze'ye o kadar zarara uğrattık ama kadın gene de yılmadı. okuldan kazandığı paranın üstüne biraz daha birikmişinden koyup bi cafe açtı. hala okul kantinine devam ediyo mu bilmiyorum. ama cafesi hala var. ha, gidiyo muyuz? hayır.
okulun pas tutmuş, kırmızı banklarından kalkarken koca binaya baktım. kaç hayatın buradan akıp geçeceğini, kaç liselinin daha hocanın götüne bakıp, tuvalette 31 çekeceğini, kaç erkeğin daha en arka sırada çavuşu tokatlayacağını ve silgisini düşüren kızların gözlerinin büyüyeceğini, kaç öğrencinin daha pantolonun cebini delip, sikin başını ordan çıkarıp, ıslak ellerle kızlara giderek ceplerinden mendil çıkartmaları için ısrar edeceğini ve kaç hocanın da öğrenciler yüzünden delireceğini, kaç kopyanın daha sıralara yazılacağını, kaç aşkın daha defterlere çizileceğini merak ediyordum.
ben bu düşünceler içindeyken; arkadaşım mırıldandı: ''olm, götüm terlemiş lan.''
önce dikkatimi çekmeyen bu söz, birkaç dakika sonra anın duygusallığının da verdiği etkiyle oldukça sağlam bir söz gibi göründü bana. aslında sadece liseyi değil, tüm bir hayatı anlatıyordu bu söz. ölmeden önce son söyleyeceğim söz bu olur bence. götüm terledi. hayatta koşuştururken hangimizin götü terlemiyor ki?

kaç şeker?

saat öğlen 3'ü biraz geçiyordu. pc başında geçirdiğim süre 4 saati geçmişti. oynadığım oyunları tekrar oynamaktan, oyun piyasasının kısırlığından, can sıkıcı tekrarlardan cinnet geçirecek kadar sıkılmıştım. morpheus'u aradım. sürekli güneş gözlüğü taktığı ve iri yarı olduğu için ona bu ismi takmıştık. selam moruk, naber? iyidir kenks, senden naber? hangi dağda kurt öldü lan; aramazdın? canım sıkıldı yaa. dedim, sıcak bi bardak çayın vardır heralde? ha? var var, gel hadi bekliyorum. yola çıktım bile, görüşürüz. görüşürüz. dıt dıt dıt dıııt. canım oraya gitmek istiyor muydu bilmiyorum. morpheus ilkokuldan arkadaşım. aydın'da bi yerel gazetenin matbaasında çalışıyor. yanına gitmem çok uzun sürmedi. tam matbaaya girmek üzereydim ki; hüyooop, lan, nerelerdesin olm sen? ehehehe! oha tesadüfe bak yaa! şaşkınlığımı gizleme gereği duymadım. okul yıllarındaki en azılı düşmanlarımdan hüseyin'di bağıran. iyidir hacı, buralardayız, dedim. sen neler yapıyosun? koşuşturuyoruz yav, ehehe kaç yıl oldu lan? ne günlerdi amınakoyim! yaa, güzel günlerdi hüso, dedim içinden siktir lan amcık hoşafı diyerek.
şimdi buraları biraz sepyalaştıralım ve mavi önlüklü ilkokul yıllarına dönelim. ezeli düşmanlığımız ilkokul 2. sınıfa kadar dayanıyordu. ilkokul 2. sınıfta zamanın meşhur oyunlarından simit'i oynuyoruz. biz 2/a iken hüseyin 2/b'deydi. kendi aramızda oynarken, kaynaşma bahanesiyle adam dövmenin en zevkli hali olan bu oyuna 2/b'ler de dahil olmak istedi. biz de kendimize güvenip kabul ettik. onlardan biri ebe olduğunda bizim peşimizde, bizden biri ebe olduğunda onların peşinde koşuyordu. bu şekil bir iki tenefüs devam etti oyun. taki bizden birisinin yediği yumrukla burnu kanayana kadar. kanı görür görmez morpheus, b'lerden birine çullanmıştı bile. arkasından biz de girdik kavgaya. okul bahçesinin ortasında, 2 sınıf birden birbirimize girdik. herkes çember yapmış bizi izliyordu. bir iki dakika içinde baya bi kişinin ağzı burnu dağıldıktan sonra nöbetçi öğretmenler azarlayarak kavgayı dağıttı. tabi ki bu işin bir de çıkışı vardı. okuma yazmayı 4 yaşında annemden öğrendiğim için okulun en başarılı öğrencilerinden biriydim. sınıfta sayılıp seviliyordum. okul çıkışı hüseyin gelip bana sataştı. birbirimizi ittik falan. bizimkiler arkamda tek bir hareketimi bekliyor. hüseyin, adam gibi dur, dememe aldırmadı. kalçama doğru bi tekme attı. aynı anda ben de suratına yumruğu yerleştirdim. arkasından bizimkilerle b'ler arasındaki yarım kalmış hesap, tekrar görülmeye başlandı. sayıca azlardı. ama tek başıma dövemezdim. çokluğu fırsat bilen bi iki arkadaşım ve morpheus benimle beraber hüseyini dövmeye başladık. çocuğun dudağı patladı. başını kaldırıma vurdu. mavi önlükler kızıl kana boyandı. o yaşta o nefrete nasıl sahiptik bilmiyorum. ama amerikan deyişi gibi "what's done, it's done". yoldan geçen bi iki amca bizi ayırdı ve bi adam hüseyini ve iki arkadaşını alıp acile götürdü. bu havamıza hava katacak bi hareketti. çocuğu hastanelik etmiştik. ertesi gün dudağı ve başı sargılı halde gelen hüseyin'in yüzünde de çeşitli morluklar vardı. annesine merdivenlerden düştüğünü söylemiş. annesi de gelmiş okula. müdürle konuşuyor. ilk derse girmeden, andımızdan sonra müdür bizi ve b şubesini dağıtmadı. bekletti. hüseyin yanındaydı. bunu kim yaptı, dedi hüseyin'e. hüseyin konuşmadı. müdür sesini yükselterek bir daha sordu: bunu kim yaptı? hüseyin ağlamaya başladı. bilmiyorum öğretmenim, kavgada oldu, dedi. nöbetçi öğretmen bir gün önceki durumu çıkıştaki kavgadan habersiz, müdüre anlattı. müdür, hepimizin iyi çocuklar olduğunu, neden böyle yaptığımızı anlamadığını, kardeş kardeş oynamamız gerektiğinden söz edip, hüseyin'in annesine bunun tekrar yaşanmaması için dikkat edeceğini bildirdikten sonra bizi sınıflara yolladı. daha sonra bu konu veli toplantılarına da taşındı. o zamana kadar tek derdi; ne zaman top oynucaz lan? olan bizler için çok ciddi bir konuydu bu. sanki gizli bir operasyonda bulunmuş ve açığa çıkmıştık. şimdi de insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında yargılanıyoduk. zamanla konu kapandı. hüseyin kim vurduya gitti. ertesi yıl, hüseyin bizim sınıftaydı. ve sürekli beni ispiyonlama peşindeydi. kafamı arkaya çevirsem, öğretmenim konuşuyo, dışarı baksam, öğretmenim sizi dinlemiyo, vs... "e be amınakodumun iti, sen öğretmeni dinliyceene niye beni dikizliyosun peki? yarak anteni! ben gene tüm karneyi 5 getiriyorum, senin beden eğitimin bile 3 amınakoyim!" demek hiç aklıma gelmedi o yıllarda. ama şimdi olsa gözünün yaşına bakmam. bu okul bitene kadar sürdü. şimdi zamanı tekrar bugüne alalım. renkli ekrandan devam. ne işin var olm senin burda? bizim morpheus'u görmeye geldim, sen? ben de burda çalışıyorum. basılan bi iki defter vardı, onları teslim etmeye gittim. aklımda türlü şeyler dolanıyordu. ulan zamanında benden çok morpheus benzetmiştir bunu. ama o morpheus'un yanında çalışıyor. vay amınakoyim, dedim içimden. içeri girdim. selam morfi, nasılsın? dedim. çay hazır değil galiba? gülümseyerek sarıldım. morfi, sarılırken kulağıma; çay var da içicek ortam yok, şu salağı bi yere daha yolliyim, dur, diye fısıldadı. gülümseyerek, birazdan demlerim, ee ne var ne yok? dedi. cevap beklemeden; hüseyin, şu defterleri de vericektim sana yaa, hadi bi koşu eski sanayiye ali abi'ne bırakıp geliver şunları? ha? hüseyin isteksiz cevap verdi: olm kaç yıl oldu lan görüşmeyeli, bırak iki muhabbet edelim. olm, o daha burda, bak adamlara söz verdiydik bugün için. mahçup olmayalım, hadi kardeşim benim. iyi hadi iyi, nerdeydi onun dükkanı? eski sanayide sanayi lokantasının arkası, demirci ali abi desen, gösterirler. hüseyin bana dönüp; kaybolma bak bi yere, geliyorum, dedi. buralardayım, merak etme, dedim. hüseyin çıkarken morpheus; şşt şşt bak, diyerek; baş parmağını, işaret ve orta parmağın arasına sokmuş halde yumruk yaptığı sağ elini gösterdi. demirci ali abi, yeni sanayide, ben bu salağı eski sanayiye yolladım. eski sanayide 2, yeni sanayide de 3 tane sanayi lokantası var. arasın dursun pezevenk. en az 2 saat kafa raat amınakoyim, dedi. gülerek; hiç değişmiceksin dimi lan morfi? dedim. şartlar beni değiştiremez, ben şartları değiştiririm, dedi ve mutfağa gitti. iki ince belli bardakta dumanı tüten çayları getirdiğinde göz kırpıp, gülümsedi; yeni demledim, kaç şeker?

14 Eylül 2012 Cuma

saliha teyze


kartopu oynarız olm! on numara olucak! siktir lan, günlük güneşlik havada ne kartopu amınakoyim! lan mal, çıkınca görürsün! görücez, kar olmazsa, ordan bulduğum ilk dalı sokucam götüne! kar olursa da ben de o dalı kara bulayıp, sokucam sana, soğuk soğuk!
muhabbetinize sıçıcam beyler! acele edin lan!
puyol kar yok diye diretirken, mamut (mahmut değil mamut; ayıdan daha iri bi arkadaş) ille var, kartopu oynarız, diyordu. bir arabaya doluşup paşa yaylasına çıkmaya karar vermiştik. paşa yaylası, aydın'da yılmazköy'ün yukarısında, şehirden 18 km. uzaklıkta bi yayla. deresi derin, suyu serin bi yer. hani karpuz falan koysan (patlamayanından) suya, bi süre sonra yarılır ortadan. o derece soğuk suyu. biz 3 kafadar cepte metelik yok iken karar verdik yaylaya çıkmaya. on numara olucak falan derken gaza getirdik birbirimizi. puyol'la mamut'un boktan tartışmalarının ardından nihayet yola çıktık. yavaşla lan, yavaşla, diye haykırdı puyol birden. noldu lan? bişi yok olm, dekolteli bi hatun geçti az önce amınakoyim. memeler fora. off of! aklı yedim ben beyler. bu herif çıldırttı beni! mamut arabayı kullanıyordu. puyol birden haykırınca frene asıldı. arkadaki araçlar da kornaya. gene bi tartışma yaklaşıyordu. mamut söylenmeye devam etti bağırarak. abaza herif abi, abaza amınakoyim! daha ne olsun ki? ne bekliyosun yani! siktir lan dallama, sen de göte memeye bakıp 31 çekmiyo musun? ibne misin lan sen? uzamasın diye araya girmek gereği hissettim. olm, o değil de yukarıya çıkarken acıkırız lan. marketten falan bi şeyler mi alsak? kafanı uzat, dedi puyol. noldu lan, dedim. alnından öpücem, dedi. çok mantıklı konuştun be olm. karnımda mozart çalıyor amınakoyim. saygı duyun beyler. sonunda yılmazköy'e ulaştık. köy bakkalına girdik. adam bizi şehirli görünce giydirmeye kalktı. çubuk krakere 1.25 TL fiyat çekiyor lan. kodumun herifi, diye geçirdim içimden. kazıklıycak yer arıyor. köylü falan deyip geçmiycen olm, asıl uyanıklar orda amk. içeri bi teyze girdi. saçları ağarmaya yüz tutmuş, kara gözlü, esmer tenli, 70lerini yaşadığı belli bi teyze. ekmek aldı bakkaldan. döndü bize, siz buradan değilsiniz evladım, yaylaya mı çıkıyosunuz, dedi. evet, teyze, bişiler alalım dedik ama bakkal ateş pahasıymış, dedim. amacım bi yandan da bakkala laf sokmaktı. açsınız yavrum, belli. böyle abur cuburla karın doymaz. gelin benimle, dedi teyze. birbirimize baktık. puyol'la göz göze geldik. tamam anlamında gözlerini kapadı puyol. takıldık teyzenin peşinde. köyün üst taraflarında bi evi varmış. arabayla oraya kadar çıkardık. benim de oğlan var 2 tane sizin gibi. biri öğretmen olacak inşallah, birisi işletmeci. kızım da var, ben de onun yanına gelmiştim. everdik kızı, çok oldu. teyze hikayesinden kesitler sunarken, amca ne iş yapıyo teyze, dedim. elbette ki mesleği beni ilgilendirmiyordu, yaşayıp yaşamadığını merak etmiştim. amcan zeytincilik yapardı oğlum, öte yana gitti. çok oldu. traktör ezdi, dedi. başın sağolsun teyzem, derken o kadın annem gibiydi sanki. böyle bi şevkat, bi sevgi, bi sevecenlik, bi sıcaklık... evine vardığımızda "oturun yavrum" deyip bahçedeki çardağı gösterdi. asmalardan yaptığı çatısından güneş girmiyordu. gittik, saman minderlerin, saman yastıkların üstüne oturduk. 10 dakika sonra teyze içerden çıkageldi. Elinde bi tepsi, üzerinde 2 ekmek ve bir tava. teyzem, açız diye 4 yumurtayı kırmış, üzerine de egelilerin kesik dediği diğer yerlerde ekşimik olarak bilinen peynirden serpmiş, kırmızı biber de dökmüş biraz. sarı, beyaz, kırmızı. yanına da yeşil soğan koymuş biraz. ayran da dövmüştüm, ondan da getiricem, siz yeyin yavrularım, dedi teyze bize. donakaldım. ulan, dedim içimden, hiç tanımadığımız bi kadın, bizim gibi 3 hıyarı alıp, karnımızı doyurucak ve bu kadar güvenecek? gidip, altınını parasını çalsak çalarız. buz gibi ayranları da getirdi teyzem. hani o an lüks bi restorandan en iyi pişmiş etler, kuzu dolmalar, rostolar falan gelse o kadar lezzetli olamaz. buz gibi gelir, o gelenler. bi de sofraya bakkaldan aldığı o 2 ekmeği koymuş. taze taze. teyze, dedim. bu böyle olmaz. varsa yapılacak işin yapalım, eksiğin varsa alalım. allah razı olsun, karnımızı doyurdun da bizim de sana bi faydamız olsun, mahçup olmayalım? teyzem gönülsüz, teyzem can, teyzem canan. yok yavrum ne ihtiyacım olacak bu yaşta, bi allah razı olsun demeniz yeter. size duamı eksik etmem, dedi teyze. yedik, içtik, bütün bir ana sıcaklığını tattık. teyzeden ayrıldık. ismini sordum, saliha'ymış. bakkala geri döndük 3 ekmek aldık. bi de bisküvi. yoldan çevirdiğim bi çocuğa, bu bisküviyi ister misin? dedim. evet, dedi, neşeyle çocuk. senden bişi istiycem ama yaparsan veririm, dedim. tamam. bak şimdi, bu ekmekleri alıp, saliha teyze'ye götüreceksin. yukarıda evi, biliyo musun evini. hıhı biliyom. tamam o halde, al bakalım. bisküviyi çocuğa uzattıktan sonra içimden, bir gün saliha teyze gibi birilerinin karnını doyurabilecek olgunluğa erişmeyi diledim. yayla bizi bekliyordu. egzoz dumanının arasından bi elinde ekmek poşeti, diğer elinde bisküvi yokuşu gayretle tırmanan çocuğu izledim. hakkını helâl et saliha teyzem, hakkını helâl et.

7 Eylül 2012 Cuma

göt cebindeki çikolatalı gofret


05.09.2012 - 16:30 civarı.
kafamı cama yaslayıp, takır tukur titremesini cok seviyorum. uyumak mümkün değil. morarmaya yüz tutmuş şakak da cabası. ama zevkli amınakoyim. sırf bu yüzden cam kenarı alırım hep biletleri. ama bugün cam kenarı messi'nin. kardeşim o benim. olacak o kadar amınakoyim. bilecik'i bilenler özbilecik "firmamsısı"nı da bilirler. bursa'ya gidiyorum. otobüs hazır bekliyor. otobüslerde de bu eskiden kullanılan, bi en başta, bi orta kapının orada olan 35 ekran televizyonlardan var. ama hiç açılmıyor. bi show tv doktorlar olsa onu bile izliycem amınakoyim ama yok. bazı otobüslerinde çağ öncesinden kalma küllükler var. o zamanlara yetiştim, yetişmesine de hiç hatırlamıyorum. sanki hep sigara yasağı vardı. sanki istanbul'dan antep'e giden yolcular hiç sigara içmiyordu otobüste, sanki o samsun'lar, maltepe'ler, uzun 2001'ler hiç içilmedi. öyle bi hüzün var, koltuk arkası küllüklerde. yanimda messi var. evet, kadronun en teknik adamı. messi. beraber bursa'ya gidiyoruz. otogara inip, bi sucuk ekmek yedikten, bavulları hazırladık. sonra tekrar otogara inip, birer de sigara yakarak otobüsün hareket saatini bekledik. otogar ana baba günü. bağırış çağırış. bi çılgınlık, bi mücadele, bi müşteri kapma, bi prim sevdası. sistem de zorlamıyor değil. ben de, yazın getirdiği rahatlıkla mini, askılı falan giymiş  bi iki kızı kesiyorum. memeler fora zaten. az buçuk da güzel göt olunca, değmeyin keyfime. kızın biri farketti kestiğimi. içinden "uff slak .s.s" falan diyor, gözlerinden de hissettiriyor. amınakoyim ben mi dedim mini giy, genital bölgene kadar aç bacaklarını diye. ben de, kızın götü kalkmasın diye kafamı çevirdim. mikro'ya da rastladık otogarda. mikrobiyoloji ve genetik okuyor. vedalaştım onla da. hakkını helâl et, falan dedim. ben etmedim. ahirette alıcam sevaplarını ibnelerin. hep öyle yapıyorum. sikerim lan, huri var işin ucunda. nihayetinde otobüse bindik. özbilecik otobüsleri dolmuş gibi. yani bildiğin otobüs ama dolmuş gibi davranıyor. girip çıkmadığı delik yok. her yerden yolcu alıyor. birkaç dakika sonra zaten dolu olan otobüsü ayakta yolcular işgal etti. yaşlı bi amca var. messi yanımda. kulaklığı taktık, müzik dinliyoruz. yaşlı amca gözü bana dikti. yer ver, diyor gözleri. ayakta bir de kız var ama nasıl bi kız amınakoyim. kolları çiğköfteci kolu gibi. bende o kadar kıl tüy yok. hayır, tatlı da bi kız ama o kol ne be amına tekme attığım? o kol ne? o kıl ne? bi ara bizim koltuğa tutunmak için yanıma geldi. yukarıdaki klima da açık. bi baktım kol kılları usul esen rüzgarla dalgalanıyor. vay amınakoyim, dedim içimden. allah'tan çok durmadı. hoşlanmış gibi baktım, o da arkaya doğru ilerledi. yavşıycam falan sandı heralde. dayı hala bana bakmaya devam ediyor. 70'i devirmiş tahminen, ensesi tema reklâmlarındaki kurak topraklar gibi. bölük pörçük. az bi sakalı, bolca bıyığı var. kaşlar desen artık bağımsızlıklarını kazanmış. muavin farketti durumu. şimdi yer vermek isterim, eyvallah da 15 tl vermişim amınakoyim. götümü bi yere koymam lâzım. şart! muavin ilk durakta arabadan indi, bagaj kapağını açtı ve bir tabure çıkardı. muavin götü diye bişi var amınakoyim. gözümle gördüm. hani yanından geçerken mutlaka koluna değen götten bahsediyorum. cam kenarında değilsen mutlaka değer o göt. öyle bi göt o. orospu çocuğu! dayıya uzattı tabureyi. dayı, dedi. al bunu en arkaya git, otur. dayım gariban, dayım çiftçi, dayım yaşlı, dayım yorgun ama gururlu. boyun büktü yılların memet ağa'sı. (ismini bilmiyorum ama çok memet ağa gibi duruyordu.) gitti arkaya tabureye oturdu. gel dayı, ben oraya geçerim, desem neredeyse bir km. yol var. ayakta yolcu dolu amınakoyim. iş işten geçti. muavin umursamaz, muavin piç, muavin orospunun ta kendisi, muavin ibne, koca götlü muavin! baktım bu ayakta 2 saat gitme muhabbetinden herkes memnun. bir kişi de çıkıp demiyor ki; "aga bu nedir?". koyun milletime sövdüm bir kere daha. memet ağa çok durmadı, bi köy girişinde indi. şehre inmiş belli ki. çocuklar, torunlar bekler. cebine de bir çikolatalı gofret sokuşturmuştur, diye hayal ettim. ya ceketin iç cebinde, yada pantolonun göt cebinde. küçüklüğümü hatırladım. babamın, dedemin elinde getirdikleri değil de göt cebinden çıkardıkları heyecanlandırırdı beni. tabure üstünde göt cebindeki gofreti düşündüm sonra. çikolatası kağıda sıyrılmış, ezilmiş ama yine de bir çocuğun ağzını tatlandırmaya hazır gofret. sen ne büyük nimetsin. hepimiz aynıyız aslında. ezilmiş, yorulmuş, tükenmiş ama yine de nasılsın diye sorduklarında iyiyim diyebilen, hala muhabbetinden tat alınabilen insanlarız. hepimiz memet ağanın göt cebindeki çikolatalı gofretiz aslında. farkında bile olmadan ağız tatlandıran...

27 Ağustos 2012 Pazartesi

parça tesirli

daha yeni geride bıraktığımız ramazan'daydı. evdeydim. akşama iftar için pide falan almaya çıktım. fırında bi yarım saat kadar kuyruk bekledikten sonra cayır cayır yanan pideleri aldım eve doğru yolladım. ha oruç tutuyo muyum? hayır. tutana saygım var ama 17 saat de çekilmiyor be amınakoyim. dönerken yol kenarına park etmiş bi transiti ve kasasında her biri kim kardashian götü gibi karpuzları gördüm. giderken, bi tane de karpuz alayım, akşama soğuk soğuk yeriz, diye geçirdim içimden. gittim karpuzcuya, orta yaşlarda, esmer, kır sakallı bi dayı. selami o kim dayı, dedim. (selamünaleyküm'le benzerliğini keşfettiğimden beri insanlara bu yolla selam vermek en büyük hobilerimden oldu, böyle de boş beleş bi insanım amınakoyim.) aleykümselam, dedi. dayı dedim tane mi kilo mu? valla akşam pazarı yeğen taneyle veriyorum, dedi. göte atılan şaplak gibi bi ikisini tokatladım. kim'in götüne çok benzeyen bi tanesinde karar kıldım. dayı, dedim, kaça bu? adam manasız manasız suratıma baktı. 3, dedi. birim söylemedi. hani yuro dese sıçtık amınakoyim. dayı, dedim. ben buna 3 vermem. olur bişi söyle, dedim. ya kaç vereceen? dedi dayı. olurunu söylersen anlaşırız, dayı dedim. 2.5 ver götür, dedi. baktım dayının elinde baya karpuz var. mecbur satıcak bunları diye geçiriyorum içimden. dayı, dedim. 2 veririm buna. olurdu olmazdı derken, bombayı patlattım. pazarlık sünnettir, dayı dedim. ramazan'ın da etkisiyle huşu içinde olan karpuzcu sakalını sıvazladı. eyi hadi, al götür, al götür! dedi. bi elimde bi pide, bi elimde karpuz eve gittim. karpuzu mutfağa masanın üstüne koydum. annem de dolaba sığmayacak diye sahura bırakmış kesme işini falan o gece öylece yattık.
sahura yakın bir vakitte bi gümlemeyle uyandım. baktım ev ahalisi ayakta. sahur topu patladı sandım amınakoyim. saate baktım, saat daha erken. bahçede bişi devrildi falan diye düşünüyorum. sonra odalara falan bakayım derken, annemin sesi evi inletti. mutfağa koştum. rabb'in bi mucizesine tanık oluyorduk. karpuz patlamış amınakoyim. bildiğin patlamış. mutfak dolaplarına, duvarlara falan girmiş çekirdekleri. öyle böyle değil. ambush! diye bağırıp, kendimi yere atasım geldi. suikast yapılır lan bunla. yeterince içi geçmiş bi karpuzu salonun ortasına koyucan gece, tamam amınakoyim. yerle bir. baktım patlama baya şiddetli. annem bana saydırıyor. ortalıktan çekildim. derin düşüncelere daldım. hani bugüne kadar, evrimle ilgili, biyolojiyle ilgili bildiğim ne varsa sorguluyorum. kişilik oturtuyorum karpuza. sıkıntıdan patlamak bu olsa gerek, diye düşünüyorum. etimolojiye giriyorum hafiften. acaba, diyorum. bu söz, harbi harbi başına böyle bir şey gelmiş biri tarafından mı söylendi zamanında? kafamda deli sorular. ciddi ciddi suikast yöntemi olarak kullanılır amınakoyim. hayır, dayı bi yerinden kesse, içine bomba koysa sabaha yoktuk. kodumun teröristi. karpuz terörüne tanık olduk amınakoyim. götü zor kurtardık. kim'in götü bizimkinden büyükmüş. bir kez daha anladık. götün büyük kim, saygı duyuyoruz... kızma bu kadar.

ama sonunda sırrı çözdüm. http://www.sabah.com.tr/Dunya/2011/05/17/patlayan-karpuzlarin-sirri

3 Ağustos 2012 Cuma

yüreğin ayak acısı

1 - 0
2 - 0
3 - 0
5 - 0
eee! sikerim lan böyle oyunu! noldu lan? verdiler mi koltuk altına? ahahahaha! he yarraam, he! amınakoyim zar mı geliyo da oyniyim. en işe yaramayan yerde çift gelir; geri kalanı 2 - 1. götüne girsin o 2 -1! olm napiyim lan, atıyorum geliyo. tamam lan, tamam. çay söylüyorum ben. içiyo musun? olur olur. tavlayı çok iyi bilmem, beceremem de. bi zar gelir parmakları üçgenlerin üzerine basa basa, bir iki üç dört diye sayarım. o derece bi tavla bilgim var. ama yine de vakit geçsin diye oynadık bizim deloğlan'la. keloğlan gibi, ama bu deli olanı. otogarda onu uğurlamak için bekliyorduk. az köşede oturup, çay içeriz, tavla atarız demiştik. ve ben yarraa yiyen taraftım. çayları söyledik. birer de sigara yaktık. uzaktan orta yaşı hafif geçmiş, kır sakallı, üzerinde mont olan bi amca bizi kesiyor. bi utanma sıkılma halleri içinde. önce aldırmadım. sonra dayı yaklaştı. masanın üzerinde duran sigara paketine dikti gözü. sigara isteyeceğini düşünerek pakete hamle yapmaya hazırlandım. nah çekmek için de bir elimi hazırladım. deli deli adamlar bizi buluyor amınakoyim. adam 1.5 dakkada parliament'i bitiriyor. 1.5 dakika lan. nerenle içiyosun göt lalesi?! onlardan sandım. dayı kulağıma eğildi. bize iki çay ısmarlayabilir misiniz, dedi. gayet de kibar sordu. deloğlan'la göz göze geldik, napalım der gibi. sonra, abi, dedim. öğrenciyiz biz. yola çıkıcaz zaten birazdan. kusura bakma, dedim. peki, deyip uzaklaştı. ileride iki muavin çay içiyordu. onlara yanaştı. onlar çay söyledi. bizim deloğlan öyle bir açıyla oturmuş ki amınakoyim, adamın yanındaki kadını görmek mümkün değil. adamı göz ucuyla takip ettim. masasına baktım. masanın üstünde bi kuyumcu torbası. karşısında şalvarlı, böyle elleri öpülesi, yanakları mıncırılası bir köylü kadını. hassiktir lan, dedim. kadını görmedik amınakoyim. yarrak var gibi geri çevirdik adamcağızı. ne bok yiycez şimdi? kadını süzdüm şöyle bir. abi bak, allah seni inandırsın, gözümden yaş boşaldı, boşalacak. kadının bi ayağında terlik var. diğer ayağında sadece çorap. o da delik. dilenmiyorlar amınakoyim. kimbilir neden dışarıdalar? nereden gelip, nereye gidiyorlar? gayet de utana sıkıla içtiler çayı. kendilerininmiş gibi değil. hani muavin gelse; yarıda bırak lan o çayı, dese; boyun bükecekler, belli. adama baktım, o da zaten perişanlıkta teyzeden öte bi halde. ulan bir vicdanım sızladı. yanımda aksi gibi de para yok. kartlar da yanımda değil. deloğlan elini cüzdana attıysa da, az önceki tavrımızdan utandık. gidip özür dileyip, bi' şeye ihtiyacınız var mı amca, diyemedik. o sırada otobüs de geldi zaten. masadan ayrıldık. deloğlan otobüse valizlerini veriyordu. döndüm baktım. ikisi de kalktılar. yavaş yavaş merdivenleri tırmandılar.  çarşıya doğru yollandılar. deloğlan otobüse bindi. otogardan ayrılacaktım. aklıma düştü teyzenin terliksiz ayağı. o ayak, yere basarken acıyordu muhtemelen. o ayak kadar değildi belki ama yüreğim acıyordu. vicdan ne kötü şey. utanç ne kötü şey. halbuki o adamın gelip, rica ederek, utana sıkıla istediği şey iki bardak çay amınakoyim. versen ne, vermesen ne! önyargı ne kötü şey. o teyzemin ayağının acısını ta yüreğimde duydum. o haline rağmen gülen yüzüne can kurban. vicdanım sızlıyor...

17 Temmuz 2012 Salı

ghost recon future soldier

(oyun incelemesi değil beyler, raat olun. ama bi bölümle ilgili az buçuk spoiler içerir.)

> RESTART FROM LAST CHECKPOINT
> RETURN TO BRIEFING
> QUIT GAME

mouseun okunu seçenekler üzerinde gezdirirken ağız dolusu küfür ediyordum ubisoft'a. amınakodumun çocukları böyle oyun mu yapılır? zorlaştırıcaz diye bu kadar mı kasılır? siktimin ibneleri! lan yürüyoruz bildiğin, gökten bi mermi geliyo ölüyorum. sikicem böyle işi, dedim en sonunda. lan olm, bak şimdi. afrika'daki bi cia ajanı, oradaki silah kaçakçıları tarafından kaçırılıyor. adamlarda uyuşturucu, silah, kadın her bok var. bunu bi konteynıra koyuyorlar. siktimin yerinde konteynırın etrafı siper dolu. konteynırdan adamı çıkartırken arkamızdan helikopterle adam indiriyorlar. buraya kadar normal. lan amın feryadı, insansın sen insan! kodumun döl israfı! 4 kişi ortamıza ajanı alıp, allah allah nidalarıyla ordunun içine dalıyoruz. bu mu lan özel kuvvet mantığı? hani nerde senin o eğitimin? o etraftaki siperler? adam ajan amınakoyim. at siperin arkasına adamı, geç, çatış, ortamı temizle; temiz temiz gönder kargoyu. ama yok. ille bi mallık yapıcaz. bodoslama giricez içeri. sikeyim dedim böyle işi. hayır pcyi kapiyim diyorum, ulan merak da ediyorum şimdi, sonraki bölümde ne olucak, diye. oyun bağımlılığım olmasa tamam. ama napiyim, oturdum mu bitirmem gerekiyor. onu da zaten bi kaç günde falan bitirdim. normalinde 10 saatlik falan bir senaryosu var. ama işte parça pinçik oynayınca hikayeyi kaçırmış oluyosun. ama allah'tan fazla bi bok yok hikayede. haa, bu böyleydi demek ki, diyerek anlıyosun geri planı. genel olarak güzel oyun da; bazı bölümlerde özel kuvvet mantığı tamamen geri planda tutulmuş. bodoslama gir diyor sana. bu, operasyon anında takım arkadaşının sana yaklaşıp; hassiktir lan, susturucu takmayı unuttum, demesi gibi bişi. ubisoft, iyisin hoşsun ama şunları yapma be gözüm.

götü güzeldi

bensiz ilk adımını atarken arkasından bakmadım. gözüm götüne falan takılırdı belki. belki duygusal bir kaç söz ederdim kendi kendime. kahvemi fondipleyip masadan kalktım. kafamda deli sorular yoktu. bunu bekliyordum. istiyordum da açıkcası. eski bi arkadaşımla buluşmuştum. kız'dı. bi arkadaşı bizi bi kafede otururken görmüş. gitmiş, seni aldatıyor diye tutmuş getirmiş bunu. uzaktan göstermiş. biz de o sırada gülüp eğleniyoruz tabi. aldatıldığını düşünmüş. o günün akşamına kadar attığım iki mesaja cevap gelmemesine aldırmadım. aklımdan geçenler başka şeylerdi. buluştuğum arkadaşımla çok şeyden bahsedemedik haliyle. eski muhabbetler de bi yerde tıkanınca, bu yeni bulduğu çocuğu ballandıra ballandıra anlatmaya başladı. ben de ilgisiz dinliyorum. aklımdan bana ne amınakoyim, diye geçiriyorum. bana ne!!! siktimin yerinde, senin sevgilinin ne kadar süpersonik bi insan olduğunu mu konuşacağız? şimdi böyle düşünüyosun. ayrılınca süpersoniklikten sikkoluğa geçiş yapacak olan yine aynı kişi. bence ilişki de böyle bişi. bir insanın süpersoniklikten sikkoluğa geçiş süreci. o gece gelen mesajda yarın ilk buluştuğumuz yere gelmemi istiyordu. önemli bişi konuşacağımız kesindi yada retro yapmak istemişti. ertesi gün buluşmaya biraz geciktim. içeride bir masaya oturmuştu. eli titriyordu. düşünceli ve sinirli gibiydi. selam verdim. almadı. konuşacaklarımız var, dedi. konuşalım, deyip oturdum. ben sana ne yaptım, diye sordu. anlamsızca bakıyordum. ne demek şimdi bu amınakoyim, dedim içimden. sen dün nerdeydin? bi arkadaşımla buluştum. hani evdeydin? evde işlerim var diyordun? yahu öğleden sonra görüşmeyeli uzun zaman olan bi arkadaşım aradı, burdaysan buluşalım, dedi ve buluştuk. ne var bunda? bunu mu konuşacağız şimdi? hayır, beni arkadaşım diye yutturduğun o kalktakla aldatmanı konuşacağız! "ne aldatması amınakoyim ya? manyak mısın sen?" dememi beklediğine emindim. demedim. dinliyorum, dedim. dün arkadaşım aradı, sizi kafede güle oynaya görmüş, maşallah pek de samimiymişsiniz! beni çağırdı, görmek istiyosan gel, dedi. seni arıycaktım ama gidip görmek istedim. gördüğüm manzaranın beni ne kadar yaraladığını anlayabileceğine zerre ihtimal vermiyorum gerizekâlı! elin karısıyla kızıyla dolaşıyosun, bana yalan söylüyosun ve en kötüsü ben bunları biliyorum ve aldatılışıma şahit oluyorum! sesi giderek yükseliyordu. ağladı ağlayacaktı, titriyordu. usulca bir rüzgar saçlarını dalgalandırdı. gerçekten onu aldatmış olsaydım eğer, o kızın buna üstünlüğü olup olmayacağını düşünüyordum. saçları dalgalanınca gözüme güzel göründü. yan tarafta bir çift oturuyordu. gülüyorlardı. mutluydular. biz burada saçma bir konuyu tartışıyorduk. düşünmeye daldım. birkaç saniye içinde kızların ve erkeklerin suratlarını boyayıp, evde dizi çıkmış eşofmanlarını çıkarıp, marka kıyafetler, kokular ve bilimum kişisel bakım ürünü uyguladıktan sonra vitrine çıkarmaya hazır ettikleri vücutlarını düşündüm. ve o makyajlanmış vücutların içine hapsedilmiş, bir şey olma zorunluluğu hisseden, asla o şey olamayacak olan ruhlarını. yapılan pazarlıkları. tatmin edilen cinsel duygularını ve hırslarını... kendime geldiğimde, sorgulayan ve kızgın gözlerle bana bakıyordu. bir şey de gerizekâlı, bir şey de, diye bağırdı. irkildim. bunu beklemiyordum. seni aldatacağıma inanıyorsan, kapı orda, gidebilirsin, dedim. bir 10 saniye kadar durdu. hızla çantasını topladı ve bitti, buraya kadar, yeter artık, diyerek kalktı. arkasından bakmadım. ama baksaydım bile dön demeyecektim. kendimi savunmadım. ihtiyaç da duymadım. artık bir yabancıydım onun için. belki bir daha, bir yerde görseydim onu; güzel kız lan, götü de iyiymiş, derdim. bir yabancı gibi. iki yabancı birbirini ne kadar iyi tanıyabilir ki? bir daha hiç karşılaşmadık. ortak arkadaşlarımızdan haber falan da almadım. belki o almıştır, bilmiyorum. götü güzeldi, bir de rüzgarda savrulan saçları.

7 Temmuz 2012 Cumartesi

arpej

tellerin arasında olaşan parmakları gözüme takıldı. serin bir yaz akşamıydı. ortadaki büyük tabakta dilimlenmiş karpuzlara daha dokunan olmamıştı. yazlık bir evin bahçesindeki masanın etrafında toplanmıştık. aramızda ''yaz aşkı'' muhabbeti geçmesin diye sikik sikik ''naber kanka?'' diye söze giren kızlar vardı. kanka ayağı, göt ayağı amınakoyim. bunun bi açıklaması yok. oturduk. tabi telli çalgılardan zerre çakmayan ben; gitar çalan, saçları yapılı, 2 aylık fitness sonucu ''olmuş lan burası, baksana şiş şiş'' kıvamındaki vücuduyla yeni tanıştığım ve hakkında ''tam bir gerizekâlı'' diye düşündüğüm çocuğun gitar üzerinde gezinen parmaklarına dalmışım. yanımdaki arkadaşım beni çatalın ucuyla dürttü. noldu lan, dedim. bişi yok lan, burda mısın diye kontrol ettim, dedi. daldın gittin, ne düşünüyosun? hayır duygusal bişi de çalmıyoruz daha, dedi. sana ne amınakoyim, demek geldi içimden ama; yok bişi, demekle yetindim. sonra ara verdik. kareli, her yazlıkta en az bir tane bulunan şu muşamba gibi masa örtülerinden vardı masada. karpuz tabağındaki soğuk savaş başladı. herkes en kırmızısını, en çekirdeksizini kapmaya çalışıyordu. bi ara tiz bir sesin, kanka yeaaa, diyen çığlığını duydum. (gülüşmeler) gitar çalan elemanla, sağımda oturan kızın (bitchgirl) çatalları savaş esnasında birbirine girmiş. biz kendisine bitchgirl diyoruz, ama o beachgirl anlıyor. niye böyle diyorsunuz diye sorduğunda, plajdan eve girmiyosun kızım, ehehe, falan diyoruz. bu da yiyo tabi. oğlanın içinde hafif bi burukluk. belli ki piyasa yapmaya getirmiş gitarı. heveslenmiş. iş çıkar demiş. kanka yeaa'yı duyunca da kalbinden bişiler koptu gitti bence. o saatten sonra boku bokuna çalacağını, gidip evde porno izlese daha keyifli saatler geçireceğini düşündü kesin. yüzünde öyle bir hassiktir ifadesi vardı. karpuzu yedikten sonra bir sigara yaktım. şimdi geliyorum, diyerek masadan kalktım. sigara almaya gidiyordum ki; bizim spastik'i gördüm. (bu da puyol gibi işte.) naabıyon lan, dedi. iyidir lan, dedim, sen naabıyon? nolsun ya, çıktım dışarı biraz hava alayım diye, koduğumun havası da gavur amı amınakoyim, dedi. karpuz ye olm açılırsın, dedim. ya bırak allaşkına, sen nerden lan böyle? yav oturuyoduk şurda, çetoların yazlıkta. kafamda çetoların yazlıkla spastik yanyana gelince bi ampûl yandı. hassiktir lan, dedim içimden. olm bu piç, bizim beachgirl'e yazmıyo muydu lan, dedim. spastik, bitchgirl'ü duyunca; harbi mi lan, diye atıldı. yarra yedin, dedim, gitarlı çocuk. yarra yedin. saldım spastiği üstüne. sen git, ben sigarayı alıp geliyorum, dedim. markete bi 10 dakika yürüycem. bi iki bira mı alsam, falan diye düşünüyorum. gittim; abi, dedim, selamünaleyküm. ne selamı amınakoyim ya, dedi. 1 saat sonra sikişe gidicem. ne istiyosun, dedi. abi, dedim hayırdır, rus falan mı düşürdün? yok lan, dedi. türk bu türk. eşşek siksek yeri ya, naabıcan yoklukta idare ediyoruz, dedi. iki bira, bir paket de sigara aldım. dönerken baktım kızlar çıkmışlar evden. gidiyolar. çok muhabbetim olmadığından sormadım nolduğunu. tam eve girecekken kapıda bizim spastiği gördüm. noldu lan, dedim. kaçırdın mı kızları? yok amınakoyim, dedi. geldim, bi baktım. çatalları birbirine geçirmişler gülüp eğleniyolar. dedim sikerim öyle işi. kodumun piçine ''o çatalı götüne sokarım senin'' dedim. gel lan dışarı dedim. gelmedi ibne. orospu çocuğu. oha amınakoyim, dedim. naptın lan sen yarrak kafalı? kız çocuğa kanka falan diyo amınakoyim. sikip atmışsın ortamı, dedim. sikerim öyle kankalığı, dedi. neyse ben kaçıyorum moruk. o piç de kaçtı gitti zaten. çıkmadı dışarı, bi çıksa sokucaktım o çatalı götüne, piç herif, dedi. hızlı adımlarla evine doğru yollandı. içeri girdim. çeto bana baktı. amınakoyim nerden çıktı lan bu spastik, dedi. ne biliyim olm, dedim. biliyosun bitchgirl'e vurgun. geçerken görünce atlamıştır içeri, dedim. hay sikeyim böyle işi, dedi. biraların birini uzattım. hadi madem, bari masa boş kalmasın, dedim. dertsiz geçen günlerin şerefine! çın sesine karışan kuş seslerini dinledim. cırcır böceklerini. ulan, dedim, içimden; ne bir kadınla yatmak, ne bir çatalı birinin götüne sokmak, ne gitarla piyasa yapmak beni bu kadar mutlu edemezdi. sessizlik ve huzur. teşekkürler spastik. seni biraz kullandım ama olsun. kodumun arpejci liselisinden kurtulduk. kanka ayağına kaşarlık yapan kızlardan da. 5 dakika sonra zeki müren'in berrak sesi kuşların, uzaktan gelen dalgaların sesine, rüzgarın hafif uğultusuna, yaprakların hışırtısına karışıyordu. yıldızlarla dolu gökyüzüne bakıp derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapayıp, kendimi huzurun içine bıraktım.

5 Temmuz 2012 Perşembe

bir yudum daha

içimdeki sigara yakma isteğini bastırmaya çalıştım. birini daha yeni bitirmiştim. daha önce çok kereler, başka sebepler için geldiğim bu şehre bu kez onun için gelmiştim. şehri çok bildiğim söylenemezdi. çok gezmemiştim. aklım allak bullaktı. biramdan bir yudum daha aldım. ellerimi açarak, sanki yüzyılın en önemli konuşmasını yapacakmış gibi hazırlandım. geceki mesajlardan, yahut ilk izlenimlerden masadan olumlu bir sonuç alarak kalkmayacağımı biliyordum. bu yüzden aslında konuşmamızın da bi mantığı yok gibi geldi önce. ancak bu kadar yolu bir kez olsun oturup konuşmadan kalkıp gitmek için tepmemiştim. derin bir nefes alıp konuşmaya girdim. beni biliyosun, senle ilgili düşüncelerimi, duygularımı biliyosun. aslında ben senden bi cevap bekliyorum şu anda. sanki sonucun ne olacağını bilmiyormuş gibi, son umut kırıntılarımı tüketmek için sormuştum bu soruyu. kendime inandırmak istediğim hayali, birazdan kulaklarımda yankılanacak bu acı kararla öldürmeyi planlamıştım. çünkü ancak bu şekilde bu hayal denizinde boğulmaktan kurtulacaktım. su beni içine çekiyordu. kendimi anlatmaya çalıştım. dinledi. bahanelerden temizdim. ya anlattım ama o anlamadı, yada ben anlatamadım. orada; hayır olmaz, cevabı değildi önemli olan. sadece lafı eveleyip geveleyip, biraz daha uzatıp, o güzelliği seyretmek istiyordum. bir an bile değerliyken hayatta, güzel geçen bir zaman dilimi paha biçilemezdi. sevgilim olmasını isterdim. istedim de. ancak bu biraz his işi. biraz karşılık işi. platonik platonik nereye kadar amınakoyim?! hayalimdeki kıza o kadar yaklaşmıştım ki, karşımda duruyordu. oradaydı. elimi uzatsam tutacaktım. tokat yemekten korktum ve kendimi tuttum. (korkumu sikeyim). belki yiyeceğim o tokat onu hiç unutmamamı da sağlayacaktı. bi yandan iyi oldu diye de düşünmeden edemedim. bu şehrin havasını, suyunu, sokaklarını hiçbir şeyini sevmiyorum. daha önceden bir yaram vardı bu şehirde. her şeyimin boktan gittiği bir şehirdi burası. yaptığım işi bıraktıktan sonra bir daha uğramamak için söz vermiştim kendime. bir şekilde buraya çekiliyordum. konuşma benim için kısa, dünya için uzun sürdü. bir şekilde biteceğini ikimiz de biliyorduk. ertesi günün gelmesini bir yandan istiyor, bir yandan istemiyordum. bu şehirden ayrılacaktım. iyi bir şeydi bu. bir daha onu göremeyecektim. bu da en kötüsüydü. metroyla süren yolculuk anında başımı cama yasladım. metro yolunun duvarlarına takıldı gözlerim. kafamda düşünceler esmiyordu. sadece veda sözcüklerini hayal ediyordum. ikimiz de birbirimizin ne kadar süper birer insan olduğumuzu ama bu iki süper insanın bir araya gelemeyeceğini söyleyecektik. sebep kısmı boş bırakılacaktı. puanlamaya dahil değildi orası. terminalden otobüslerin çıktıkları yola doğru yönlendim. bir yarım saat kadar yürüdükten sonra ana yola çıktım. gelen geçen kamyonlara otostop çektim. 3. kamyon durdu. karpuz taşıyordu. şöförü konuşturmaya yönelik sorular sordum. yeni bir hikaye dinliyordum. hepsine benzer; hepsinden farklı. susmak için uygun bir zaman değildi. gitmek istediğim yere vardığımda 4,5 saat geçmişti. biraz vakit geçtikten sonra hoşçakal'lı, son'lu veda mesajını attım. bir de şarkı armağan ettim. aklımda ise başka bir şarkı çalıyordu. ne olursa olsun, su akıp yatağını buluyordu. seni tanımak güzeldi, dedim. seni de tanımak çok güzeldi, çok iyi birisin, dedi. bu faslı uzatmak acı verici oluyordu. bu yüzden, hoşçakal, diyerek konuyu kapatmak istedim. beklediğimden farklı bir cevap değildi gelen: hoşçakal. şimdi bir sigara daha yakmanın vakti gelmişti. çakmak tütünü yakarken çıkan çıtırtıyı duydum. derin bir nefes aldıktan sonra camdan berrak gökyüzünü seyre daldım.

28 Haziran 2012 Perşembe

kupa kızı

niye? kız olmamdan mı şüphe ettin? evet. kızım bak işte :D. emin değilim. nasıl yani? bıyıkların var. ekranda gördüğüm çevrimdışı yazısına aldırmadan pencereyi kapattim. yorgundum. bi kızı tavlamaya mecalim yoktu. dolapta dünden kalmış bir şişe bomonti'm duruyordu. uyumak istiyordum. biraz gevşemek. saat öğlen 1'di. normalde gündüz içmeyi sevmememe rağmen, soğuk bira iyi gelir diye düşündüm ve bir yudum aldım. internet ortamına çok mu takılıyorum lan ben, diye düşündüm. yeni üye olduğum bir forumdan tanıştığım biriydi. etkilemek için türlü numaralara gerek yoktu. zaten mesene adresini kendisi vermişti. sikicem böyle işi, dedim. ortalık kevaşe doldu amınakoyim. evde yalnız olmanın verdiği rahatlıkla baksırla oturuyordum. bizimki iki düğmenin arasından baş vermişti. üstüme başıma çekidüzen verdikten sonra uzandım. yarısından fazlasını içtiğim biramı kenara koydum ve tavanla aramızdaki ilişkiyi canlandırmaya koyuldum. 10 dakika ya geçti, ya geçmedi telefon çaldı amınakoyim. arayan puyol. noldu lan, dedim. iyidir lan nolsun, dedi. akşama maç var, geliyosun. siktirme belânı. lan, dedim; ne maçı? yatıcam ben bugün, yorgunum amınakoyim. sikerim yorgunluğunu, deyince onun sikinin daha büyük olduğuna karar verdim ve kabul ettim. hadi götü topla da batağa gel. salim abi'nin ordayız. kapattıktan sonra küfürler eşliğinde giyindim ve çıktım. 2 tane de tanımadığım çocuk var masada. el dağıtıldı. 8'e girdim. kozum maça. papaz dışarda. yerden 3 koz geldi. kupa as yerde. kupa 10'luyla dürttüm. kız düştü. as ve ardından 3. eli yere geçirdim. masada puyol'un papaz iş, demesinden başka ses yok amınakoyim. öyle sikik bi ortamdayız. yerden açılan kozlardan bacağı çektim. papaz düştü. 2 ve 4. ikinci turu da alamadım. muhabbetinize de doyum olmuyor, dedim. çocuklar bana baktı. tanımadıkları için puyol'dan bişi beklediler. puyol baklayı çıkardı. canım sıkkın lan, dedi. hayrola? ya abi, geçen pederi aradım. param bitti, dedim. karı kıza yedirme diyo bana. amınakodumun yerinde zaten karı kız beni gördü mü açıkta sik görmüş gibi kaçıyolar. hoş bazısı sarılmak için koşuyo bana doğru da, sana kaysam daha iyi amınakoyim. öyle böyle gidiyo para. biliyosun işte. çaya çorbaya gidiyo. ben napiyim. ama gel de bunu pedere anlat. yolla, yollamam, yolla, yollamam derken bi 50 ateşliycek bakalım. hmm, dedim ilgisizce. otoban'a çık. sağımdan solumdan kahkahalar yükseldi. bu salakça esprime niye güldüler anlamadım ama ortamın gayet ergenus olduğunu çözdüm o an. sik taşak muhabbeti yapınca gülüyolar. bozmadım. ilk el bitti, 9 aldım. 4 çay abi, diye işaret etti puyol kahveciye. kır bıyıklı, orta yaşın üstünde bi adam. getirdi çayları. birer de sigara yaktık. amınakoyim, dedi. sikicem ben bu gamze'yi. öyle göt yok. bi görsen alp dağları zannedersin. hele memeler, everest! pederden gelicek 50 lirayla mı, dedim? ne var olm, dedi. adam şarkıda bile demiş, bir şişe biraya göt verirsin diye. bunun vermicee ne malum. lan sikik, kız imamhatip mezunu, dedim. olm, dedi. mal mal konuşma! onların duyguları bastırılmış oluyo, sike taşağa meyilli oluyo onlar. bizim fatih'i biliyon. başörtülü kıza çaktı amık! ee? nesi ee amınakoyim? kızı mutlu etti diye kaç sevap kazandı ibne kimbilir. hem merak ediyodur şimdi o. neyi? fanfinifinfonu. bi an duraksadım. lan, dedim. sen o kızı düşünüp mü çekiyosun 31'i? ara sıra. ama genelde sasha grey. hatun taş amınakoyim taş! ah ulan sasha! bi verseler seni bana, çıt dedirtirim beline. sen o 50'yi al amınakoyim, siktirgit keraneye. bi haftalık giderin benden, dedim. harbi vericen mi lan? vericem amınakoyim! kaça vericen? "ahahahahaha" yan taraflardan yine kahkaha sesleri. senin kadar abazasını görmedim amınakoyim, dedim. işin benim göte kaldıysa, bitmişsin olm sen. olm napiyim arada sana da hallenmiyor değilim. zor durumdayım lan, dedi gülerek. çevir de götüne sok siktiğim, dedim. bu sikikçe diyalog sırasında baya bi el oynanmıştı. durum 57 - 38. öndeyiz. 61'de bitirelim, dedim. tamam, ulan 61 dedin de, trabzonlu tuçe geldi aklıma. ona mı kaysam acaba? kupa kızı bendeydi. ortaya attım. al buna kay koduğumun abazası, dedim. masaya 1 tl bıraktıktan sonra, hadi ben kaçtım, dedim. arkamdan; kaçma, allah'ın emriyle git, ehehehe, diye bağırdı. lan, akşam maç 11'de bak, gelmezsen harbi hallenirim sana! tamam amınakoyim, gelicem. bi sikim anlamıyorum zaten, ne diye çağırıyosunuz bilmiyorum ki. olm, o bacakları açmıyon başka türlü. ehahehaheah! masadan yükselen kahkaha sesleri kafamı tırmalıyordu. sessizce adımlarımı hızlandırdım ve köşeyi döndüğümde; amınakodumun götvereni, dedim dışımdan. aklımdan, kızım bak işte, diyen kızın mesenesini vermek geldiyse de siktir et, dedim.

13 Haziran 2012 Çarşamba

playboy

kalk lan! ya sikicem amk sabah sabah bağırma lan kulağımın dibinde! bu ne amınakoyim ya! sözlerimden tırsmış olucak ki, sana kahvaltı edelim diyoruz, bi şey mi diyoruz, mal yaa, diyerek çıktı odadan. bir gün önceki ağır demin ağırlığı vardı üzerimde. şunu içtik, bunu içtik, hala ayaktaydık, vay amınakoyim'lik bi muhabbet açmıycam ama sağlam içtik. dertliydim, dertliydi ve unutulması gereken anılar vardı hafızalarda. böyle anlarda içilmeyecek de ne zaman içilecek siktimin dünyasında deyip yuvarladıkça yuvarladık kadehleri. sabah üzerimde bi ağırlıkla uyandım. gözümü ovuştura ovuştura lavaboya gittim. sabah ereksiyonunu işeyerek indirdim. ellerimi ve yüzümü yıkadım. çapaklarımı temizledim ve aynaya bakar halde, ne yicez lan, diye bağırdım. arkadaşım oralı olmadı. hazırlanıyordu. olm nereye, dedim. dışarı çıkıcam, açlıktan ölyüroum, dedi. e, iyi madem, bekle beraber çıkalım, dedim. hadi çabuk ol, dedi. hızla üstümü giyindim. dışarı çıktık. kahvaltı edeceğimiz yere 10 dakika vardı. konuşmadan yürüyorduk. noldu lan, dedim, bozuldun mu bana? ne bozulucam amınakoyim. hergün aynı muhabbet. canım başka bişeye sıkkın. hayrola lan? ya olm geçen hani bizim kızlar bizi pikniğe çağırmıştı ya gitmemiştik. ee? o gün neslihanlarla buluşmuştuk hani? ee? ordaki tanımadığımız kızlardan biri bizim kızları tanıyomuş. gitmiş fişeklemiş benimkine. sabahtan beri başımın etini yedi. saat 7'de dikildim ayağa amınakoyim. çaktırmadan saate baktım 11'e geliyordu. bugün seninki de alır haberi, yarra yedik yani kısaca, dedi. ya olm bişi olmaz yaa, diyesim geldiyse de nasıl olmaz amınakoyim diye düşünmeden edemedim. sen bizim kızları ek, başka kızlarla takıl, onlar bunu öğrensin ve bişi olmaz? yarrak olmaz. kahvaltıcıya gittik ve her zamanki menümden söyledim. su böreği ve büyük çay. arkadaşım da 2 patatesli poğaça söyledi. ikimiz de -içimizde bir sıkıntı- yediklerimizden tat alamıyorduk. en sonunda patladım. amınakoyim, dedim. söze böyle girince karşı tarafta bi beklenti oluştu tabi. gözleri parladı çocuğun. bilmiyo ki aklıma bi sik gelmediğini. olm biz bu kızlara zaman ayırıyoruz. her zaman, her yere beraber gidiyoruz. sıkılmış olamaz mıyız? başka arkadaşlarımız olamaz mı? kendimizi haklı çıkarma çabalarıydı bunlar. yemeyeceklerini ikimiz de adımız gibi biliyorduk. ama aldatma sayılmazdı ki bu? sonuçta arkadaşlarımızdı onlar. muhabbet edip dağılmıştık. bizim kızlar da pikniğe gitmemiş o gün zaten. sonra kahvaltıcıdan çıktık. arkadaşım bana hak verir gibi yapsa da sıçtığımızın gayet farkındaydı. olm, dedim. az biraz yalnız kalalım, biraz düşünelim. gel bi yürüyüş yapalım amk. bişi demeden kafa salladı. sigaraları yaktık ve kent ormanın yolunu tuttuk. doğa yürüyüşü tadında yürüyorduk. napıcaz, ne edicez hesaplar havada uçuşurken birden çişim geldi amınakoyim. dağ başı deyip işiycem tam güzel de bi kuytu buldum ileride. tam zamanında bir kafilenin ilk üyeleri göründü uçtaki patikadan. görünmeden sıvışmaya çalıştıysam da yemedi. heeey! dedi uzaktan biri. selaam! biz ankara'dan geliyoruz da doğa yürüyüşü yapıyoruz farklı illerde. burada bir kent orman tesisi varmış nasıl ulaşabiliriz acaba? güzelce, sarışın, zayıf bir kızdı. bu yoldan düz devam edin, ileriden sağa dönen bir yol ayrımı var, oradan yukarı çıkın, önünüze taşlı bir yol gelecek, o yolu takip edin bulacaksınız, dedim. anasının amı gibi yolu tarif ettim yani. aağmm, ya zahmet olmazsa siz götürseniz? arkadaşla birbirimize baktık. sike sike götürecektik. döndük yoldan geri. konuşmadan ilerliyoruz. arkamızda şarkılar türküler gırla. bazen bi iki kişi çiçeği böceği inceliyor, fotoğraf çekiyor falan. sonunda kent orman tesislerini bulduk. içimden, oh lan aslında iyi oldu işerim ben buraya, diye geçiriyor idim ki, erkekler wclerin önünde sıra olmuş amk. olm ben giricem lan kavgası var. altıma işerim lan ben bunu beklersem, dedim. hemen indik şehre doğru; allah'tan çok uzak değil şehir. yol üstünde işeyecek yer arıyorum. utanıyorum da biraz. bi işletmeye girip abi tuvalet, acil mi diyim, ne diyim amınakoyim? sonra bi internet cafe gördüm. megabyte internet cafe. millet terabyte kullanıyo amk. girdik arkadaşla içeri. ben işiycem dedikçe onun da gelmiş. abi, dedim, biz bi arkadaşa bakıp çıkıcaz. gözlüklerin üzerinden bana baktı, orta yaşlı, hafif sarışın cafe sahibi. iyi, bakın bakalım, dedi. kafayı tekrar feysbuk'a gömdü. ben de fırsattan istifade cafenin tuvaletine doğru yollandım. girdim işiyorum. nasıl bir rahatlama, nasıl bir huzur. yok böyle bişi. sanki elimde harry potter'ın çubuğu var da ortamı bi hareketle cennete çevirmişim. öyle bişi. artık yarısını boşalttım çişin. bi el ensemden bi yakaladı. beni çeke çeke çıkarıyor tuvaletten. elim sikimde sağa sola sallaya sallaya işemeye devam ediyorum. güç belâ kestim işemeyi. donu falan topladım aceleyle. noluyor lan? demeye kalmadı. şimşek gibi bir tokadı farkettim ve hemen refleks olarak savuşturdum. arkadaşla koşa koşa dışarı çıktık. üstüm başım sidik içinde kaldı amınakoyim. adam arkamızdan bas bas bağırıyor: piçleeeer! umumi hela mı lan burası. şerefsiz herifleeer! bi daha sizi burada görürsem canınıza okurum. dayaktan gebertirim! kodumun herifinin böbreğini aldık sanki amınakoyim. allah'tan yolda çok insan yoktu. rezilliği çok gören olmadı. eve gideceğimiz aşikardı. koşa koşa eve gittim. daha fazla kokmak istemiyordum. aceleyle tuvalete girdim ve kalan yarımı işedim. sağlam bi duş aldım. misler gibi oldum. arkadaşım salonda sigara içiyordu hala. olm, dedim, tamam takma bu kadar. hallolur bi şekilde. yarrak hallolur der gibi suratıma baktı. kız arkadaşını arıyor fakat cevap vermiyordu. benimki de durumu öğrenmiş ve büyük ihtimal benden haber bekliyordu. bi iki mesaj attım. geri dönüş olmadı. o günün akşamına ikimiz de ayrılık mesajı aldık. içtik, sıçtık. ertesi gün neslihanlar bize geldi. o yabancı kız da yanındaydı. bizim tanımadığımız ama bizim kızları tanıyan. ayrılık sebebi o kevaşe. bizim arkadaş beni mutfağa çekti. olm, beni bozma, bi planım var. gayet hoş bi sohbetten sonra sık sık gelip gitmeye başladık. neslihan'la aramız iyi gibiydi ama sadece arkadaşım olabilirdi. sevgilim olabilecek bir kız değildi. kısa bir süre sonra arkadaşım o yabancı kızla sevgili oldu. daha doğrusu kız öyle zannetti. yaklaşık iki hafta sonra da neslihan ve o kız sadece beni cafeye çağırdı. gittim. konu arkadaşımdı. kızı terketmişti. üstelik kızla yattıktan hemen sonra. kızın gururu, onuru, vs... neyi varsa incinmişti. neslihan ve kız benden hesap soruyorlardı. nasıl olur bu? ne kadar da adisiniz! falan türü cümleler duyuyordum. açıkcası çok da siklemedim. önümdeki adisyonu basan matbaanın adresini ve telefon numaralarını okuyodum. seri numarasına falan bakıyodum. en sonunda adisyonu aldım ve kasaya yöneldim. hesabı ödedim. masaya döndüm. hala oturuyorlardı. ben, dedim, gidiyorum. hesabı ödedim. oturacaksanız yeni adisyon açarlar. çıktım ve bir sigara yaktım. playboy dedikleri böyle bişi olsa gerekti. oyun oynayan, oyunu kuralına göre oynayan... ilişkilerde acımasız olmak en güzel olanı, diyordu arkadaşım. içimden, senin de amınakoyim, dedim. tek başıma kent ormanın yolunu tuttum. megabyte'ın önünden geçerken kaldırıma attığı bir sandalyede yandaki bisikletçiyle tavla atan cafe sahibini gördüm. bana dik dik bakıyordu. aynı anda bisikletçiye bişiler söyledi. büyük ihtimal benim cafesine işediğimi anlatıyordu. ırzını siktiğim, diye bir küfür de ona salladıktan sonra yoluma devam ettim.