28 Eylül 2012 Cuma

neşet ertaş

''ne yemek, ne içmek, ne tadım kaldı.
garip bülbül gibi feryadım kaldı.
alamadım eyvah, muradım kaldı.
ben gidip, ellere kalan dünya.


ah yalan dünya, yalan dünya;
yalandan yüzüme gülen dünya.''


ben beceremem neşet babam. çok sözün azı, az sözün özü diyorsun ya; yapamam ben. ne yalan söyliyim. olmaz. hele ki verdin ya acı haberi, verdin ya sonsuz hasretin rüzgarını gönlümüze, hiç olmaz. hangi sözcük anlatsın seni? hangi lisanda var karşılığın? sen ki pir sultan'dan bize miras, aşık veysel'den, muharrem ertaş'tan bize kalansın. nasıl yazsın seni bu küçük adam? nasıl anlatsın okul görmeden, nice okumuşa nice şeyler öğütleyen insanlık derslerini?
yalan dünya, diyordu neşet usta. her zamankinden farksız bir sabahtı oysa ki. neşet ertaş'ın ''yorulup gitti''ğini duyana kadar... grup destan'ın obur dünya şarkısını bilenler sözlerini hatırlayacaklardır; aklıma gelmeden duramadı o şarkı. onu da mı yedin lan dünya, diye soramadan edemedim. elim, ayağım titredi. ağlacak oldum. o gönül adamı ağlarken sözcüklerle, gözyaşımdan mı utandım nedir, sustum. yüzyüze gelmedim hiç. babamdan dedemden aşık veyselli yılları duymuştum ya, o hasretti belki onu bana yakın kılan. ozanlı bir devirde yaşama şansına erişmiştik. babam gibi, dedem gibi... ''çok sözü az, az sözü öz'' eyliyordu neşet usta. sözleri öyle derindi ki, insanı ta gönlünden tutuyordu. babası muharrem ertaş'ın heykeli dikilirken eşek üstüne yapmak istemişler. neşet usta; olmaz, demiş. zaten ömrü boyunca eşek üstündeydi. eşek de bir can taşıyor. bu kadar zulmetmeyelim. bugün muharrem ertaş heykelini görenler; muharrem ertaş önde otururken, eşeğin de arkasında ayakta durduğunu görürler. bir hayvana bile bu kadar saygılı iken, ayrımcılık olmasın diye devlet sanatçısı ödülünü reddeden, ben halkın sanatçısıyım, diyen, zamanında ülkesinde hor görülmüş, tezek kokuyor denilmiş, düğün şarkıcısı denilmiş bir adam o. ama yüreği büyük, yüreği geniş, yüreği belki mevlana'yla yarışır. pir sultan abdal gelse can dostu ilan eder neşet ustayı.
şimdi özlememek mümkün mü? kim daha büyük bir aşk yaşayabilecek; ''evvelim sen oldun, ahirim sensin'' den öte? kim hasretini anlatabilecek; ''gönül dağı''ndan öte? kim hadi kalkıp oynayalım dedirtecek ''kesik çayır''dan başka? kim olacak, dertli anların dert ortağı? bir kadeh kaldırışında sanki karşında oturan, yanık sesiyle sevda yanığı türküler okuyan adam nerede şimdi? son ozan'ın arkasından ağlamamak mümkün mü? piyasa bu kadar saçmalıkla dolarken, böyle bir adamı özlememek mümkün mü?
kalk gel be neşet abi, demenin faydası olsa keşke. o sazından çıkan tınılardan, o yüreğinden dökülen sözlerden daha ne çok şey öğrenecektik...
yoruldun, gittin be neşet ustam. babam gibi sevdim seni görmeden. küçük yüreğime sığdırdım seni. şimdi gözyaşımdan taşıyorsun. hoşçakal neşet ustam. son ozanı yakalayan son nesilden binlerce selam sana.
kalbimizde, derdimizde, dermanımızda, hüznümüzde, neşemizde, dert ortağı bir ufak şişemizde, beni anlayan tek şey o dediğin sigaramızda, aklımızda, anılarımızda, kulağımızda, her şeyimizde hep var olacaksın. çocuğuma nasıl anlatmayayım seni? nasıl bilmesin senin gibi birini?
söz veriyorum neşet usta. gittiğim her yerde senden açılacak sözüm, seninle kapanacak gözüm...
uğurlar olsun. mekanın cennet, toprağın bol olsun...
özlüyoruz, özleyeceğiz. ama asla unutmayacağız seni, bozkırın tezenesi'ni...

Hiç yorum yok: