17 Eylül 2012 Pazartesi

kaç şeker?

saat öğlen 3'ü biraz geçiyordu. pc başında geçirdiğim süre 4 saati geçmişti. oynadığım oyunları tekrar oynamaktan, oyun piyasasının kısırlığından, can sıkıcı tekrarlardan cinnet geçirecek kadar sıkılmıştım. morpheus'u aradım. sürekli güneş gözlüğü taktığı ve iri yarı olduğu için ona bu ismi takmıştık. selam moruk, naber? iyidir kenks, senden naber? hangi dağda kurt öldü lan; aramazdın? canım sıkıldı yaa. dedim, sıcak bi bardak çayın vardır heralde? ha? var var, gel hadi bekliyorum. yola çıktım bile, görüşürüz. görüşürüz. dıt dıt dıt dıııt. canım oraya gitmek istiyor muydu bilmiyorum. morpheus ilkokuldan arkadaşım. aydın'da bi yerel gazetenin matbaasında çalışıyor. yanına gitmem çok uzun sürmedi. tam matbaaya girmek üzereydim ki; hüyooop, lan, nerelerdesin olm sen? ehehehe! oha tesadüfe bak yaa! şaşkınlığımı gizleme gereği duymadım. okul yıllarındaki en azılı düşmanlarımdan hüseyin'di bağıran. iyidir hacı, buralardayız, dedim. sen neler yapıyosun? koşuşturuyoruz yav, ehehe kaç yıl oldu lan? ne günlerdi amınakoyim! yaa, güzel günlerdi hüso, dedim içinden siktir lan amcık hoşafı diyerek.
şimdi buraları biraz sepyalaştıralım ve mavi önlüklü ilkokul yıllarına dönelim. ezeli düşmanlığımız ilkokul 2. sınıfa kadar dayanıyordu. ilkokul 2. sınıfta zamanın meşhur oyunlarından simit'i oynuyoruz. biz 2/a iken hüseyin 2/b'deydi. kendi aramızda oynarken, kaynaşma bahanesiyle adam dövmenin en zevkli hali olan bu oyuna 2/b'ler de dahil olmak istedi. biz de kendimize güvenip kabul ettik. onlardan biri ebe olduğunda bizim peşimizde, bizden biri ebe olduğunda onların peşinde koşuyordu. bu şekil bir iki tenefüs devam etti oyun. taki bizden birisinin yediği yumrukla burnu kanayana kadar. kanı görür görmez morpheus, b'lerden birine çullanmıştı bile. arkasından biz de girdik kavgaya. okul bahçesinin ortasında, 2 sınıf birden birbirimize girdik. herkes çember yapmış bizi izliyordu. bir iki dakika içinde baya bi kişinin ağzı burnu dağıldıktan sonra nöbetçi öğretmenler azarlayarak kavgayı dağıttı. tabi ki bu işin bir de çıkışı vardı. okuma yazmayı 4 yaşında annemden öğrendiğim için okulun en başarılı öğrencilerinden biriydim. sınıfta sayılıp seviliyordum. okul çıkışı hüseyin gelip bana sataştı. birbirimizi ittik falan. bizimkiler arkamda tek bir hareketimi bekliyor. hüseyin, adam gibi dur, dememe aldırmadı. kalçama doğru bi tekme attı. aynı anda ben de suratına yumruğu yerleştirdim. arkasından bizimkilerle b'ler arasındaki yarım kalmış hesap, tekrar görülmeye başlandı. sayıca azlardı. ama tek başıma dövemezdim. çokluğu fırsat bilen bi iki arkadaşım ve morpheus benimle beraber hüseyini dövmeye başladık. çocuğun dudağı patladı. başını kaldırıma vurdu. mavi önlükler kızıl kana boyandı. o yaşta o nefrete nasıl sahiptik bilmiyorum. ama amerikan deyişi gibi "what's done, it's done". yoldan geçen bi iki amca bizi ayırdı ve bi adam hüseyini ve iki arkadaşını alıp acile götürdü. bu havamıza hava katacak bi hareketti. çocuğu hastanelik etmiştik. ertesi gün dudağı ve başı sargılı halde gelen hüseyin'in yüzünde de çeşitli morluklar vardı. annesine merdivenlerden düştüğünü söylemiş. annesi de gelmiş okula. müdürle konuşuyor. ilk derse girmeden, andımızdan sonra müdür bizi ve b şubesini dağıtmadı. bekletti. hüseyin yanındaydı. bunu kim yaptı, dedi hüseyin'e. hüseyin konuşmadı. müdür sesini yükselterek bir daha sordu: bunu kim yaptı? hüseyin ağlamaya başladı. bilmiyorum öğretmenim, kavgada oldu, dedi. nöbetçi öğretmen bir gün önceki durumu çıkıştaki kavgadan habersiz, müdüre anlattı. müdür, hepimizin iyi çocuklar olduğunu, neden böyle yaptığımızı anlamadığını, kardeş kardeş oynamamız gerektiğinden söz edip, hüseyin'in annesine bunun tekrar yaşanmaması için dikkat edeceğini bildirdikten sonra bizi sınıflara yolladı. daha sonra bu konu veli toplantılarına da taşındı. o zamana kadar tek derdi; ne zaman top oynucaz lan? olan bizler için çok ciddi bir konuydu bu. sanki gizli bir operasyonda bulunmuş ve açığa çıkmıştık. şimdi de insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında yargılanıyoduk. zamanla konu kapandı. hüseyin kim vurduya gitti. ertesi yıl, hüseyin bizim sınıftaydı. ve sürekli beni ispiyonlama peşindeydi. kafamı arkaya çevirsem, öğretmenim konuşuyo, dışarı baksam, öğretmenim sizi dinlemiyo, vs... "e be amınakodumun iti, sen öğretmeni dinliyceene niye beni dikizliyosun peki? yarak anteni! ben gene tüm karneyi 5 getiriyorum, senin beden eğitimin bile 3 amınakoyim!" demek hiç aklıma gelmedi o yıllarda. ama şimdi olsa gözünün yaşına bakmam. bu okul bitene kadar sürdü. şimdi zamanı tekrar bugüne alalım. renkli ekrandan devam. ne işin var olm senin burda? bizim morpheus'u görmeye geldim, sen? ben de burda çalışıyorum. basılan bi iki defter vardı, onları teslim etmeye gittim. aklımda türlü şeyler dolanıyordu. ulan zamanında benden çok morpheus benzetmiştir bunu. ama o morpheus'un yanında çalışıyor. vay amınakoyim, dedim içimden. içeri girdim. selam morfi, nasılsın? dedim. çay hazır değil galiba? gülümseyerek sarıldım. morfi, sarılırken kulağıma; çay var da içicek ortam yok, şu salağı bi yere daha yolliyim, dur, diye fısıldadı. gülümseyerek, birazdan demlerim, ee ne var ne yok? dedi. cevap beklemeden; hüseyin, şu defterleri de vericektim sana yaa, hadi bi koşu eski sanayiye ali abi'ne bırakıp geliver şunları? ha? hüseyin isteksiz cevap verdi: olm kaç yıl oldu lan görüşmeyeli, bırak iki muhabbet edelim. olm, o daha burda, bak adamlara söz verdiydik bugün için. mahçup olmayalım, hadi kardeşim benim. iyi hadi iyi, nerdeydi onun dükkanı? eski sanayide sanayi lokantasının arkası, demirci ali abi desen, gösterirler. hüseyin bana dönüp; kaybolma bak bi yere, geliyorum, dedi. buralardayım, merak etme, dedim. hüseyin çıkarken morpheus; şşt şşt bak, diyerek; baş parmağını, işaret ve orta parmağın arasına sokmuş halde yumruk yaptığı sağ elini gösterdi. demirci ali abi, yeni sanayide, ben bu salağı eski sanayiye yolladım. eski sanayide 2, yeni sanayide de 3 tane sanayi lokantası var. arasın dursun pezevenk. en az 2 saat kafa raat amınakoyim, dedi. gülerek; hiç değişmiceksin dimi lan morfi? dedim. şartlar beni değiştiremez, ben şartları değiştiririm, dedi ve mutfağa gitti. iki ince belli bardakta dumanı tüten çayları getirdiğinde göz kırpıp, gülümsedi; yeni demledim, kaç şeker?

Hiç yorum yok: