saat öğlen 3'ü biraz geçiyordu. pc başında geçirdiğim süre 4 saati
geçmişti. oynadığım oyunları tekrar oynamaktan, oyun piyasasının
kısırlığından, can sıkıcı tekrarlardan cinnet geçirecek kadar
sıkılmıştım. morpheus'u aradım. sürekli güneş gözlüğü taktığı ve iri
yarı olduğu için ona bu ismi takmıştık. selam moruk, naber? iyidir kenks,
senden naber? hangi dağda kurt öldü lan; aramazdın? canım sıkıldı yaa.
dedim, sıcak bi bardak çayın vardır heralde? ha? var var, gel hadi
bekliyorum. yola çıktım bile, görüşürüz. görüşürüz. dıt dıt dıt dıııt.
canım oraya gitmek istiyor muydu bilmiyorum. morpheus ilkokuldan
arkadaşım. aydın'da bi yerel gazetenin matbaasında çalışıyor. yanına
gitmem çok uzun sürmedi. tam matbaaya girmek üzereydim ki; hüyooop, lan,
nerelerdesin olm sen? ehehehe! oha tesadüfe bak yaa! şaşkınlığımı
gizleme gereği duymadım. okul yıllarındaki en azılı düşmanlarımdan
hüseyin'di bağıran. iyidir hacı, buralardayız, dedim. sen neler
yapıyosun? koşuşturuyoruz yav, ehehe kaç yıl oldu lan? ne günlerdi
amınakoyim! yaa, güzel günlerdi hüso, dedim içinden siktir lan amcık
hoşafı diyerek.
şimdi buraları biraz sepyalaştıralım ve mavi önlüklü ilkokul yıllarına
dönelim. ezeli düşmanlığımız ilkokul 2. sınıfa kadar dayanıyordu. ilkokul 2. sınıfta zamanın meşhur oyunlarından simit'i oynuyoruz. biz
2/a iken hüseyin 2/b'deydi. kendi aramızda oynarken, kaynaşma
bahanesiyle adam dövmenin en zevkli hali olan bu oyuna 2/b'ler de dahil
olmak istedi. biz de kendimize güvenip kabul ettik. onlardan biri ebe
olduğunda bizim peşimizde, bizden biri ebe olduğunda onların peşinde
koşuyordu. bu şekil bir iki tenefüs devam etti oyun. taki bizden
birisinin yediği yumrukla burnu kanayana kadar. kanı görür görmez
morpheus, b'lerden birine çullanmıştı bile. arkasından biz de girdik
kavgaya. okul bahçesinin ortasında, 2 sınıf birden birbirimize girdik.
herkes çember yapmış bizi izliyordu. bir iki dakika içinde baya bi
kişinin ağzı burnu dağıldıktan sonra nöbetçi öğretmenler azarlayarak
kavgayı dağıttı. tabi ki bu işin bir de çıkışı vardı. okuma yazmayı 4
yaşında annemden öğrendiğim için okulun en başarılı öğrencilerinden
biriydim. sınıfta sayılıp seviliyordum. okul çıkışı hüseyin gelip bana
sataştı. birbirimizi ittik falan. bizimkiler arkamda tek bir hareketimi
bekliyor. hüseyin, adam gibi dur, dememe aldırmadı. kalçama doğru bi
tekme attı. aynı anda ben de suratına yumruğu yerleştirdim. arkasından
bizimkilerle b'ler arasındaki yarım kalmış hesap, tekrar görülmeye
başlandı. sayıca azlardı. ama tek başıma dövemezdim. çokluğu fırsat
bilen bi iki arkadaşım ve morpheus benimle beraber hüseyini dövmeye
başladık. çocuğun dudağı patladı. başını kaldırıma vurdu. mavi önlükler
kızıl kana boyandı. o yaşta o nefrete nasıl sahiptik bilmiyorum. ama
amerikan deyişi gibi "what's done, it's done". yoldan geçen bi iki amca
bizi ayırdı ve bi adam hüseyini ve iki arkadaşını alıp acile götürdü. bu
havamıza hava katacak bi hareketti. çocuğu hastanelik etmiştik. ertesi
gün dudağı ve başı sargılı halde gelen hüseyin'in yüzünde de çeşitli
morluklar vardı. annesine merdivenlerden düştüğünü söylemiş. annesi de
gelmiş okula. müdürle konuşuyor. ilk derse girmeden, andımızdan sonra
müdür bizi ve b şubesini dağıtmadı. bekletti. hüseyin yanındaydı. bunu
kim yaptı, dedi hüseyin'e. hüseyin konuşmadı. müdür sesini yükselterek
bir daha sordu: bunu kim yaptı? hüseyin ağlamaya başladı. bilmiyorum
öğretmenim, kavgada oldu, dedi. nöbetçi öğretmen bir gün önceki durumu
çıkıştaki kavgadan habersiz, müdüre anlattı. müdür, hepimizin iyi
çocuklar olduğunu, neden böyle yaptığımızı anlamadığını, kardeş kardeş
oynamamız gerektiğinden söz edip, hüseyin'in annesine bunun tekrar
yaşanmaması için dikkat edeceğini bildirdikten sonra bizi sınıflara
yolladı. daha sonra bu konu veli toplantılarına da taşındı. o zamana
kadar tek derdi; ne zaman top oynucaz lan? olan bizler için çok ciddi
bir konuydu bu. sanki gizli bir operasyonda bulunmuş ve açığa çıkmıştık.
şimdi de insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında yargılanıyoduk.
zamanla konu kapandı. hüseyin kim vurduya gitti. ertesi yıl, hüseyin
bizim sınıftaydı. ve sürekli beni ispiyonlama peşindeydi. kafamı arkaya
çevirsem, öğretmenim konuşuyo, dışarı baksam, öğretmenim sizi dinlemiyo,
vs... "e be amınakodumun iti, sen öğretmeni dinliyceene niye beni
dikizliyosun peki? yarak anteni! ben gene tüm karneyi 5 getiriyorum,
senin beden eğitimin bile 3 amınakoyim!" demek hiç aklıma gelmedi o
yıllarda. ama şimdi olsa gözünün yaşına bakmam. bu okul bitene kadar
sürdü. şimdi zamanı tekrar bugüne alalım. renkli ekrandan devam. ne işin
var olm senin burda? bizim morpheus'u görmeye geldim, sen? ben de burda
çalışıyorum. basılan bi iki defter vardı, onları teslim etmeye gittim.
aklımda türlü şeyler dolanıyordu. ulan zamanında benden çok morpheus
benzetmiştir bunu. ama o morpheus'un yanında çalışıyor. vay amınakoyim,
dedim içimden. içeri girdim. selam morfi, nasılsın? dedim. çay hazır
değil galiba? gülümseyerek sarıldım. morfi, sarılırken kulağıma; çay var
da içicek ortam yok, şu salağı bi yere daha yolliyim, dur, diye
fısıldadı. gülümseyerek, birazdan demlerim, ee ne var ne yok? dedi.
cevap beklemeden; hüseyin, şu defterleri de vericektim sana yaa, hadi bi
koşu eski sanayiye ali abi'ne bırakıp geliver şunları? ha? hüseyin
isteksiz cevap verdi: olm kaç yıl oldu lan görüşmeyeli, bırak iki
muhabbet edelim. olm, o daha burda, bak adamlara söz verdiydik bugün
için. mahçup olmayalım, hadi kardeşim benim. iyi hadi iyi, nerdeydi onun
dükkanı? eski sanayide sanayi lokantasının arkası, demirci ali abi
desen, gösterirler. hüseyin bana dönüp; kaybolma bak bi yere, geliyorum,
dedi. buralardayım, merak etme, dedim. hüseyin çıkarken morpheus; şşt
şşt bak, diyerek; baş parmağını, işaret ve orta parmağın arasına sokmuş
halde yumruk yaptığı sağ elini gösterdi. demirci ali abi, yeni
sanayide, ben bu salağı eski sanayiye yolladım. eski sanayide 2, yeni
sanayide de 3 tane sanayi lokantası var. arasın dursun pezevenk. en az 2
saat kafa raat amınakoyim, dedi. gülerek; hiç değişmiceksin dimi lan
morfi? dedim. şartlar beni değiştiremez, ben şartları değiştiririm, dedi
ve mutfağa gitti. iki ince belli bardakta dumanı tüten çayları
getirdiğinde göz kırpıp, gülümsedi; yeni demledim, kaç şeker?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder