5 Temmuz 2012 Perşembe

bir yudum daha

içimdeki sigara yakma isteğini bastırmaya çalıştım. birini daha yeni bitirmiştim. daha önce çok kereler, başka sebepler için geldiğim bu şehre bu kez onun için gelmiştim. şehri çok bildiğim söylenemezdi. çok gezmemiştim. aklım allak bullaktı. biramdan bir yudum daha aldım. ellerimi açarak, sanki yüzyılın en önemli konuşmasını yapacakmış gibi hazırlandım. geceki mesajlardan, yahut ilk izlenimlerden masadan olumlu bir sonuç alarak kalkmayacağımı biliyordum. bu yüzden aslında konuşmamızın da bi mantığı yok gibi geldi önce. ancak bu kadar yolu bir kez olsun oturup konuşmadan kalkıp gitmek için tepmemiştim. derin bir nefes alıp konuşmaya girdim. beni biliyosun, senle ilgili düşüncelerimi, duygularımı biliyosun. aslında ben senden bi cevap bekliyorum şu anda. sanki sonucun ne olacağını bilmiyormuş gibi, son umut kırıntılarımı tüketmek için sormuştum bu soruyu. kendime inandırmak istediğim hayali, birazdan kulaklarımda yankılanacak bu acı kararla öldürmeyi planlamıştım. çünkü ancak bu şekilde bu hayal denizinde boğulmaktan kurtulacaktım. su beni içine çekiyordu. kendimi anlatmaya çalıştım. dinledi. bahanelerden temizdim. ya anlattım ama o anlamadı, yada ben anlatamadım. orada; hayır olmaz, cevabı değildi önemli olan. sadece lafı eveleyip geveleyip, biraz daha uzatıp, o güzelliği seyretmek istiyordum. bir an bile değerliyken hayatta, güzel geçen bir zaman dilimi paha biçilemezdi. sevgilim olmasını isterdim. istedim de. ancak bu biraz his işi. biraz karşılık işi. platonik platonik nereye kadar amınakoyim?! hayalimdeki kıza o kadar yaklaşmıştım ki, karşımda duruyordu. oradaydı. elimi uzatsam tutacaktım. tokat yemekten korktum ve kendimi tuttum. (korkumu sikeyim). belki yiyeceğim o tokat onu hiç unutmamamı da sağlayacaktı. bi yandan iyi oldu diye de düşünmeden edemedim. bu şehrin havasını, suyunu, sokaklarını hiçbir şeyini sevmiyorum. daha önceden bir yaram vardı bu şehirde. her şeyimin boktan gittiği bir şehirdi burası. yaptığım işi bıraktıktan sonra bir daha uğramamak için söz vermiştim kendime. bir şekilde buraya çekiliyordum. konuşma benim için kısa, dünya için uzun sürdü. bir şekilde biteceğini ikimiz de biliyorduk. ertesi günün gelmesini bir yandan istiyor, bir yandan istemiyordum. bu şehirden ayrılacaktım. iyi bir şeydi bu. bir daha onu göremeyecektim. bu da en kötüsüydü. metroyla süren yolculuk anında başımı cama yasladım. metro yolunun duvarlarına takıldı gözlerim. kafamda düşünceler esmiyordu. sadece veda sözcüklerini hayal ediyordum. ikimiz de birbirimizin ne kadar süper birer insan olduğumuzu ama bu iki süper insanın bir araya gelemeyeceğini söyleyecektik. sebep kısmı boş bırakılacaktı. puanlamaya dahil değildi orası. terminalden otobüslerin çıktıkları yola doğru yönlendim. bir yarım saat kadar yürüdükten sonra ana yola çıktım. gelen geçen kamyonlara otostop çektim. 3. kamyon durdu. karpuz taşıyordu. şöförü konuşturmaya yönelik sorular sordum. yeni bir hikaye dinliyordum. hepsine benzer; hepsinden farklı. susmak için uygun bir zaman değildi. gitmek istediğim yere vardığımda 4,5 saat geçmişti. biraz vakit geçtikten sonra hoşçakal'lı, son'lu veda mesajını attım. bir de şarkı armağan ettim. aklımda ise başka bir şarkı çalıyordu. ne olursa olsun, su akıp yatağını buluyordu. seni tanımak güzeldi, dedim. seni de tanımak çok güzeldi, çok iyi birisin, dedi. bu faslı uzatmak acı verici oluyordu. bu yüzden, hoşçakal, diyerek konuyu kapatmak istedim. beklediğimden farklı bir cevap değildi gelen: hoşçakal. şimdi bir sigara daha yakmanın vakti gelmişti. çakmak tütünü yakarken çıkan çıtırtıyı duydum. derin bir nefes aldıktan sonra camdan berrak gökyüzünü seyre daldım.

Hiç yorum yok: