3 Ağustos 2012 Cuma

yüreğin ayak acısı

1 - 0
2 - 0
3 - 0
5 - 0
eee! sikerim lan böyle oyunu! noldu lan? verdiler mi koltuk altına? ahahahaha! he yarraam, he! amınakoyim zar mı geliyo da oyniyim. en işe yaramayan yerde çift gelir; geri kalanı 2 - 1. götüne girsin o 2 -1! olm napiyim lan, atıyorum geliyo. tamam lan, tamam. çay söylüyorum ben. içiyo musun? olur olur. tavlayı çok iyi bilmem, beceremem de. bi zar gelir parmakları üçgenlerin üzerine basa basa, bir iki üç dört diye sayarım. o derece bi tavla bilgim var. ama yine de vakit geçsin diye oynadık bizim deloğlan'la. keloğlan gibi, ama bu deli olanı. otogarda onu uğurlamak için bekliyorduk. az köşede oturup, çay içeriz, tavla atarız demiştik. ve ben yarraa yiyen taraftım. çayları söyledik. birer de sigara yaktık. uzaktan orta yaşı hafif geçmiş, kır sakallı, üzerinde mont olan bi amca bizi kesiyor. bi utanma sıkılma halleri içinde. önce aldırmadım. sonra dayı yaklaştı. masanın üzerinde duran sigara paketine dikti gözü. sigara isteyeceğini düşünerek pakete hamle yapmaya hazırlandım. nah çekmek için de bir elimi hazırladım. deli deli adamlar bizi buluyor amınakoyim. adam 1.5 dakkada parliament'i bitiriyor. 1.5 dakika lan. nerenle içiyosun göt lalesi?! onlardan sandım. dayı kulağıma eğildi. bize iki çay ısmarlayabilir misiniz, dedi. gayet de kibar sordu. deloğlan'la göz göze geldik, napalım der gibi. sonra, abi, dedim. öğrenciyiz biz. yola çıkıcaz zaten birazdan. kusura bakma, dedim. peki, deyip uzaklaştı. ileride iki muavin çay içiyordu. onlara yanaştı. onlar çay söyledi. bizim deloğlan öyle bir açıyla oturmuş ki amınakoyim, adamın yanındaki kadını görmek mümkün değil. adamı göz ucuyla takip ettim. masasına baktım. masanın üstünde bi kuyumcu torbası. karşısında şalvarlı, böyle elleri öpülesi, yanakları mıncırılası bir köylü kadını. hassiktir lan, dedim. kadını görmedik amınakoyim. yarrak var gibi geri çevirdik adamcağızı. ne bok yiycez şimdi? kadını süzdüm şöyle bir. abi bak, allah seni inandırsın, gözümden yaş boşaldı, boşalacak. kadının bi ayağında terlik var. diğer ayağında sadece çorap. o da delik. dilenmiyorlar amınakoyim. kimbilir neden dışarıdalar? nereden gelip, nereye gidiyorlar? gayet de utana sıkıla içtiler çayı. kendilerininmiş gibi değil. hani muavin gelse; yarıda bırak lan o çayı, dese; boyun bükecekler, belli. adama baktım, o da zaten perişanlıkta teyzeden öte bi halde. ulan bir vicdanım sızladı. yanımda aksi gibi de para yok. kartlar da yanımda değil. deloğlan elini cüzdana attıysa da, az önceki tavrımızdan utandık. gidip özür dileyip, bi' şeye ihtiyacınız var mı amca, diyemedik. o sırada otobüs de geldi zaten. masadan ayrıldık. deloğlan otobüse valizlerini veriyordu. döndüm baktım. ikisi de kalktılar. yavaş yavaş merdivenleri tırmandılar.  çarşıya doğru yollandılar. deloğlan otobüse bindi. otogardan ayrılacaktım. aklıma düştü teyzenin terliksiz ayağı. o ayak, yere basarken acıyordu muhtemelen. o ayak kadar değildi belki ama yüreğim acıyordu. vicdan ne kötü şey. utanç ne kötü şey. halbuki o adamın gelip, rica ederek, utana sıkıla istediği şey iki bardak çay amınakoyim. versen ne, vermesen ne! önyargı ne kötü şey. o teyzemin ayağının acısını ta yüreğimde duydum. o haline rağmen gülen yüzüne can kurban. vicdanım sızlıyor...

Hiç yorum yok: