15 Şubat 2013 Cuma

şam'da kayısı


bir erkeğin söyleyemeyeceği şeyler vardır. soramayacağı şeyler. o sordu, ben sustum. o konuştu, sustum. susmamın sebebi söyleyecek şeylerimin olmayışı değildi. inanç çok acayip bişi. ispat gerekmiyor. öyle kendiliğinden gelişiyor. bir bakıyosun ki aklındakiler, ürettiklerin doğruların oluvermiş. inanıyorsun. o da kendi doğrularına inanıyordu. aklında yarattığı ben; odunu geçtim, bildiğin kökü mökü toprağı kavramış, erezyonu önleyen ulu bir çınardı sanki. düşüncesizlikle, sorumsuzlukla, sevmemekle, bir boşluğu kendisiyle doldurmakla suçluyordu beni. o konuşurken, ben de kendime sorular sordum. öyle miydim? hastalığını, kontrollerini, ilaçlarını, yemeklerini, uyuması gereken saatleri bilmiyordum. gün içerisinde de taş çatlasın 10 kere mesaj atıyordum. geceleri bi yarım saat, 1 saat konuşuyorduk. çalışıyordum, fırsat buldukça aramaya çalışıyordum. fazla mesaj atmıyordum. "napıyosun? iyiyim canım, arkadaşlarla oturuyoruz, sen? ben de öyle. tmm." bütün muhabbet bu zaten. böyle bir şeyi sormanın mantığını hala daha bilmiyorum; ama oldukça önemliymiş meğerse. diğerlerine gelince; hastalığının tam iç yüzünü sonradan öğrendim. tedavi şartlarının ağır olduğu kesin. ilaçlarını sormadım. çünkü sorunca almak, destek olmak isteyeceğim. belki de kazandığım para yetmeyecek. tüm ihtiyaçlarımdan vazgeçmeye hazırım ama yetmezse eğer daha çok kahrolacağım. yediği yemekleri sormadım. çünkü sorarsam eğer, bunu sağlamaya çalışacağım. ailesinin haberdar olmayışı bile belki o yemekleri yemesine engeldir. ben bunu yapmaya çalışacağım, ama olmayacak. daha çok kahrolacağım. uyku saatlerini sormadım. çünkü sorarsam eğer, o saatler rahat olurum. ilgilenme, merak etme ihtiyacı duymam. ama ya uykuda bir şey olursa... bazen bilmemek, insanı hep tetikte bekletiyor. sürekli akıl kurcalıyor. sürekli merak ediyorum. bunları sormadım. soramazdım da. zaten aileyle kavga - gürültü geçen günlerin üzerine daha çok kahrolmak, kahrolmuş halde ona moral verememek olmazdı... o konuştu, ben sustum. o söyledi, ben dinledim. daha sonra sahip çıkmamı bekledi. çıkmadım. sen bilirsin, dedim. etrafından beni kıyasladığı çevresinden örnekler de verdi. hepsini dinledim. ama tamam kendimi düzelticem, demedim. diyemezdim. ne kadar çok bilirsem, o kadar kötü. ne kadar çok bağlanırsam, acı o kadar büyük. ama o mesaj atmamalarımın ardını asla bilemedi. tahmin edemezdi zaten. burada; bak ne kadar da masumum, gibi bir izlenim oluşturmak istemiyorum. ben ne kadar odunsam; o, o kadar narin ve çiçek... bedenine su yürüyecek, toprağını taşını temizleyeceğim ve yeniden açacak. tüm renkleriyle. hani, dönüp arkasına gitse bugün; koca bir yumruk inecek göğsüme, beynime. öyle bir yumruk ki kemiklerim çatırdayacak, öyle bir yumruk ki, her yanım sarsılacak. öyle bir yumruk ki, gözlerimi kör edecek. o gidecekse, yine gitsin. hem daha iyisi, şam'da kayısı. en güzel son; daima en nefretli olandır. bir erkeğin söyleyemeyeceği şeyler vardır. soramayacağı, anlatamayacağı şeyler. biri de ne kadar sevdiği işte. kalemin dili döndüğünce...

Hiç yorum yok: