bir erkeğin söyleyemeyeceği şeyler vardır.
soramayacağı şeyler. o sordu, ben sustum. o konuştu, sustum. susmamın sebebi
söyleyecek şeylerimin olmayışı değildi. inanç çok acayip bişi. ispat
gerekmiyor. öyle kendiliğinden gelişiyor. bir bakıyosun ki aklındakiler,
ürettiklerin doğruların oluvermiş. inanıyorsun. o da kendi doğrularına
inanıyordu. aklında yarattığı ben; odunu geçtim, bildiğin kökü mökü toprağı
kavramış, erezyonu önleyen ulu bir çınardı sanki. düşüncesizlikle,
sorumsuzlukla, sevmemekle, bir boşluğu kendisiyle doldurmakla suçluyordu beni.
o konuşurken, ben de kendime sorular sordum. öyle miydim? hastalığını,
kontrollerini, ilaçlarını, yemeklerini, uyuması gereken saatleri bilmiyordum.
gün içerisinde de taş çatlasın 10 kere mesaj atıyordum. geceleri bi yarım saat,
1 saat konuşuyorduk. çalışıyordum, fırsat buldukça aramaya çalışıyordum. fazla
mesaj atmıyordum. "napıyosun? iyiyim canım, arkadaşlarla oturuyoruz, sen?
ben de öyle. tmm." bütün muhabbet bu zaten. böyle bir şeyi sormanın
mantığını hala daha bilmiyorum; ama oldukça önemliymiş meğerse. diğerlerine
gelince; hastalığının tam iç yüzünü sonradan öğrendim. tedavi şartlarının ağır
olduğu kesin. ilaçlarını sormadım. çünkü sorunca almak, destek olmak
isteyeceğim. belki de kazandığım para yetmeyecek. tüm ihtiyaçlarımdan
vazgeçmeye hazırım ama yetmezse eğer daha çok kahrolacağım. yediği yemekleri
sormadım. çünkü sorarsam eğer, bunu sağlamaya çalışacağım. ailesinin haberdar
olmayışı bile belki o yemekleri yemesine engeldir. ben bunu yapmaya
çalışacağım, ama olmayacak. daha çok kahrolacağım. uyku saatlerini sormadım.
çünkü sorarsam eğer, o saatler rahat olurum. ilgilenme, merak etme ihtiyacı
duymam. ama ya uykuda bir şey olursa... bazen bilmemek, insanı hep tetikte
bekletiyor. sürekli akıl kurcalıyor. sürekli merak ediyorum. bunları sormadım.
soramazdım da. zaten aileyle kavga - gürültü geçen günlerin üzerine daha çok
kahrolmak, kahrolmuş halde ona moral verememek olmazdı... o konuştu, ben
sustum. o söyledi, ben dinledim. daha sonra sahip çıkmamı bekledi. çıkmadım.
sen bilirsin, dedim. etrafından beni kıyasladığı çevresinden örnekler de verdi.
hepsini dinledim. ama tamam kendimi düzelticem, demedim. diyemezdim. ne kadar
çok bilirsem, o kadar kötü. ne kadar çok bağlanırsam, acı o kadar büyük. ama o
mesaj atmamalarımın ardını asla bilemedi. tahmin edemezdi zaten. burada; bak ne
kadar da masumum, gibi bir izlenim oluşturmak istemiyorum. ben ne kadar
odunsam; o, o kadar narin ve çiçek... bedenine su yürüyecek, toprağını taşını
temizleyeceğim ve yeniden açacak. tüm renkleriyle. hani, dönüp arkasına gitse
bugün; koca bir yumruk inecek göğsüme, beynime. öyle bir yumruk ki kemiklerim
çatırdayacak, öyle bir yumruk ki, her yanım sarsılacak. öyle bir yumruk ki,
gözlerimi kör edecek. o gidecekse, yine gitsin. hem daha iyisi, şam'da kayısı. en güzel son; daima en
nefretli olandır. bir erkeğin söyleyemeyeceği şeyler vardır. soramayacağı,
anlatamayacağı şeyler. biri de ne kadar sevdiği işte. kalemin dili
döndüğünce...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder