22 Ekim 2013 Salı

halil ibrahim sofrası

kanka sende bozuk çıkar mı ya? noldu lan, gene mi paran yok amınakoyim? olm vardı dün kira verdik la. ekmek alcak paramız kalmadı, evde 3 kişi birbirimizin gözüne bakıyok. tamam tamam hadi. saol kanka; bu piç nerden sorucak biliyo musun? nerden biliyim olm, daha bugün gördüm adamın yüzünü. neyse, kızlardan buluruz ya. aynen. kanka kızlar demişken, dgs'yle gelen hatunları gördün mü ya? bizimkiler 3 çocuk annesi gibi amınakoyim. memeler dizlerine geliyor. gördüm la, gördüm. ama içlerinden bi tek sarışın olan var güzel. diğerlerinde bi cacık yok. esmer olan da güzel lan, uzun boylu olan. ne biliyim hoş geldi bana. hah ben ileride inicem, istersen bize gel la? çay falan var. o kadar da ölmedik. yok olm, evde işler var halletmem gereken. daha sonra geleyim. eyi madem, hadi görüşürüz. görüşürüz kardeşim. basık dolmuşun içi, nefes ve ter kokuyordu. arada bir benzin kokusu gelirse, dünyanın en güzel kokusuymuşcasına ciğerlerimi dolduruyordum. şöför gençti. peugeot p9 minibüsle bile hız yapmaya meyilliydi. ah şu trafik kuralları olmasa, bulutların üzerinde güzel bir köşkte olabilirdim şuan. arkadaştan 2 durak sonra da ben indim. eve 1 durak daha vardı ancak yürümek istiyordum. kulağıma kulaklığımı taktım ve telefondan yavuz bingöl - allı turnam.mp3'ü açtım. kendimi ne zaman gurbette hissetsem bu parçayı dinlerim. ne kadar yürüdüğümü hatırlamıyorum. telefonum çaldı. arayan dolmuşta beraber geldiğim arkadaşımdı. alo? alo, kanka. çabuk çık bize gel. noldu lan? olm, fırında tavuk yaptm. süper. gel gel. çay falan da içeriz. olm, yorma beni şimdi oraya kadar ya. lan, bi daha yapmam bak. hadi bekliyorum. elalem hatır için çiğ tavuk yer; ben sana... tamam tamam. geliyorum. görüşürüz kanka. görüşürüz. o kötü espriyi duymak istemediğimden hemen kısa kesip geleceğimi söyledim. fırında tavuk mu? ulan? ev arkadaşından birine para geldi sanırım, diye düşündüm. kısa bir yürüyüşün ardından evlerine ulaştım. yarı bodrum bir evde oturuyorlardı. yoldan evin kapısına doğru inen merdivenleri geçtim ve maviye boyanmış demir bir kapının önünde dikildim. zile bastım. elimi zilden çekmemle kapının açılması bir oldu. ooo hoşgeldin bro. naber? gel bak tam da sofrayı kurmuştuk. nerden buldunuz lan tavuğu? bunu sorarken ayakkabılarımı çıkarmış, montumu asmış, sofraya doğru hafiften de yol almıştım. birden yükselen kahkahalar ve ardından şşt şşt susun susun sesleriyle irkildim. noluyo olm? dur lan dur, anlatıcaz. kanka bu bizim komşunun tavuğu. nası yani? olm, bugün okula çıkarken pencereleri açmıştık. malum güneş görmüyo ev, bari dedik hava alsın. komşunun tavuğu da yememiş içmemiş, içeri girmiş. bizim çocuklar da yakalamış içerde bunu. napalım napalım. önce yatak odasına atmışlar. ev sahibi arıycak mı diye. sonra bakmışlar ses, soluk yok; çıkarmışlar. o an karşımda iki tane sırıtan surat vardı. arkadaşım uzun olanı göstererek, aha bu  kurban falan da kesiyor, dedi ve devam etti: ordan bu almış bıçağı kesmiş lavaboda tavuğu. tüylerini yolmuşlar. temizlemişler. ama nasıl pişireceklerini bilmiyorlar. ben de şaşırdım gelince. bi baktım, mutfakta tüyler uçuşuyor amınakoyim. ellerimi yıkıycam tam, bi tane tavuk kafası bana bakıyor. fak dedim ya. bu ne dedim amınakoyim. sonra anlattılar durumu böyle böyle diye. son paralarımızı da koyduk. iki de ekmek aldık kardeşim, temizinden. değme keyfimize. gülmemek için kendimi zor tutuyordum. diğerleri şşt şşt olm yapma lan, diyorlardı. tutamadım. patladım. hepimiz birden gülmeye başladık. üst kattan nazife ninenin bastonunun sesi tüm kahkahamızı bastırdı. nazife nine inip aşağı dövse bizi, gene de gülerdik. çünkü para olmadan da tavuk yiyebilen, para olmadan da kahkaha atabilen, 3 kişi birleşip 2 ekmek parası çıkarabilecek kadar parasız ama onu bir 4. kişi ile paylaşabilecek kadar zengin insanlarla aynı sofradaydım. halil ibrahim görse kıskanırdı.

Hiç yorum yok: