16 Ocak 2014 Perşembe

bitene kadar

hele bir sabah olsundu. hele bir gün ağarsın. belki kayıp gidecekti kadeh parmaklarının arasından. kadeh düşende, kalp de kırılır o an. ah canan! cam kesiği değil; can kesiğidir acıtan. paketi salladı. içinde bir uzun dal samsun daha kalmıştı. bunu da öldürmeli; ağırdan ağırdan ölmeli, dedi içinden. şehri ateşe verdi. tenekedeki ateş sönmeye yüz tutmuştu. şişeye göz dikti. son bir kadehi anca doldururdu. sakalına karışmış saçlarının arasında gezdirdi parmaklarını. geğirdi. şükür, dedi. günah işlerken bile imanlı olacak kadar sadıktı. köz karıştırdığı çubuğu alıp ateşi eşeledi. biraz alevlendirdikten sonra son kadehini doldurmaya koyuldu. tam başını kaldıracaktı ki; bir gölge kendisine yaklaştı: bahattin reis? he, benim. buyur reis. nereye kadar be oğlum? bahattin reis'in sorusu sanki boşlukta uçup gidivermişti. bir süre rüzgarı dinlediler. cevap gelmiyordu. bahattin reis gitmeye niyetlendiği sırada; cevap duyuldu: bitene kadar reis. ne bitene kadar oğlum!? ömür... yaşıyor musun ki? ölemiyorum reis; ölemediğime göre yaşıyorum herhalde. sigaradan derin bir nefes çekti. alevler şehri biraz daha tüketti. böyle olmasını hiç istemezdi. kim isterdi ki reis; kim isterdi ki? ay bulutların arasından kendini gösterdi. karanlığa gömülen sularda yakamozlar uçuştu. sakallarının arasından kaybolan dudaklarına götürdü kadehi. bir yudum daha aldı. bir şişe daha var mı reis? yok. hadi uyu artık. yarına iş çok. elimiz ekmek tutsun biraz. ellerine baktı. bu eller mi ekmek tutacak, diye düşündü. vücudu bir yük gibiydi artık. bulutların arasından çıkıp gelen ay'ı seyretti. o da oralarda mıydı şimdi? görüyor muydu kendisini? izliyor muydu? acıyor muydu haline? dünya'ya sövdü. sövgüsünü rüzgar aldı. belki tanrıya belki boşluğa götürüp bıraktı. bu gece sabaha erecek gibi değildi. bahattin reis; hadi ben yatıyorum, sen de içme artık şu zıkkımı. yarın erken kalkıcaz, deyip teknesine çekildi. reise karşın kendisi; küçük kayığın içinde 2 battaniye ile geceliyordu. bazen üşüyordu. bazen deniz onu beşikteki bir bebek gibi usul usul sallıyordu. dudaklarının ucundan; uyuyacağım reis. uyanmamak üzere uyuyacağım, döküldü. neden sonra gözlerini ateşe dikti. sarı alev, yüzünü aydınlatıyordu. yüz çizgileri o kadar derinleşmişti ki, normalden 10 yıl daha yaşlı görünüyordu. alnında, yüzünde; gözlerinin altında kırışıklıkların bini bi paraydı. sakalları uzamış; saçını hiç kesmemişti. üstelik o uzun saç da sevmiyordu. üzerindeki paltoyu ne zamandır giyiyor, kendi bile hatırlamıyordu. kayalıkların arasına vuran hafif dalgaların sesi bölüyordu sessizliği. sigarasından son nefesi de çekti. umarsızca ayağa kalktı. aklına şener şen'in eşkıya filminin sonu geldi. kollarını iki yana açtı. bulutlardan yol bulup parıldayan devasa ateş toplarına öyle kutsal anlamlar yükledi ki; tanrı olsa onları sadece kendine saklardı. yada o'na hediye olarak verirdi. yıldızların ışıklarını aradı suyun üzerinde. bahattin reis'le yaşıyordu. balıkçılıkta yardım da ediyordu. ama yüzme bilmiyordu. bir gün buna sevineceğini hayal bile edemezdi. uyuyacağım reis, uyuyacağım. öyle derin uyuyacağım ki, kaybolacağım. gecelediği kayığa gitti sallana sallana. kafası güzelleşmişti. ne diyordu şair; güzelleş be oğlum; şimdilik ölümüne kadar hayattasın. ne güzel demişti şair. şairler hep güzel söylüyordu. şairler hep haklıydı. kendini kayığın içine attı. kürekleri aldı. yavaşça uzaklara doğru kürek çekmeye başladı. elbette uzaklarında vardı bir bildiği. üzerindeki toprağın ölülerini diriltmişti bu akşam. hepsi onu çağırıyordu. bu davetin cazibesi; eski yunan efsaneleri'ndeki sirenler'den bile fazlaydı. kürek çeke çeke karanlığın içinde kayboldu. yüzme bilmiyordu. bir gün buna sevineceğini hayal bile edemezdi. uzaklar'a vardığına karar verince. ayağa kalktı. kollarını iki yana açtı. beni bekle, diye fısıldadı. birazdan ben de oradayım. beni affet allah'ım. eşhedüenlailaheillallahveeşhedüennamuhammedenabdûhuverasûlih. kendini karanlık sulara bıraktı. son nefes haresi de bir halka baloncuk olarak yükseldi ve suyun yüzeyinde serbest kaldı. refleks olarak çırpındı. nefes almak için ağzını açtı. su önce yutağı doldurdu. akciğere giden solunum kapakçıkları açıldı. sular ciğerlere hücum etti. önce sağ akciğeri patladı. acı dayanılmazdı. sonra sol paramparça oldu. acıdan ve oksijensizlikten bayılmak üzereydi. kan vücudun içine doluyordu. gözleri yuvalarında devrildi. kalp en geç anlayan organdı. en son o sustu. karanlığın ve sessizliğin içinde kayboldu. dibe geldiğini hiç hissedemedi. suskun gece, sabaha ermeyecek gibiydi zaten. ermedi. bulutların arasına yükseleceğini hayal etmişti. reis gördüğü kabustan uyandı. teknesinin küçük penceresinden kulübeyi kontrol etti. teknede ateş hala yanıyordu. gene şarap almaya mı gitti bu hıyar?! nereye kadar be oğlum? nereye kadar?! bitene kadar reis; ömür bitene kadar...

Hiç yorum yok: