6 Ocak 2014 Pazartesi

yol

yol; yola çıkmayanın özgürlüğü, çıkanın tutsaklığıdır. insanların bilmediği şey, özgürlük timsali denizin, balıkçının ekmek kapısı, kurtulamadığı mahpusu, ayrılamadığı sevgilisi olmasıdır.
yola çıkmak, ölümle yaşam arasında bir seçim yapmak değil mi zaten? olduğun yerde çürümek yerine yolla büyümek, yeşermek, meyve vermek, yaşamak... en güzel tutsaklığın koynunda, bir memeden süt içmek.
yol, bir durma anıdır aslında. akıp geçen şey zamandır tekerleklerin altında. rahat olmamalı koltuk ki zamanın ağırlığı hissedilebilmeli. uyutmamalı mesela. yol boyu geçilecek tarih, dokunulacak hayatlar, o ilk bakış, ilk sevişme, ilk ayrılık anları ve bir sürü gözler önünden akıp giden renkler, tatlar, insanlar, sahneler...
hava kuşların tutsaklığı, deniz balıkçının, büyük karanlık boşluk insanın, yol da yolcunun. özgürlük hissi verdiğine bakılmamalı, çıkıldığı vakit sigaradan çok yolu çeker can. tedavisi yine kendisi olan bir bağımlılık...
ilk ayrılık, ilk acı, ilk bilinmezlik, ilk adım, ilk farklı ten, ilk farklı insan gözü,... birçok çocuğu vardır yolun. her birine gebedir ilk adımdan önce. yavaş yavaş, zaman geçtikçe doğurur, acıyla, sancıyla, neşeyle. dokunulmamış bir kadın yol; eline erkek eli değmemiş, hiç öpüşmemiş, hiç ayıplardan söz etmemiş, hiç sevişmemiş ama içinde hepsinin ihtirasını saklayan, günahkârların sırlarını gizleyen, örten, tutan, ölü hayvanların mezarı - ölümü ani ancak canavarca olan -.
yol; farklı insanların hayatlarından geçmiyorsa zevk vermez. bir derin alın çizgisi içinde kaybolmak gerekir; bir kadın vücudunun tuzunu tatmak, bir acı yaşamak gerekir severken. yol; en büyük ızdırap, en büyük ilaç...
kim bilir kaç filme konu olmuş, kaç hayatı yansıtmış ışıklar. kaç kişinin aklında çakmış şimşek. oyuncular anlamış mıdır acaba yolu, yolla ilgili filmlerde? yoksa sadece sahne miydi önemli olan? yönetmenin aklındaki? yol, belli bir süreye sığdırılabilecek kadar basit miydi? koskoca kitaplara sığmıyorken. bir damlayken bu yazı, koca bir okyanusta... Bir durup, düşünme isteği olmuş mudur farklı beyinlerde, akıllarda, ruhlarda? bir durakta, bir iç yolculuk anında...
her durak da bir yol ânıdır aslında. İnsanın kendine yaptığı yolculuk. yürekte biriken dostları bir bir geride bırakma isteği, harcama aymazlığı. Karar anıdır durak. bir sonraki yolun sonunu hayal etmek; bilememek.
sararmış bir yaprağın, rüzgârda savrulması değildir yol. ölüler yolculuk edemez. bir cesedin rastgele atılıp, dışlanmasıdır o. insanların benzetmelere verdiği roller bu yüzden yoldan uzaktır. yol diye bildiğimiz şey çizgilerle donanmış, kimi zaman gri, kimi zaman çakıl taşlarıyla dolu, kimi zaman kumlu, teker altında akıp giden o ''şey'' midir? yoldan uzaklar için belki ancak asıl yolcular yolun akılda, yürekte, gönülde olduğunu bilirler.
bir bardak çay, eski bir köy kahvesi - şu önünde koca bir ağaç olanlardan -, birkaç hayatın bir ucundan dokunup geçmiş, eli nasırlı, alnı çizgili, saçları ak, dişlerinin birazı dökük, derisi griye yüz tutmuş, lekelenmiş ama yüreği süt gibi temiz insanlar... ayrı hikayeler, ayrı fotoğraflar, ayrı anılar, ayrı umutlar, ayrı hayaller, ayrı hedefler aynı toprak, benzer insanlar...
büyük bir şehrin geceleri loş ışıkların vurduğu karanlık sokaklarından birinde küçük bir otel. kim bilir hangi günahlara gebe. bir erkeğin ruhuna sahip olamayan; bu yüzden aklı, kalbi, ruhu yerine kalçalarının okşanmasıyla yetinmek zorunda olan kadınlar...
kadınlar en acılı, en heyecanlı, en güzel ancak en günahkâr duraklardan biridir. gözleri, yüzü, dudakları, göğüsleri, kalçaları,... çoğu insanın bir et yığını olarak bakmasının sebebi de kadının kendine seçtiği yoldur; yada toplumun, erkeklerin ona mecbur kıldıkları yol. bir kadın tenine değmek isteği bazen çok başka yollara sürükler insanı. çok başka hayallerin, çok başka tatminlerin peşine. tek gecelik bir cinsel faaliyetten sonra tanınmaz kadın. yol gibidir. bir süre beraber gidilmesi gerekir. aklını, kafasını, ruhunu, gözyaşını, gülüşünü anlamak için sevişmek yetmez. İnlemelerin sonu gelse de kadın orada bitmez.
her yolun bir sonunun oluşu, bu sonu insan aklının üretmesindendir. oysa yol hiç bitmez. hayat gibi. ölüm olsa da hayat devam eder. ölenin dışında devam eder. işte o zaman ebedi yolculuk der insan; çünkü sararmış yaprağa benzetmişti yolcuyu. işte o an bir yaprak olunur.
aşk ve kadınlar; içkisiz çekilecek çile değil. her yol anında birkaç dosta ihtiyaç duyulur. bir telefon görüşmesine yetmeyecek duygular filizlenir içerde. bir mahpus temiz bir kat çamaşırın yolunu gözlemez aslında. bir tanıdık yüz, bir çift akla kazınmış göz. kadınlar da böyle değil mi?
aşk acısı da yolun çember olmasını istemez mi zaten. iki kişi zıt yönlere doğru giderken; tekrar karşılaşmak umudu bir yerlerde ve bu yüzden çember olmalıdır yol aşık olan için, seven için. ancak hiçbir yolun ucu diğeriyle birleşmez. ortadan böle geçer, kesişir belki. ancak bir pistte mümkün olabilir çember bir yol. bu yüzdendir aşkı hızlıca tüketişimiz...
kendi eksikliklerini başkalarında tamamlamak için yola çıkar insan çoğu zaman. kendine yapılan yolculuğun da özü budur zaten. kendini tanımak için başkasına ihtiyaç duyulan her an yoldasındır sen.
evden çıkmak, o ilk adım, o ilk kanat çırpışı bir yavru kuşun, düşerek öğrenmek hayatı; yanlışlara, hatalara, günahlara gebe bir yolculuğa çıkmak. bilinçsiz ve bilgisiz.
ta çocukluktan başlar o seyahat. arkadaşlar dürter sürekli. kaybolmak korkutucu olduğu kadar zevklidir aynı zamanda.
seni seven birilerinin olduğunu gösterir aranmak, merak edilmek. sevilmek güzel şeydir. mahallenin haşarı çocuğu olmak. ne kadar yaramazlık yapsan da sevilmek, sevilmek, hep sevilmek...
yol; sonsuzdur. çoğu kişi korkar yola çıkmaya ve bu yüzden ölüm vardır hayatta.
''yol yoluyla gidilebilir yâre, yada yoldan çıkılabilir apansız,
ve ömür bitebilir yoldan önce ama yol, bir yere gitmez.
o bir durma biçimidir.
yaşamak, hızlı bir ölme biçimidir.''

Hiç yorum yok: