5 Ocak 2014 Pazar

gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar

bir sigara yaktım. gökyüzüne bakıyorum. bir uçağın yanıp sönen ışığına takılıyor gözüm. kim bilir nereye gidiyor. içindeki bir adam belki o an pencereden aşağı bakıyor. belki aynı anda bir başka şehirde bir adam karısına tokat atıyor. bir başka çift öpüşmeye başladı çoktan. bir başka şehirde ise belki bir cinayet işleniyor o an. bir çizer, bir kare daha çizip yatmayı hayal ediyor. bir başka şehrin en işlek caddesi, yağmur damlalarıyla ıslanıyor ve belki naylon brandanın altında bir kokoreççi, müşterisine acılı şalgam uzatıyor ve belki uzun, altın rengi saçları olan bir kız çocuğu ileride ünlü bir balerin olmanın hayalini kuruyor; gözlerini buz kesen tavana dikerek. tam o an yaktım uzun samsun'u. koca şehri yanarken seyrettim; dudaklarımın ucunda. uzun uzadıya. hindistan'a gitmek istiyorum. tozlu yolların, fakir insanların arasında hiçliği tatmak. anlamsızlığa anlam yüklemek. bir insanın yapacağı en mantıklı şey: yol. insanlar, şarkılar kadar anlayışlı değil. olmadı da şimdiye kadar zaten. bundan sonra da olmayacak. boşluğa bakıyorum. uçsuz, bucaksız, devasa boşluğa. kim bilir oralarda bir yerlerde tam da bana doğru bakan bir başka yaşamdan bir üye vardır. belki tanrı vardır. belki tanrı'yla göz gözeyim. ne zaman bu düşünce aklıma gelse sövmek istiyorum. tanrı'yla çok ciddi hasımız gibime geliyor. kulaklarımda salif keita - folon çalmaya başlıyor. bu şarkıyı uzun zamandır dinlemiyordum. ilk iş gidip dinlemeli, diye geçiriyorum içimden. ilk'in ve hiç'in acısı birbirine karışıyor. derin bir nefes çekiyorum sigaradan. beyaz duman gözlerimi yakıyor. usul usul ciğerlerimden boşaltıyorum zehirli havayı. yavaş yavaş ölmek bu herhalde. ama belki de en güzel ölüm şekli; içki - sigara. boşluğa bakıyorum. bana ne kadar da benziyor. yada ben ona benziyorum. boşluk. hiçlik. her şey bir anda anlamını yitiriyor. bir anda bir başka anlamıyla karşıma çıkıyor ama yine aynı son. bu bir devinim. bu bir kısır döngü. aslında tüm hayatımız, bir hayvandan farklı değil ve sadece bilinç bizde geliştiği için boktan şeylerle anlamlandırmaya çalışıyoruz. sanki bizim hayatımız bir kokarca'nınkinden daha değerliymiş gibi. iliklerime işleyen hiçlik duygusuna bırakıyorum kendimi. aklıma bankamatiklerde sabahlayan evsiz adamlar geliyor. birgün onlardan biri olacağımı bilmek, artık ürkütmüyor. konuştuğunuzda çoğu; asıl hayatın ne mal olduğunu anlamış kişiler. ha bunu anlamış olur muyum, bilmiyorum. ama bir şekilde bu hiçlik hissi beni oraya sürükleyecek ve ben bunun cazibesine karşı koyamayacağım gibime geliyor. bir gün bir şişe kanyak içip ısınacağım son paramla ve ertesi gün denize nazır kayalıkların arasında ölü bulunacağım. dünyadan gelip geçtiğim belli olmayacak. belki ondan önce sırf annem - babam mürüvvetimi ölmeden görsünler diye istemediğim bir evlilikle bir kızın hayatını mahvedeceğim. belki bunun azabı düşürecek beni oraya. ve annemle babamı kaçınılmaz olarak kaybettiğimde; ki bu acının mutlak oluşu insanı nasıl çıldırtmıyor, bunu anlamıyorum. yani normal şartlar altında her insanın göreceği 2 ölümden söz ediyorum. bunun olacağını bilip, nasıl çıldırmaz insan? belki onların acısı... ama ben, bilerek ve isteyerek hayata tutunmamayı seçeceğimi biliyorum. belki hayat güzel, kuşlar, çiçekler, böcekleri umut. vs... gibi safsatalarla biraz daha zaman harcayabilirim. ama eninde sonunda geleceğim durak o olacak. çünkü hayat sittin sene güzel olmadı, bundan sonra da siksen güzel olmayacak. ve belki elinden bir bardak su bile içmeyecek olduğum o kızı boşayacağım. 3 ay nafakasını ödeyip, 4. ay iflas bayrağını çekeceğim ve belki de hapse düşeceğim. bir fırından ekmek çalacağım ve 2 gün nezarette dayak yedikten sonra; gene bir kış günü küçük bir spor salonunun köşelerinden birinde ince bir kat battaniye ve tente yataklar üzerinde yatacağım. grip olsam ilaç alamayacağım ve yol kenarında belediyenin diktiği narenciye ağaçlarından turunç ile mandalinayı ayırana dek dilimin tat alma duyusunu harcayacağım. ve tek harcayacağım duyu o olmayacak. duygularımı harcamışken, duyuların lafı bile edilmeyecek belki ve yine bir kış günü erkenden salıverdiklerinde bizi; balıkçı teknelerinin etrafında, içine ateş yakılacak bir bidon bulamadığım gün, dalgaların çarpıp parçalandıkları kayalardan kayacak ölü bedenim ve soğuk suların içinde yüzüstü yükseleceğim. ertesi gün sırtıma, suya düşen ilk cemre'nin sıcaklığında, güneş vuracak.
ancak şimdi gece. gecenin en berrak zamanlarından biri. hayatımızda her daim güneşi beklediğimiz an. neden gece uyuruz ki? belki de güneş'i beklerken zaman en hızlı öyle akıyordur. hep bir ışık beklemiyor muyuz? uçağın yanıp sönen ışığı artık gözden kayboluyor. şimdi parıldayan yıldızlar ve sönmeye yüz tutmuş izmaritin ışığından başka ışık yok. sigarayı yere atıp, üzerine basıyorum. dudaklarımdan bir başka şarkı dökülüyor: gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar; yer yüzünde sizin kadar yalnızım...

Hiç yorum yok: