28 Nisan 2014 Pazartesi

yabancı

ailenin tek çocuğu olmak çok kötü bir şey: ölemiyorsun. ölemiyorum. hayatımda daha önce hiç istemediğim kadar ölmek istiyorum ama ölemiyorum. istesem de ölemem herhalde zaten, bilmiyorum. sırf arkada bırakacağım iki nefis insan ve bir sürü enfes dost ve bir de dünyalar tatlısı köpeğim olacağı için ölemiyorum. bir gün kendimi bu durumun acısını karşılayabilecek kadar güçlü hissedersem, sanırım o gün öleceğim.
neredeyse her şeye yabancılaştım. herkese; anneme, babama, kendime... aklımda en fazla dönen şey: biz de diğer tüm yaşamış ve ölmüş nesiller gibi öleceğiz. yani eninde sonunda öleceğiz. peki neden kasıyoruz? neden bir yerlere gelmeye çalışıyoruz? öleceğiz lan. ötesi yok ki. niye hayallerimizi gerçekleştiremiyoruz? bunun yerine bir makine gibi, bir yarış atı gibi (ki o atın da bunu istediğini hiç sanmıyorum) bir yerlere gelmeye çalışıyoruz? bu düşüncelerden yola çıkarak gittikçe anlamsızlaşıyorum. gittikçe bayağı gelmeye başlıyor her şey. cevabı olmayan, olsa da asla bulamayacağım sorular soruyorum. aynaya bakıyorum. traş olurken kestiğim yer bile dikkatimi çekmiyor. kendime sorduğum soru şu: kimsin sen? kimim ben, demiyorum. kimsin sen, diyorum. çünkü yansımamda bir sorun yok. yansımam bana soruyor o soruyu aynanın içinde bir yerlerden: kimsin sen? o kadar kısa ve o kadar dolu bir soru ki, cevap veremiyorum. aynanın karşısından çekip gidiyorum. annem, babam; dünyalar tatlısı iki nefis insan. bu kadınla, bu adamla bu evde ne yapıyorum? bu düşünceden nefret ediyorum. onları üzmeye hakkım yok. biliyorum. bu yüzden en neşeli ve en kendi sorunlarından sıyrılıp, memleketin durumuna üzülen, dayı oğlunun ev alınmasını isteyen nişanlısına kızan, anlatılan her şeye gülebilecek kadar neşeli halimi takınıp, salona öyle geçiyorum. hoş, salonda da çok durmuyorum. bir yerden sonra o beyhude çaba ömrünü tamamlıyor. yerini ifadesiz bir surat alıyor. sakalımla oynuyorum. saçımla. onlara bile yabancılaştım. ne lan bu kıllar, tüyler diyorum. kuş olarak doğmuş olsaydım, nasıl olurdu diye hayaller kuruyorum. hatta kalkıp google'dan ''kuşlar nasıl görür'' diye bile arattım. neden yaptım bilmiyorum. uçmak isterdim. ama uçamıyorum. ölmek istiyorum. ölemiyorum. bu istek o kadar dayanılmaz ve cazip ki. o kadar cezbedici ve tahrik edici bir etkisi var ki... bir an önce yok et kendini diyor içinden bir ses. hiçbir şey değişmeyecek. sensiz de bu dünya dönecek. herkes ama herkes annen ve baban dahil, bir iki yıl hatıralarını anıp, yine düğünlere gidecekler ve ayıp olmasın diye çeyrek altın takacaklar diyor. dostların yine iş bulacaklar ve gerçekten de mutlu bir hayata adım atacaklar. çok seven bir iki dostun oğlu olursa belki ikinci bir isim olarak senin adını verecek ama hepsi o kadar. daha fazlası değil. ve birkaç nesil sonra, seni hatırlayacak kimse kalmadığında sen de tamamen, atomlarına kadar yok olmuş olacaksın. kafamın içerisindeki dar koridorlarda o kadar yüksek desibellerde yankılanıyor ki bu düşünceler; kendi sesimi hiç duyamıyorum. kendi sesimi özledim; iç sesimi. ama bu hengamede cılız bir çığlık gibi kaybolup gidiyor. boğuluyorum. hiç istemediğim şeylere, hiç istemediğim zamanlarımda mecbur kılınıyorum. çünkü yaşamam için bu gerekli. çarklar acımasız. aralarında eziliyorum. un ufak oluyor kemiklerim. öfke kontrolümü sağlayamıyorum artık. anneme babama durduk yere kızıyorum. sakinleşmem için ellerinden geleni yapıyorlar. bunu yapmaya hakkım yok! külliyen zararım. bir iki haftadır eve tenha yollardan gidiyorum. belalı sokaklardan. bir iki psikopat herifin sinirini bozarım, belki de bok yoluna giderim diye. o da denk gelmiyor. en azından annem ve babamın kader diyebileceği bir son olsun istiyorum. trafik kazasını da düşündüm mesela. kendimi öldüremem gibime geliyor. kendime bazen acıyorum. bu yüzden öldüremem. hatta biraz da ölümden korkmuyor değilim. yani artık hayati fonksiyonlarını kaybetmek, bir daha asla kazanamayacak olmak nasıl bir şeydir bilmiyorum. korktuğum için kendi irademle bunu yapamam sanırım. bir ara ''kiralık katil yok mudur lan'', diye bile düşündüm. bir binadan da atlayamıyorum. yükseklik korkum var. gittikçe manyaklaşıyorum. ipten saptan bir adam oldum çıktım. halbuki ben hayalleri olan bir kaç çirkin adamdan biriydim. hayallerimi terk ediyorum bir bir. yada onlar beni bırakıp gidiyorlar. gri bir gökyüzünde gözden kayboluyorlar. hava geceye dönüyor yavaş yavaş. hayallerim hep düşünce balonları şeklinde hayal etmiştim. gün geceye döndükçe dilek feneri şeklinde hayal ediyorum. sönük yıldızlar gibi parlaklıkları azalıyor benden uzaklaştıkça. hayal kurmayalı çok oldu. oysa çok severim hayal kurmayı. başımı yastığa her koyduğumda uçarak bir şehrin silüetine karşı dolaştığımı hayal ederdim. üstelik gözüm açık yapardım bunu. şimdi tavana bakıyorum. sıvada küçük bir çatlak var. neredeyse çatlakla arkadaş olduk. ama konuşamıyor o da. onu da ben seslendiriyorum bazen. gittikçe deliriyorum. ne bir filmi tek seferde bitirebiliyorum, ne bir dizi izlerken sabredebiliyorum. porno film bile izlemiyorum artık. fizyolojik ihtiyaçlarımı bir kenara attım da diyebilirim. çok zorunlu olmadıkça karşılamıyorum. 16 kilo verdim. zayıflıyorum. borçlarım var. çalışmıyorum. ödeyemiyorum. yaşım geçiyor. babamın eline bakamam. paramı bile annemden alıyorum. ben böyle gördüm, usül nasıldır bilmiyorum. bi boka yaramıyorum yani. uzun yürüyüşlere çıkıyorum sık sık. eskisinden daha uzun ve daha yoğun sıklıkta yürüyorum. piyano içeren şarkılar dinliyorum. klasik müzik değil elbette. daha dinlendirici olanlardan bahsediyorum. en çok çalmak istediğim enstrüman sanırım piyano. öğrenmek için bir heves bile uyanmıyor içimde. aynadaki adam tekrar soruyor: nesin sen? bir günde neler yaptığımın bir önemi yok. çok da dikkat etmiyorum zaten. yaşayıp gidiyorum işte. bir bitkiden farkım kalmadığını düşünürken bitkinin en azından oksijen ürettiğini hatırlıyorum. bu bile bir artı. tükeniyorum. gittikçe suya temas ettirilen şeker gibi eriyorum. suyla bir bütün mü oluyorum, şekil mi değiştiriyorum, yoksa cidden yok mu oluyorum; bilmiyorum. tat alma duyumu kaybettim. hiçbir şeyden tat alamıyorum. içki içmeyi artırdım. bir avuntu sağlamıyor ama kafamın biraz güzelleşmesi sanki biraz özgür kılıyor beni. duvarların arasında sıkışıp kalmış hissediyorum. birilerine yansıtamıyorum. anlatamıyorum. çünkü bu yazı da dahil, hiçbir sözcük tam karşılığı değil bunun; yada tam karşılığı olan sözcükleri ben bilmiyorum.
ölmek istiyorum. hiç istemediğim kadar istiyorum. hayalleri olan çirkin bir adamken, hayalleri ölen çirkin bir adama dönüşüm bu olsa gerek. umut en son tükenen şey. benim umudum da tükeniyor.


2 yorum:

Unknown dedi ki...

yazıyı baştan sona okudum,yaşadığın duyguların hepsi bendede mevcut,ama içimde anlamsız bir umut var sanki ileride beni bekliyen biyer var herşey oraya kadar,bütün sıkıntılar,zorlukların devam edeceği

yazanadam dedi ki...

Umarım bu duygulardan arınmak fırsatını buluruz bir gün. Umut en son tükenen şey. :)